Kayıtlar

Kasım, 2022 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

"Genç olup da devrimci olmamak bir çelişkidir"

Resim
 İyilik ve güzellik aşkına adanmış hayatların hikâyesi bizimkisi: güzel ve güneşli günler, mavi bir ufuk, illa da özgürlük... “Sefil düşünceler ve küçüklükler arasında kaybolup hayattaki büyük sırrı çözemedik, soru da cevapsız ve acımasız kalakaldı: Nasıl yaşadın, neden öyle yaşadın, neyi yapabilecekken yapmadın, başka bir yol, başka bir anlam arıyordun, yanlış zilleri, yanlış kapıları çaldın, yanlış yollara saptın, yanlış insanları sevdin, yanlış yataklarda uyudun, yanlış evlerde yaşadın. Neden hayal ettiklerini, düşündüklerini bu kadar küçümsüyorsun..." -Kostas Mourselas, Kızıla Boyalı Saçlar İnsan yaşamında önemli karar anları vardır. Bazen o anların hakkını veririz, düşünür, hesaplar ve sonuçta bir karar veririz. Bazen ise, şartların sizi sürüklediği yönde yürümek olur kararınız; yani aslında kendi irade ve tercihinizle, önünü arkasını hesaplayarak verdiğiniz bir karar yoktur. Şartların zorunlu kıldığı bir “rotası” oluşmuşsa yaşamınızın, fazla seçeneğiniz de yoktur, yürüyecek

Tuhaf bir dava...

Resim
 Dava bence yeterince tuhaf ama bir de duruşma için Nazımiye’ye geldiğimde güvenlik güçlerinin adeta teyakkuza geçmiş olması da tuhafıma gitti. Düşünün ki sokakta kendi halinizde yürüyorsunuz ve tanımadığınız, bilmediğiniz biri yanınızdan geçerken size dönüp tehditler, hakaretler yağdırıyor ve siz, ne olduğunu anlayamadan koşarak kaçıp uzaklaşıyor. Siz bu tuhaf duruma anlam verememiş, belki de tanımadığınız o kişinin biraz meczup biri olduğuna kanaat getirmiş ve “olayı” unutmuşken, bir gün karakoldan çağrılıyorsunuz “ifadeniz var” denilerek. Neticede hakkınızda bir dava açıldığını öğreniyorsunuz. Üstelik de davayı açan, yani hakkınızda şikayetçi olan kişi, unuttuğunuz bir tarihte size tehditler, hakaretler yağdırıp kaçan kişi... Ne düşünür, ne hissedersiniz? Günlerdir ben de aşağı yukarı böyle bir hissiyat içindeyim. Sözü, dikkatli okurun tahmin edeceği üzere geçen haftaki “Hem suçlu hem güçlü” başlıklı yazımda anlattığım meseleye getireceğim. Hâlâ bile adamın adını karıştırıyorum tanı

Her zaman hem suçlu hem güçlü olunmaz!

Resim
 Bu memlekette “devletin gücünü” Dersimliler bilmeyecek de kim bilecek? Sayın kaymakamın fazladan mesai harcamasına gerek yok. Mümkündür ki unutulmuştur, önce olayı hatırlatmış olayım, üzerinden epey zaman geçti. 13 Şubat 2022 günü birçok medya mecrasında “Nazımiye Kaymakamından cemevi yöneticisine silahlı tehdit” şeklinde başlıklarla bir haber yayınlandı. (Mesela bu haber.) Habere göre, Dersim’in Nazımiye ilçesi sınırları içerisinde bulunan Düzgün Baba Cemevi Başkanı Sinan Kırmızıçiçek son üç yılda cemevine verilen fahiş para cezalarını, “Bunlar hukuksuz cezalar, burası ticarethane değil” diyerek eleştirmişti. Cemevinden yapılan yazılı açıklamada da verilen cezaların “hukuksuz” olduğu görüşü somut örneklerle açıklanırken Nazımiye Kaymakamı Uğur Tutkan’ın cemevine yönelik “sistematik bir baskı, sindirme, cezalandırma” tutumu içinde olduğu söyleniyordu. (Haberin tamamı burada.) Bunun üzerine Nazimiye Kaymakamı Uğur Tutkan (sonradan Erzurum Palandöken Kaymakamlığına atanmış), beraberinde

Yıllar sonra, Dersim'de...

