Kayıtlar

Ocak, 2022 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Hapishanelerde ihlaller diz boyu...

Resim
Hapishaneler tıklım tıklım. Türkiye’de, toplam 266.575 kapasiteli 86’sı açık, toplam 384 hapishanede 295.754 mahpus tutuluyor. Kapasite fazlası yüzde 10,94 Demokrasi, insan hak ve özgürlükleri, hukuk ve yasa önünde herkesin eşit olması, eşit yurttaşlık gibi peş peşe birçok “ölçü” sıralayabiliriz. Zaten bunlardan herhangi birinin “iyi” ve diğerlerinin “kötü” durumda olması diye bir anlayış içinde olmak, mümkün ve doğru değildir. Temel hak ve özgürlükler, ulusal ve uluslararası hukukun tanımladığı normlardır. Bir bütün olarak benimsenmesi ve daha da önemlisi uygulamada herhangi bir ayrımcılık ya da çifte standartçı yaklaşım içinde olmamak gerekir. Eğer iddianız ve muradınız “demokrasi” ise… Suç, yargı, savunma, ceza ve infaz silsilesi içerisinde hangi anlayışla hareket edildiği, ne tür bir pratik sergilendiği sorularının cevapları, demokrasi ve hak ve özgürlükler konusunda gerçeğinizin de aynası oluyor.  Bu alanda ülkemizin önemli sorunları bulunduğu bilinen ve yaşadığımız bir gerçek. Or

'Doruğa yaklaştıkça uçurumların derinliği de artar'

Resim
Adam zaten haksız, hukuksuz yere tutuklu, buna artık son verirler... Son duruşmalarının hemen hepsinde beklentim buydu açıkçası. Olmadı. Yaşamımızın yarısı öfke En az yarısı öfke En az yarısı Soğukluğu taş duvarların Yumruklarımın ağrısı" --Necati Cumalı Hapishanede, ceza alması kuvvetle muhtemel tutuklularda dahi duruşması olduğu gün, heyecanlı bir “acaba” duygusu yaşanır; “Acaba bugün tahliye edilir miyim?” Gayet normal ve insanî bir heyecandır bu. Mahkeme tutukluluğa devam kararı verir ve bir dahaki duruşmaya kadar bu “acaba” duygusu ertelenir; hapishanenin kendine özgü olağan rutini içinde zaman değirmeniyle sınavın devam eder. Kuşkusuz bu “heyecan”, ortada tutukluluğu gerektirecek bir şey olmadığı halde tutuklu olan birinde ister istemez daha belirgindir; “Bu duruşma çıkarım herhalde.”  Hapis olmanın sözcüklerle kolayca ifade edilemeyecek hassas ruh hâlleri, kırılma noktaları var. “İçeride” olmaya alışmayacaksın mesela, “dışarı”yı iliklerine değin hissedecek bir direncin olac

Tanıklar var, deliller var ama Yusuf Bilge Tunç 'yok'!

Resim
Adalet, temel hak ve özgürlükler, herkesin ideolojik, siyasi, inançsal tercihi ne olursa olsun üzerinde mutabık olması gereken bir ortak payda. Bu yüzden bir “kayıp” veya “zorla kaçırma” olayı, kaybedilen, kaçırılan kişinin kim olduğuna bakmaksızın, temel ve korkunç bir insan hakları ihlali olduğu için herkesin aynı duyarlılıkla yaklaşması gereken bir suç Yusuf Bilge Tunç, Savunma Sanayi Müsteşarlığındaki görevinden 15 Temmuz darbe girişiminden sonra KHK ile ihraç edilen binlerce kişiden biri. 6 Ağustos 2019 günü sabah saatlerinde evinden akşam saat 20:00’de döneceğini söyleyerek ayrıldı ve kendisinden bir daha haber alınamadı. Kamudaki görevinden ihraç edildikten sonra ticaret yapmak için kullandığı araç, “kayıp” olduktan 48 saat sonra Ankara GİMAT’ta yolun kıyısına terk edilmiş olarak ailesi tarafından bulundu.  2019 yılı içerisinde Ankara, Edirne, Antalya ve İstanbul’da KHK ile görevlerinden “FETÖ” gerekçesiyle ihraç edilen altı kişi kaçırıldıktan, ortadan kaybolduktan aylar sonra A

Şimuni Diril'i kim(ler) öldürdü? Hurmüz Diril nerede?

