Kayıtlar

Mart, 2019 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Seçim varmış...

Resim
"Seçim varmış" derken, tesadüfen haberim oldu manasında değil elbette. Bu kadar gürültülü patırtılı bir seçim atmosferi olacak da sizin seçimden haberiniz olmayacak; kuşkusuz mümkün değil. Bu arada ara sıra yüksek sesle kendi kendimize tekrarlamakta yarar var sanırım; bu seçimler, yerel seçimler...   "Niye gündeme dair yazmıyorsun?" diye bazen soran okurlarıma gelsin bu yazı :) İşte gayet siyasi ve de gündeme dair bir yazı. 31 Mart yerel seçimleri ile ilgili bazı notlar... "Aşkım, sevdam, sevgilim" muhabbeti? Dört bir yanda bilboardlarda, otobüs duraklarında, caddelere asılan pankartlarda filan rastladığınız seçim sloganları içerisinde dikkatinizi çeken oldu mu? Bazı seçim sloganlarında yönetmeye talip olduğu şehir ve belde için "aşkım, sevdam, sevgilim" deniyor. Belli ki yönetmeye talip olduğu şehri sevdiğini anlatmaya çalışıyor bu sayın adaylar ama bunu, bu şekilde "direkt" ifade etmek başka çağrışımlar yapıyor. Ben de insanl

Newroz deyince...

Resim
Newroz, doğanın dirilişine tanıklığımızın sembolleştiği gündür. Bir "yeniden başlamak" heyecanı, umudu, sevincidir. Yenilenmeye, arınmaya, kardeşliğe davettir. Savaşa, kavgaya, ölüme değil, yaşama ve barışa dairdir. Bu yüzden bayramdır... Kutlu olsun. Piroz be. Newroz'u anlamlandıran efsaneyi bilmeyen yoktur herhalde; yine de kısaca hatırlatmış olayım. Efsaneye göre Ortadoğu'da güçlü bir imparatorluk olan Asur'un Dehak adında, hükmü altındaki halklara kan kusturan zalim bir kralı varmış. Bir gün omuzlarında kendisine korkunç acı veren yaralar çıkmış. Dört bir yandan getirdiği namlı hekimler, büyücüler Dehak'ın yaralarını tedavi edememişler. Bir gün uğursuz bir büyücü bu yaraları tedavi etmek ve acılarının dinmesi için yaralarının üzerine bebek kalbi koyması gerektiğini söylemiş. Zalim Dehak askerleri her gün öldürdükleri bebeklerin kalplerini getirmişler ona; ağrıları gerçekten de diner gibi oluyormuş. İnsanlar Dehak'ın bu zalimliği karşısında çaresiz

Marifet ve erdem dediğin...

Resim
Hayat işte… Akıp gidiyor bir şekilde… Beraberinde birikmiş ve biriken hasretler, umutlar ile. Hasretlerin, umutların, yapamadıkların ve yapmak istediklerin bir şekilde akıp giden hayatla birlikte omuzlarında, yüreğinde, ne yalan demeli, her geçen gün daha da ağırlaşıyor. Ve ne yalan demeli, onları taşımak için ihtiyacın olan güç her geçen gün daha da artmıyor, azalıyor, zayıflıyor; yoruluyorsun… Yoruluyorsun… Yorgunluk hissi, gözlerine, bakışlarına yer etmiş hüzünle kol kola ruhunu teslim almışsa, yapamadıkların ve yapmak istediklerin, birer aşılmaz dağ misali büyüyor önünde uzanan yol üzerinde. Ve o yoldur hayat sonuçta, yürümek gerektirir; aslolan yürümektir denir hani. Aslolan yürümektir, yaşamak yani; yani anlam katmak varlığına veya varlığınla anlamlı kılmak yaşamayı… Yoksa, yaşamak dediğin nedir ki? Bir farkın olmalı ömrünce bütün çabası beslenmek, üremek ve barınmak olan herhangi bir canlıdan… “Dayan dizlerim…” diye olmadık sınavlarını hayatın göğüslemiş olabilirsin. Ama