Resim
 Yıllar sonra Dersim'de idim... İçeriden çıkanın, çıkınca ilk ne yaptığı merak edilir. Ben toprağa bastım . Okurun affına ve anlayışına sığınarak, haftaya Dersim’e gidecek olmanın bende uyandırdığı hissiyatı, yıllar sonra ilk kez Dersim’e gittiğim zaman günlüğüme kaydettiğim yazıyla paylaşmak istiyorum. 2003 yazında kaleme aldığım aşağıda okuyacağınız yazı, “Yıllar Sonra, Dersim’de” başlığını taşıyor. Özetlediğim yazının tamamı, Yara. Yıllar Sonra Dersim kitabımda bulunuyor.  Dersim’e gitmek için illa da bir neden veya gerekçe olması gerekmez elbette ki. En azından bence. Yaz veya kış, bulabildiğim her fırsatta soluk almak için giderim. Ama bu kez bir “gerekçesi” var; hakkımda açılan bir dava var çünkü ve duruşmaya katılacağım. Haftaya yazacağım yazının konusu olacak bu. (Meraklanacak bir şey yok bu arada; malum, “olağan” şeyler haline geldi adliye mesaileri...) Galiba bu ay yazılarımın konusu hep Dersim olacak; ilgisini çekmeyenlere, “daha ilginç mevzular varken Dersim de nereden

Gün geçmiyor ki...

Resim
 “Günler ağır. Günler ölüm haberleriyle geliyor. / Düşman haşin zalim ve kurnaz.” Hey gidi Bülent Ağabey... Bülent Uluer... Bütün renk ve çeşitleriyle Türkiye sol hareketinin gelmiş geçmiş en sıkı ajitatörlerinden biri, hatta birincisiydi. (Bir de rahmetli Memiş vardı elbette, İTÜ’lü Memiş...) Sanmayın ki abartıyorum; bilenler bilir, bilmeyenler de sorsun öğrensin. Kadıköy’de rastlaşırdık ara sıra. Hayatını kaybettiği sene Hrant Dink anmasına kol kola birlikte gitmiştik. Elinde bastonuyla yürümekte zorlanıyordu. “Sen gelmeseydin keşke” diyecek olmuştum ve sözü ağzıma tıkmıştı; “Olur mu öyle şey!” 22 Ağustos 2022 günü yitirdik. Ölüm yıldönümü filan da değil, nereden aklıma düştü Bülent Uluer, anlatacağım. Bülent Uluer’in dinleyenlerin tüylerini diken diken eden, coşkuyla ayaklanmasını sağlayan ajitasyon konuşmalarının bazı değişmez klişeleri vardı. Çoğu zaman, üzerine çıktığı yüksekçe bir masa veya sandalye üzerinden “korsan miting” için çevresine toplananlara, “Arkadaşlar! Yoldaşlar!”

"İtirazım var!" diyemezsek eğer...

Resim
 “Kader” demeyecekseniz, ihmal ve sorumsuzlukların hesabını soracaksınız. Yoksa bu “kaderi” yaşamaya da, taşımaya da, ağlaşmaya da devam ederiz. 14 Ekim günü Amasra’daki maden ocağında, resmen açıklanmamış olmakla beraber grizu patlaması sonucu 41 işçi yaşamını yitirdi. Ağır yaralı 5 işçinin hastanedeki tedavileri devam ediyor. Ölen işçiler toprağa verildi. Aileleri, yakınları, sevenleri yasta. Siyasiler “olay” yerine koştular. İktidarda olanlar “kaza” dedi, “aslında her türlü önlem alınmıştı ama...” dedi, Reis de Soma için söylediğini tekrar etti, “kader” dedi. Muhalif siyasiler, “kaza değil cinayet” dedi, birkaç ay önceki Sayıştay raporunda dikkat çekilen riskleri hatırlatan açıklamalar yaptı, ilgili bakanı istifaya davet etti, vb. Atlamış olmayalım; hayatını kaybeden madenciler “şehidimiz” ilan edildi, sağ kurtulanlara da “gazi” denecek ve maaş bağlanacak mı, onu anlamadım. Bu “kader” lafıyla “dalga geçen” olmuş mu gerçekten Reis’in iddia ettiği gibi; kim ya da kimler, ne zaman? Ols

"Açılım da açılım! Alın size açılım!"

