Kayıtlar

Mart, 2022 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Savaş elbet biter. Ya sonra?

Resim
Rusya, “arka bahçesi” olduğuna inandığı ülkelerin bağımsız iradeleriyle var olmalarına kendi belirlediği sınırlar koyuyor. Ne kâhinim ne de TV ekranlarında arz-ı endam eden kerameti harita başında elinde tuttuğu sopadan menkul bir “uzman” ama gidişattan anladığım, Rusya’nın Ukrayna’yı işgal harekâtıyla başlattığı savaş, en azından “sıcak savaş” boyutuyla yakın zamanda bitecek.  Rusya’nın ordu ve savaş gücü, silahları, füzeleri, hedefledikleri “mutlak zaferi” elde etmeye belli ki yetmiyor, yetmeyecek. Hatırlanacaktır, işgalin ilk günlerinde Ukrayna’da hükümetin devrileceği, olmadı ordunun darbe yapacağı beklentisi vardı; Putin açık açık çağrılar da yaptı. Bizim yorumcular da hemen “Ukrayna’da hükümet düşmeden, Rusya yanlısı bir hükümet işbaşına getirilmeden Putin durmaz” dediler.  Boşa düşen bu olasılık gerçekleşseydi bile Rusya “mutlak bir zafer” elde etmiş olmayacaktı.  “Ukrayna diye bir ülke de halk da yok aslında” denilmesine rağmen, Rusya Ukrayna’da işgalci bir güç olarak ilanihaye

Dinde zorlama yoktur zorunlu din dersi vardır!

Resim
Sorunu Alevilerin sorunu olarak görmek son derece yanlış ve yanılgılı bir yaklaşım. Söz konusu olan, her yeri geldiğinde “geleceğimiz” olduğunu vurgulama gereği duyduğumuz çocuklarımızdır, onların sözcüğün en geniş manasında sağlıklı gelişimidir Alevilere özgü sanılmakla birlikte aslında devletin sahici bir laiklik anlayışını benimsemesi (bütün din ve inanç gruplarına, inançsız yurttaşlara eşit mesafede durması) gerektiğini savunan herkesin eşit yurttaşlık hakkını ihlal eden zorunlu din dersleri, eşit yurttaşlık sorunlarımızın önemli bir boyutunu oluşturuyor. Bilindiği üzere yürürlükteki darbe anayasasının 24. maddesinin dördüncü fıkrasında, din derslerinin ilk ve orta öğretimde “zorunlu” ders olduğu hükme bağlanmıştır. Yani bir anayasal zorunlulukla karşı karşıya bulunuyoruz. İktidara gelenler, herhangi bir dersi keyifleri istiyorsa müfredattan çıkarabilirler ama din dersi için bunu yapmalarına anayasa engeli var. Malum, 12 Eylül cuntasının şefi Kenan Evren, darbe yıllarında düzenledi

#SavaşaHayır demek...

Resim
Meselemiz, şuna karşı, bundan yana gibi bir tercih değil savaşın kendisine karşı çıkmak olmalı. Savaş Sanatı adlı eseri hâlâ kurmay okullarında okutulan MÖ 500’de Çin’de yaşamış askerî strateji dehası Sun Tzu’nun bilinen sözüdür; “Gerçek zafer, savaşmadan kazanılan zaferdir. Gerçek önder savaşmadan kazanan önderdir.”  Bilgece bir sözdür. Bir askerî strateji uzmanı komutan tarafından söylenmiş olması ayrıca anlamlıdır.  Savaşarak elde edilen hiçbir “zafer” mutlak ve hiçbir “yenilgi” de kesin değildir.  Çünkü savaş, ölüm ve yıkım demektir ve bu, sadece savaşı kaybedenler için değil “kazananlar” için de böyledir. Savaşta kazananlar da ölür, yaralanır, geride acılı aileler bırakır. Kazananların ekonomileri de savaştan etkilenir; başka ve daha hayati alanlar için ayrılması gereken bütçeler savaş için harcanmış olur çünkü. Savaş, kazanana da kaybedene de ağır bedeller ödetir.  Hele ki yaşadığımız çağda savaş, sadece yiğitlikle, cesaretle, beslediği asker sayısıyla yürütülebilir, kazanılabili

'Eskiden cemevi mi vardı?'