Resim
Gülcan Diril: Gül ekmekten, ağaç dikmekten, ekmeğimizi bölüşmekten başka ne zararımız vardı size bu ülkede, nasıl kıydınız anneme? Zalimsiniz! Gülistan Doku’nun 5 Ocak 2020 günü Dersim’de “kaybolmasının” ardından esrarengiz bir “kayıp” olayı da Şırnak’ın Beytüşşebap ilçesine bağlı Mehrê (Kovankaya) köyünde yaşandı. 65 yaşındaki Şimuni Diril ve 71 yaşındaki Hurmüz Diril, çocuklarının ifadesine göre 8 Ocak 2020 günü “yok” oldular, “kayıp” oldular. Şimuni ve Hurmüz Diril, devlet tarafından boşaltılan ve uzun süre geri dönüşe izin verilmeyen köylerine 2011 senesinde dönerek harap haldeki köye yeniden hayat vermek için çalışıyorlardı. 12 Ocak 2020 günü Diril çiftinin çocuğu, İstanbul Keldani Katolik Kilisesi papazı olan Remzi Diril, anne ve babasından haber alamadıkları için telaş ve endişeyle ne olduğunu anlamak üzere köye geldiğinde, köyde yaşayan Dirillerin akrabası Apro Diril’in anlatımlarından hareketle Şimuni ve Hurmüz Diril’in “kaçırıldıklarını” öğrenir. Çocuklarının ilk işi güvenlik

Bir ailenin feryadı: Gülistan Doku nerede?

Resim
Çocuklarını el bebek gül bebek büyüten, okusun diye kıt kanaat imkanlarıyla Munzur Üniversitesi’ne yollayan Doku ailesinin acısı, Türkiye’nin utancıdır Munzur Üniversitesi Çocuk Gelişimi Bölümü ikinci sınıf öğrencisi Gülistan Doku, 5 Ocak 2020 tarihinden bu yana “yok,” yani “kayıp,” yani başına ne geldi “bilinmiyor.” Yani ölü mü sağ mı, öldüyse nasıl, kim ya da kimler tarafından, niçin, sağ ise nerede? Bunun geride kalan ailesi için, arkadaşları ve tanıyanları için ne kadar korkunç bir şey olduğunu düşünebiliyor musunuz? Bu “esrarengiz” olayın ne denli korkunç olduğunu anlayabilmek, düşünebilmek, hissedebilmek için kuşkusuz illa da onu tanıyor olmak, ailesi veya arkadaşı olmak gerekmiyor. Yurttaş olmak, insan olmak, düşünebiliyor, hissedebiliyor olmak ve bir parça empati erdemine sahip olmak yeterli. Gülistan Doku’nun “kaybolmasının” üzerinden 19 gün geçtikten sonra, 24 Ocak günü, Elazığ’da çevre illerde de hissedilen şiddetli bir deprem oldu. Yitirdiğimiz insanlar oldu, çok sayıda ins

Biraz insaf, biraz izan, biraz vicdan, biraz edep!

