Kayıtlar

Eylül, 2018 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Menemen ve soğan 'sorunsalımız' üzerine...

Resim
“Menemen soğanlı mı olur soğansız mı?” tartışmasına ilk kez ünlü gastronomi uzmanı Vedat Milor’un Twitter’da düzenlediği anketten önce Facebook’da tanık oldum. Bir arkadaşım kalabalık bir arkadaş grubunu ağırlayacakmış evinde, fazla vakti de olmadığından menemen yapacakmış ama menemen soğanlı mı olurmuş soğansız mı diye sormuştu. Şaşırmıştım; Menemen soğansız mı olurmuş? Eğer soğan kıtlığı varsa veya soğanın fiyatı bir ara olduğu gibi coşmuşsa, o ayrı. Ama normalde menemen dediğin soğanlı olurdu tabii ki…    Meğerse böyle bir “sorunu”, ikilemi varmış insanların… O arkadaşımın paylaşımının altında acaip bir tartışma koptu. Benim “Tabii ki soğanlı olur” şeklinde tarafımı belli etmem üzerine “Köylü işte, ne olacak?” havasında yorumlar yapanlar bile oldu :) Sonrasında Vedat Milor’un Twitter anketi “gündem” oldu. Anket sonucu, yüzde 51 oranında “soğanlı” diyenler ağır bastı ama yuvarlak bir hesapla iki kişiden biri “soğansız olur” diye düşünüyormuş. Arada kaynamasın; Vedat Milor d

Eylül demek, 12 Eylül demek...

Resim
Eylül geldi. Güz. Hazan mevsimi. Ve Eylül demek, on yıllardır, 12 Eylül demek... Sadece binlerce 12 Eylül zulmüne doğrudan maruz kalmış insan için değil, ülke olarak "miladımız" bu tarih. Çünkü 12 Eylül 1980 günü, henüz tan ağarmamışken, bir "darbe" oldu bu ülkede. Darbecilerin "müdahale" demeyi tercih ettikleri, büyüklerimizin "ihtilal" dediği bir darbe... Tez zamanda anladık: Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı, olamayacaktı... Kışladan "Sıkıyönetim Cezaevi"ne dönüştürülmüş bir hapishanedeydim darbe olduğunda. Davutpaşa Askeri Cezaevi'nde. Osmanlı'dan kalma köhne ve büyük bir yapıydı. Sonradan bir üniversitenin kampusu oldu. Henüz Metris açılmamıştı. Tecrit koğuşlarındaydık. Henüz tan ağarmamıştı ve memleketin dört bir yanında tanklar harekete geçmiş, ülkenin "kaderini" ellerine almışlardı. Nicedir hapishanede yatıp kalkan cezaevi müdürü Binbaşı Adnan Özbey, bu "müjdeli" haberi bizimle pay

...Ve Hüseyin atından düşerdi her defasında

Resim
Uzun kış geceleri, idare lambasının cılız ışığı altında, nar gibi kızarmış odun sobasının çevresinde toplaşmış olurduk. Akşam yemeğinin ardından babam evimizin gözdesi transistorlu radyodan “ajansları” da dinledikten sonra, sohbet zamanıydı. Dersim’e dair hikayeler, masallar, meseller… Ve bazen de annem tahta sandığın diplerinde sakladığı bir kitabı çıkarır koyardı önüme, “oku” diyerek. Daha önce kaldığım yerden devam ederdim bazen, bazen de gelişigüzel bir yerinden başlardım okumaya. Kerbela’yı hikaye eden bir kitaptı bu… Ben okudukça annem duvarda asılı Hz. Ali resmine dalar giderdi başını tarif edilemez bir acıyla, hüzünle iki yana sallayıp göğsünü döverek. Kürtçe dualar ederek eşlik ederdi bana. Ben, her defasında aynı heyecanla ve her defasında sesim titreyerek, nefesim boğazımda düğümlenmiş olarak okumaya devam ederdim… Bir şey olacaktı sanki, bu sefer bir şey olacaktı ve Kerbela’da İmam Hüseyin ve ailesini, yoldaşlarını kuşatanlar taş kesecekti mesela, elleri kolları tut

O, yani Kenan Evren... (Arşiv'den)

Resim
Ağzından çıkan ‘kanun’du. Adı korkuyla söylenendi. Etrafında pervane olunan ve ne dese “Hakk-ı âliniz var efendim” denilendi. Memleketin karşı karşıya bulunduğu dahili ve harici tehdit ve tehlikeleri en iyi gören, bilen, söyleyen ve o tehlikeleri bertaraf edendi. Onun sayesinde ülke uçurumun eşiğinden dönmüştü. Onun sayesinde bölünmemiş, birlik ve beraberlik onun ve oluşturduğu rejimin etrafında kenetlenerek kurtarılabilmişti. Halkı o uyandırmıştı, devleti yeniden yapılandırırken alkış tutulandı… Tek işi devleti ve milleti kurtarmak olmayandı; o, her şeyden anlayan, her şeye karışan, her konuda halkın duygularına tercüman olandı. Sanatla ilgili de sözü vardı edebiyatla ilgili de. Picasso’nun dünyaca ünlü resimlerine bakıp, “Ne var ki bunda, bunu ben de yaparım” diyendi. “Tükürürüm böyle sanatın içine” diyenlere, beğenmediği heykellere ‘ucube’ diyenlere ilham kaynağı olandı. Ne yapmışsa “aziz millet” için yapandı. Kendini ‘millet’ sanandı. Memleketi açıkhava hapishanesine çe

Leylekler göçtü. Acaba tekrar geri gelecekler mi?

Resim
Mevsimler değişir, zaman akar, hayat devam eder… Yaz bitti işte, bu yaz da. Leyleklerin göçünden belliydi. Acaba tekrar geri gelecekler mi, gelecek yaz tekrar göç etmek üzere. “Küresel ısınma” deniyor ya hani, tuhafımıza giden, şaşırdığımız iklim değişiklikleri hayatın olağan akışının rutinleriyle ilgili bile düşünen insanların tereddüt etmelerine neden oluyor. Leylekler tekrar geri gelecek mi? Kışın kar yağacak mı? Ya bahar yağmurları? Yaz sıcağı yine bunaltıcı nemiyle birlikte mi çökecek üstümüze? Kaç kişi hatırlıyor acaba, Temmuz ayına değin yer yer yağmur yağmaya devam ediyordu. Bazen düpedüz üşüdüğümüz rüzgarlar esiyordu ve biz “Ortasındayız mevsimin, ne zaman ısınacak havalar?” diye yakınıyorduk birbirimize. Öyle ya, madem yazdı, madem uzun sürmüştü kış ve özlemiştik kemiklerimizin ısınmasını, havuza girmeliydik, denize gitmeliydik, sahil yollarındaki parklarda mangal yakmalı, tatile çıkmalıydık… Sıcaklar çökünce bu kez de sıcaklardan bunaldık. Yağmur ve rüzgar serinliğini ö