Resim
Cemevlerinin statüsü ile ilgili tartışmalarda bazen abesle iştigal yaklaşımlara halen rastlanabiliyor. Bu yaklaşımların sahipleri bazen bilerek bazen de bilmeden, empoze edilen cehaletin bir sonucu olarak, demagoji yapıyorlar, hakikati tahrif ediyorlar Alevilerin “eşit yurttaşlık” istek ve taleplerinin somut alanları var ve bunlardan biri, cemevlerinin ibadethane statüsünün kesinleşmiş AİHM kararlarına rağmen tanınmaması. Aleviler “yurttaş” ama inançları, ibadetleri, ibadethaneleri itibarıyla öteden beri bariz bir ayrımcılığa uğruyorlar ve bu duruma “kader” diye boyun eğmeleri isteniyor, bekleniyor… Cemevleri, Alevilerin ibadetlerini yerine getirdikleri mekanlar. Bu yıllardır ve fiilen böyle. Resmiyette ise, yurt sathında bini aşkın sayıdaki cemevi, herhangi bir “dernek” statüsünde. Oysa örneğin, cenazelerini cemevlerinden kaldırıyorlar. İbadetlerini cemevlerinde yerine getiriyorlar. Cemevleri, Alevilerin inançları ile birlikte kültürlerini, geleneklerini, sosyal dayanışma ve birliktel

Tansu Çiller... Nasıl bilirsiniz?

Resim
 Bu soruya özellikle 90’lı yılların “namlı” çevrelerinden birçok “muteber” şahsiyetin “İyi biliriz!”, “Erkek kadındı valla!” türü cevaplar vereceğini tahmin etmek zor değil.  Güvenlik ve istihbaratla ilgili legal ve illegal (JİTEM için sorsanız hâlâ “yok öyle bir şey” diyorlar) faaliyetler içinden şahsiyetler bunlar. Misal, Çiller’in elinden tuttuğu gibi Emniyet Genel Müdürlüğünden siyasete, bakanlığa terfi ettirdiği Mehmet Ağar, geçen sene Sedat Peker’in ifşaatlarıyla adı tekrar gündeme gelen Korkut Eken, o dönem bölgesindeki uyuşturucu trafiğini elinde bulunduran korucubaşı ve milletvekili Sedat Bucak, emniyetin “özel” teşkilatının sorumlusu İbrahim Şahin ve bu teşkilat içinde oluşturduğu daha da “özel” polis birimi filan.  Tabii bir de mafya faaliyetleri yanında devletin kirli işlerini görmekle görevli (“Her şey vatan için!”) “ülkücü” veya “devlet ve milletperver” olduklarını bilhassa vurgulayan mafya grupları var. En namlı olanları; Alaattin Çakıcı, Sedat Peker, Hadi Özcan, Saralla

Aleviler olmasa 'gayet eşitiz' aslında...

Resim
Alevilerin “eşit yurttaşlık” talep ve istekleri, Aleviler dışında kimsenin sorunu ve gündemi olamıyor bir türlü. Ne devletin, ne siyaset kurumunun ve ne de toplumun… Malum, anayasada Türkiye Cumhuriyeti Devletinin temel nitelikleri, “Demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti” olarak tarif edilir. Unutmuyoruz: Darbecilerin yaptığı bir anayasadır, ideolojik özü, bu tarif ve diğer yasa önünde bütün yurttaşların “eşit” olduğunu belirten maddelerle çelişen bir nitelik taşır. Ama üzerinde duracağım asıl husus, bu değil; en azından bu yazı itibarıyla. Hukuk devleti olmak, öncelikle kamu otoritesinin yasalarla bağlı olduğunu anlatan bir kavram. Yani iktidar olduğunuzda, devleti yönetme yetkisini seçimlerle aldığınızda, amiyane tabirle ülkeyi kafanıza ve keyfinize göre değil, yürürlükteki anayasaya göre yönetmekle yükümlü olduğunuzu ifade ediyor. Kuşkusuz anayasalar da diğer yasalar gibi şartlar ve ihtiyaçlar kapsamında değiştirilebilir, şartlara ve ihtiyaçlara cevap veren bir niteliğe kavuştu

'Kürtlerin neden devleti yok baba?'