Resim
Devletin kışkırtmasıyla birçok insanın yine sokağa dökülüp yağmaya, talana girişmeyeceğinin, insan avına çıkmayacağının güveni içinde miyiz? Irkçılık her yerde ve her halükârda kötü bir şey ama her vesileyle söyleme, hatırlatma gereği duyuyorum, çeşitliliğiyle anlamlı, değerli Anadolu coğrafyasında özellikle kötü. Çünkü bu coğrafyanın tarihine, tarihî dokusuna, birbirinin içine geçmiş etnik, dinî, kültürel yapısına, her şeyine ters.  Kim ne kadar Türk, ne kadar Kürt veya Ermeni ya da Rum? Dünyada ve hele ki bu coğrafyada saf, katışıksız bir ırk var mı, olabilir mi?  Belki hala kaldıysa Afrika veya Latin Amerika’nın balta girmemiş ormanlarının derinliklerinde vardır ırkı saf, katışıksız olan kabileler; henüz “medeniyetle” tanışmamış oldukları için. Ama onların da şu veya bu halktan üstün olmak gibi ırkçı iddiaları yok zaten. “Irkımız” insan olmak. Bir parçası olduğumuz doğanın en enteresan ve akıllı olmasıyla diğer canlılardan ayrışan, “efendi” olduğunu zanneden türüyüz. Sahip olduğumuz

Geçmişle gelecek arasında sıkışmış bir şimdiki zaman

Resim
Dünya, ancak onu dönüştürme umudu var olduğu ama bu umudu gerçekleştirme olanağı bulunmadığı zaman katlanılmaz bir hale gelir. -- John Berger İki yılı aşkındır devam eden pandemi sürecinde korona sebebiyle, kalp krizi, kanser gibi hastalıklar sebebiyle peş peşe çok arkadaşım hayatını kaybetti. Çoğu hapishane süreçlerinden arkadaşımdı. Sizde de oluyor mu bilmiyorum, elim telefon rehberindeki isim ve numaralarını silmeye, sosyal medyada takipten düşürmeye varmıyor bir türlü. Numarasını silince hafızandan da silmiş olacakmışsın gibi tuhaf bir suçluluk duygusuna kapılıyor insan.  Selçuk Hazinedar’la yazışmamız duruyor Whatsapp'ta hâlâ. Covide yakalandığını duyunca durumunu sormuş, şifa dilemiş, geçmiş olsun demiştim. “Çok sağol” diye cevap vermişti, “atlatacağım.” Ama atlatamadı. Yoğun bakıma alındı. Entübe edildi. Ve geçtiğimiz yılın son günü son nefesini verdi. Çok sevdiği memleketi Aybastı’da toprağa verildi… Bir arkadaşım yazmıştı, “Nar çiçeği mevsimi başladı bizim için de” diye. N

Roboski... "Bize ne" demiyorsanız eğer...

Resim
Robozik rastiyek ‘sersalê ye’ û divê em li ser hinek bifikirin. Helbet heke hûn nebêjin ‘çi min re’… Hayır, sevgili okur, niyetim kimsenin neşesini kaçırmak, tadını bozmak, yeni yıl heyecanına gölge etmek değil. Ama işte, Roboski diye bir gerçeğimiz var. Roboski, bir “yeni yıl” gerçeğidir ve üzerinde bir parça düşünmek gerektirir. “Bize ne” diyen, yazının devamını okumasa da olur. İnsanın nefes alıp verdiği sürece unutamadığı, unutamayacağı, hafızasına çakılı kalan olaylar vardır. Üzerinden nice zaman geçerse geçsin… 28 Aralık 2011 günü yaşanan Roboski katliamı benim için ve tabii ki olayın acısını yüreğinin derinliklerinde hisseden herkes için, böyle olaylardan biri.  O gün, TSK savaş uçakları sınırın Irak tarafından “kaçaktan” dönen çoğu çocuk yaşta Kürt köylülerin üzerine 21:37’yi gösterdiğinde bombalar yağdırdı. 34 kişi korkunç bir şekilde parçalanarak hayatını kaybetti. Bombardımanı çaresizce köydeki karakola koşup “Yapmayın! Onlar bizimkilerdir!” diye feryat ederek durdurmaya çal