Resim
 “Alevilerin turistik bir unsur olarak Kültür ve Turizm Bakanlığı çatısı altında devletle bütünleştirilmesi, cidden parlak bir fikir.” -Açılım da açılım diye tutturmuştunuz! Açılım oldu işte, bakalım şimdi ne diyeceksiniz? -Açılım derken, son Alevi açılımını mı kastediyorsun? Tarihi, miladi, kültürel ve hatta turistik olanı? -Onu da beğenmediniz yani? Beğenseydiniz şaşardım zaten! Hani hak ve özgürlüklerden yanaydın sen? Hak veriyoruz beğenmiyorsunuz, vermiyoruz beğenmiyorsunuz! Ağzımızla kuş tutsak yaranamayız size! -Hak vermek, vermemek; bir hakkı tanımak, tanımamak kimseye bahşedilmiş bir görev ya da yetki değildir kardeşim! “Devlet” olmak, “iktidar” olmak da böyle bir yetkiye sahipsin demek değildir. Demokrasi ile diktatörlük rejimleri arasında böyle bir nitelik ve anlayış farkı var. Hak ve özgürlükler, Türkiye’nin de taraf olduğu birçok uluslararası sözleşmenin somutlaştırdığı evrensel normlardır. Marifet bunların gereğini şu veya bu gerekçe ile sulandırmadan, bulandırmadan yerine

Tarihi ve miladi bir "yeni adım" mı?

Resim
Ne zaman Alevilerin sorunları, talepleri, “açılım” lafları gündem olsa, nedense seçimlerin yaklaştığı geliyor aklıma. Ne alakası varsa! Başörtüsü ile ilgili herhangi bir sorun, gündem veya görünen gelecekte olası bir sorun, gündem ve kayda değer bir tartışma yok iken CHP konuyla ilgili parlamentoya üç maddelik bir yasa teklifi sundu. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu bu gelişmeden bir gün önce Twitter üzerinden yaptığı açıklamada, “Kadınların giyim kuşamını siyasetin tekelinden çıkartıyoruz. Bu hakkı yasal güvenceye alacağız” demişti. Sayın Kılıçdaroğlu’nun çıkışına “Bravo!” diyenler de oldu, “Haydaa? Nereden çıktı şimdi bu?” diyenler de. “Bravo” diyenler, AKP’nin elinden ve dilinden başörtüsü konusunu almanın önemine işaret ediyorlar. Şaşkınlıkla karşılayanlar ise, çözülmüş, aşılmış bir konunun yeniden gündemleştirilmesinin yersizliğini vurguluyor, vatandaşın asıl gündeminin sefalet ve yoksulluk olduğunu hatırlatıyorlar. Tam Nasrettin Hoca’nın “Sen de haklısın, sen de haklısın” dediği tür

"İran düşerse..."

Resim
 28 Şubat'ta maruz kalınan “başını aç!” dayatması zorbalıksa, İranlı kadınların maruz kaldığı “başını ört!” dayatması da zorbalıktır. Tahran’da başörtüsü “yetersiz” olduğu için “Ahlak Polisi” tarafından gözaltına alınan ve işkence edilerek hunharca katledilen 22 yaşındaki Jina Masha Amini, İran’da baş gösteren halk ayaklanmasının “bayrağı” oldu. Masha, Kürttü, Saqez kentinde yaşıyordu ve Tahran’a kardeşiyle birlikte akrabalarını ziyaret etmek için gelmişti. “Ahlak Polisi” olarak adlandırılan İrşad Devriyeleri isimli, görevi insanların ve başta da kadınların giyim kuşam ve yaşam tarzına müdahale etmekten başka bir şey olmayan resmi zorbalar tarafından bir saatliğine “irşat edilmek” üzere gözaltına alındı. Öldürüldü... Bunun üzerine İran’ın Kürdistan eyaletinde “Jin! Jiyan! Azadi!” şiarıyla kadınlar öncülüğünde halk sokaklara döküldü. Protestolar kısa sürede bütün İran’a yayıldı. Halen de devam ediyor. Molla rejiminin güvenlik güçleri protestoları bastırmak için halkın üzerine ateş a