Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Eylül, 2024 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Diyanet'in dini: Devlet

 Anayasa gereği “siyasetler üstü” olması gereken Diyanet’in ülke gündemini oluşturan sorunlarla ilgili farklı dönemlerde ne tür tutumlar takındığı dikkate değer 2013 yılında Taraf gazetesi için hazırladığım yazı dizisinin başlığıydı bu: “Diyanet’in dini: Devlet.” Tanıdığım tanımadığım birçok okurdan dizinin içeriği bir yana, bu başlıkla ilgili olumlu, olumsuz çok tepki almıştım. “Çok sert değil mi?” diyenler vardı. Yazılarımı okuduktan sonra ise, olumsuz tepki sahipleri de dahil, genellikle “Haklıymışsın” şeklinde tepki verenler çoğunluktaydı. İlk bakışta “sert” bir ifade gibi görünse de, faaliyetlerini “gayrimüslim” vatandaşlar dışında ülkede yaşayan herkesin Sünni-Hanefi olduğu varsayımına göre yürüten Diyanet İşleri Başkanlığı’nın dininin, deyim yerindeyse “kıblesinin” devlet olduğunu söylemek aslında basit bir işaret etmekten başka bir şey değil. Bilen biliyor, ama bilmeyenler için biraz daha ayrıntılı biçimde anlatayım… Malum, Arapça kökenli “diyanet” sözcüğü din, iman, ibadet...

Narin için gerçekten içimiz acıdıysa eğer…

 Yine maalesef demek gerekir, “gelişmiş” saydığımız ülkelerde de çöküntü ve çürüme haberleri eksik değil. Demek oluyor ki meselenin çok boyutlu bir duyarlılıkla irdelenmesi gereği var. Eğer gerçeği anlamak ve anlamlandırmak gibi bir sorunumuz, sorumluluğumuz varsa… Korkunç Narin Güran cinayetiyle ilgili yürütülen soruşturmayı bir korku, gerilim filmi izler gibi seyrediyoruz yaklaşık bir aydır. Önce kaybolmasıyla ilgili, cesedinin bulunmasının ardından da “Katil Kim ya da kimler?” soruşturması, olasılıklar ve senaryo ile ilgili… Herkes detektif, suçbilimci kesildi başımıza… Zaten günlük, hatta “son dakika” gelişmeleriyle anlık olarak hepimiz izlemedeyiz. O yüzden neler olup bittiğini bir de ben tekrarlamayacağım. Ben konu her ne olursa olsun “uzman” edalarında fikir beyan eden, senaryolar yazan tipler kadar “cesur”, ruhsuz, duygusuz ve utanma duygusunu yitirmiş arsızlardan değilim; şükür… Dolayısıyla bu yazıda ne bir senaryo ne de “kaynaklarımdan edindiğim bilgilere göre” cümlesiyle...

12 Eylül: Yüzleşmeye cesaretiniz var mı?

 12 Eylül’ün zorbalığına bizzat maruz kalmamış olabilirsiniz, umarım öyledir ama mesele de o değil zaten. Zorbalığa karşı olmak için illa o zorbalığın mağduru olmak gerekmez. Zorbalığın kötülük demek olduğunu bilmek yeterdir… 12 Eylül darbesinin yıldönümü. Her eylül, 12 Eylül’dür bize; bilene, yaşayana, hissedene, hatırlayana… Başka bir eylül bilmiyoruz biz o gün bu gündür, 12 Eylül 1980 tarihinden bu yana… Hep beraber lanet okuyup geçebiliriz tabii. Hiç değilse “hep beraber” lanet okuyoruz; Perinçekgiller, Celal Şengör, Ertuğrul Özkök gibi marjinal tip ve çevreleri saymazsak. Hatta bu tipler bile “devir devran değişti” diye iç geçirip eskisi kadar açık seçik ve yüksek sesle 12 Eylül savunması, güzellemesi yapmıyorlar.  Ne var ki lanet okumakla geçmiyor işte. Öncelikle manasıyla, ülkeye ettikleriyle, ruhumuzda açtığı yaralarla yüzleşmek gerekiyor, “geçmesi” için… Doğru; ne devletin ne de Türkiye toplumunun böyle bir geleneği var. Yüzleşmek yerine unutmak, unutturmak, geçiştirm...

Ahhh… Çocuklar…

 Dostoyevski’nin ünlü eseri Karamazov Kardeşler’de İvan Karamazov, Alyoşa’ya sorar: “Söyle bana Alyoşa; yaratıcı sen olsaydın ve dünyanın yaratılışı bir küçük çocuğun acısını gerektirseydi, dünyayı yaratır mıydın?” Hani anayasanın ilk dört maddesi için yerli yersiz siyasiler, “Değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez” diyorlar ya, değiştirilse yer yerinden oynayacak, dünya başımıza yıkılacakmış gibi. Biliyoruz ki ne yer yerinden oynar ne de dünya başımıza yıkılır, kıyamet kopar…  Ama öyle olaylar duyuyoruz, görüyoruz, tanık oluyor ve yaşıyoruz ki, kıyamet kopsa yeridir. Rabia Naz nasıl öldü? 12 Nisan 2018 günü akşama doğru saatlerinde 11 yaşındaki Rabia Naz, Giresun’un Eynesil ilçesindeki evlerinin önünde can çekişir halde bulundu. Can çekişiyordu, konuşamıyordu ve kendisine ne olduğunu anlatamadı. Hastaneye kaldırıldı. Ertesi günü akşam saatlerinde son enerjisi ve nefesiyle babasının elini sımsıkı tuttu ve öylece can verdi…  “İntihar” dediler ama baba Şaban ...