Resim
Birkaç ay sonra 11 yaşına girecek bir kızım var. Zerya. Bazen düşündürücü diyaloglarımız oluyor. Doğduğundan beri ona asla yalan söylemedim. Geçtiğimiz 15 Şubat günü bir dönemin “ünlü” haber spikerlerinden Gülgün Feyman’ın Kürtçe’ye dair “Kürtçenin altyapısı yok, birbirini anlamazlar” mealinde sözler sarf ettiği bir haber, sosyal medyada gündem oldu. (“Ne demişti ki?” diyenler için haber burada. Kürtler ve aklı başında, vicdanı yerinde insanlar bu buram buram cahillik de içeren ırkçı, aşağılayıcı yaklaşıma tepki gösterdi. Ben de Twitter’dan dedim diyeceğimi. Ama burada da daha derli toplu düşüncelerimi paylaşmadan edemedim.  Bu “görüş” sadece Gülgün Hanım'a özgü olsa, gülüp geçmek dışında bir tepki göstermek de gerekmezdi. Maalesef öyle değil. Parlamentoda hala Kürtçe için tutanaklarda “Bilinmeyen bir dilden konuştu” deniyor. “Kürtçe medenî bir dil değil” diyen politikacılar olduğunu da biliyor, hatırlıyoruz. Ülkenin “bu” tarafında birçok yerde hala sokakta Kürtçe konuşmak, şarkı,

Onlar 'yoksul' bile değil...

Resim
2019 yılının sonlarında Çin’in Hubei bölgesi başkenti Wuhan’da başlayıp kısa sürede bütün dünyaya yayılan Covid-19 salgını nedeniyle bugüne değin yaklaşık 6 milyon kişi hayatını kaybetti. Salgın, değişik varyantları ile hala küresel bir sağlık krizi. “Normal” dediğimiz zamanlar bir daha yaşanabilecek mi; bu, uzmanların tereddütlü ve temkinli yanıtladıkları bir soru… Pandeminin ölümcül etkilerini hiç değilse sınırlandırabilmek için “Maske-Mesafe-Temizlik” olarak özetlenen tedbirler halen gündelik yaşamımızın bir parçası. Geçtiğimiz iki yıl boyunca pandeminin “pik” yaptığı dönemlerde birçok kez sokağa çıkma kısıtlamaları uygulandı, “evde kal” kampanyaları yapıldı. Ne var ki hayatın da bir şekilde sürmesi gerekiyordu. Nitekim birçok sektörde “evden çalışma” düzenine geçildi ama çalışmak zorunda olan ve bunun için herkesin uzak durması telkin edilen sokağa çıkması gereken insanlar da vardı. İnternetten satış, market zincirleri gibi bazı sektörler bu dönemde büyürken genel olarak ekonomik k

Herkes 'kendine göre' darbeye karşı...

Resim
Alevilerin “irtica, şeriat” tedirginliği ile Sünni kesimin Alevilere yönelik önyargıları, kutuplaşma için gayet “elverişliydi." Memleketin tarihi darbeler, askerî müdahaleler tarihi. Tarihi böyle olan bir ülkenin, sonuçta sahici, işleyen bir demokrasi ve sağlam bir toplumsal barış inşa etmesi beklenir. Nitekim örnekleri de var dünyada; Yunanistan, İspanya, Portekiz ve birçok Latin Amerika ülkesi…  28 Şubat, malum, herhangi bir gün değil, “postmodern” darbenin yıldönümü. 25 yıl geçmiş üzerinden. 2013 yılında yargı konusu oldu. Dava süreci başlı başına ele alınması gereken bir konu. Meselenin asıl üzerinde durulması önemli boyutunun, darbecilerin darbeye “toplumsal meşruiyet” kazandırma çabası olduğunu düşünüyorum. Çünkü bizdeki darbeleri örneğin Latin Amerika’daki darbelerden ayırt eden bir “özelliği” varsa, o da bu “meşruiyet” meselesi… Bu, beraberinde sorunu bir “yüzleşme” konusu haline de getiriyor. Biliyoruz, bizde darbeciler, kendilerini memleketin “aslî” sahipleri görüyorlar