Kayıtlar

Eylül, 2021 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Kürt sorunu 'muhatap' sorunudur

Resim
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Siyaset kurumunun 35-40 yıldır çözemediği bir Kürt sorunu var” şeklindeki sözleri ve çözümün adresi olarak parlamentoyu, “meşru muhatap” olarak da HDP’yi işaret etmesi tartışmalara neden oldu. Okurun Kılıçdaroğlu’nun sözleri üzerine kim ne dedi konusunda Ümit Kıvanç’ın yazısına bakmasını öneririm: Kürt sorunu yok, eşya toplamak var (gazeteduvar.com.tr)  Ülkenin seçim sath-ı mailine girmiş olması ve ufukta görünen seçimlerde HDP ve HDP seçmeninin tercihinin “kritik” bir öneme sahip olmasıyla doğrudan ilgili bir tartışma bu. Bunu tartışmayı önemsizleştirmek için söylemiyorum. Ancak ilgili bütün tarafların olası seçimlerin ertesinde de pozisyonlarını netleştirmeleri gereği olduğu açık. Buna katkı koyan çabalar değerlidir. Pek üzerinde duran olmadı ama Sayın Kılıçdaroğlu’nun sorunun evveliyatını “35-40 yıl” olarak belirlemesi, bilerek veya bilmeyerek, son derece hatalı. Çünkü 35-40 yıldır kazandığı anlam itibarıyla Kürt sorununun temelleri cumhuriyetin ku

Birbirimize sonradan utanacağımız yanlışlar yapmamak için...

Resim
Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada Alevi yurttaşları ayağa kaldıran küçük çaplı bir “olay” yaşandı. Can Yayınları tarafından 1982 yılında yayınlanan Nabokov’un “Lolita” isimli romanında “inzest” (ensest) sözcüğü Türkçeye “Kızılbaş” olarak çevrilmişti. Kitabın çevirmeni, Fatih Özgüven idi.  Haklı tepkiler yazar ve çevirmen Özgüven’in kulağına gidince, yazar ve hukukçu Erdal Doğan aracılığıyla kamuoyuna gayet düzgün bir özür mesajı yayınladı, halen de bu cahilliğinin, yanlışının utancını yaşadığını vurgulayarak. Can Yayınlarından ise hala herhangi bir açıklama yapılmış değil. Erdal Öz’ün kurucusu olduğu, yayınladığı edebiyat eserleriyle tanınan Can Yayınları’nın bu “Görmedim, duymadım, bilmiyorum” tutumu herhalde okurları nezdinde kolay kolay unutulmayacak bir iz bırakmış olmalıdır. Dileyelim ki bu yayınevi, diğer yayınevleri, yazar ve çevirmenler hayli gecikmiş olarak işlerini daha düzgün ve özenli yapmaları gerektiği dersini almışlardır. Maalesef demek gerekir, Alevilere yönelik bu bir

Güz ağıdı

Resim
Kırgın, kırık bir güz mevsimidir, hazan. Havada, buram buram sıkıntı; koptu kopacak bir fırtına gerginliği. “Hava kurşun gibi ağır”; fakat ne bağıran var ve ne de bağırsan, duyacak olan. Düş ve özlemlerimiz, sevdalarımız, yaprak gibi savruluyor rüzgara kapılmış. Rüzgar tersten esiyor nicedir ve ayakta kalmak için güç gerektir, yürek gerektir, akıl, felsefe ve inat gerektir. 21. yüzyılda yaşıyoruz. İnsanlık tarihi dolusu bilinç ve deneyim var. Bilim insanları “yapay canlı” da ürettiler sonunda. Bir yanda insan olmanın yüzünü ağartan bir devirdir yaşadığımız ve öte yanda savaşlar, ölümler, acılar, bağnazlıklar, olmadık ilkellikler, hayatımızı ve geleceğimizi kanla gölgeliyor. Güzdür. Hazan. De ki, bahar var önümüzde kıştan sonra; de ki, umutlarımız başka baharlara devretse de, yitirmemek gerek onları… “Günler gitgide kısalıyor” diye yazmıştı Nazım, “Güz” şiirinde; “yağmurlar başlamak üzre” demişti, “kapım ardına kadar açık bekledim seni” demişti ve sormuştu; “niye böyle geç kaldın?” Nazı

Ay... Cemile...

Resim
 2015 Eylül ayında Cizre'deki çatışmalarda hayatını kaybetti... Cesedi kokmasın diye annesi onu buzdolabına koydu. Adı Cemile Çağırga idi ve henüz 10 yaşındaydı... Annesinin kollarında son sözleri, "Ay... Anne..." olmuştu.  14 Eylül 2015 tarihinde yayınlanmış yazım aşağıda... ***  Ay... Cemile...  Başbakan Ahmet Davutoğlu 10 Eylül’de katıldığı bir TV programında, 8 gün abluka altında tutulan Cizre için “Tek bir sivil kaybı yok” dedi. “Halkın ihtiyaçları karşılanmaktadır” dedi. “Sokağa çıkma yasağı halkın zarar görmemesi içindir” dedi. Sokağa çıkma yasağı ve abluka durumunun ne zaman biteceği konusunda ise “ne zaman bitmesi gerekiyorsa o zaman biter” dedi. Galiba o da bilmiyordu. Sayın Başbakan neden kısa sürede ‘yalan’ olduğu ortaya çıkan bu tür açıklamalar yapıyor? Siyasetçilerin çok kolay yalan söyleyebildiklerine dair toplumda bir ön kabul var, tamam, ama yine de bu kadar kolay mıdır yani? Adı ‘yalancı’ya çıkmak siyasetçi de olsa bir insan için bir utanç vesilesi değil

"Oranın" ve "buranın" ormanları...

Resim
 Bu yaz da ülkenin önemli gündemlerinden biri orman yangınlarıydı. Her yaz binlerce hektar orman alanı kül oluyor. Yangınlarda bilinçli, bilinçsiz insan aktiviteleri ve dikkatsizliklerinin rolü büyük. Özellikle de ülkemizde. Dahası şu veya bu “bahane” ile tepesi attığı için bulunduğu yerdeki ormanları yakmaya yeltenen hasta kişiler de eksik değil. Hatırlanacaktır; geçtiğimiz temmuz ayında Manavgat’taki orman yangınıyla ilgili 16 yaşındaki C.Y., Akseki’deki yangınla ilgili olarak ise Ali Y. İsimli kişiler “kasten orman yakmak” suçlamasıyla tutuklanmışlardı. Bu yaz hava sıcaklıklarının “mevsim normallerinin üzerinde” seyretmesinin ülkenin (ve Avrupa’nın) dört bir yanında meydana gelen orman yangınlarının nedenlerinin başında geldiğini de kaydetmek gerek. Bazı çevrelerin empoze ettiği “PKK yaktı” şayiası boşa çıkarken durumdan vazife çıkaran bazı çetevari grupların pompalı tüfeklerle yol kesip adeta Kürt yurttaş avına çıkmaları da herhalde düşündürücü bir manzara arz ediyordu. Avrupa Orma

Doğanın efendisi değil, sadece bir parçasıyız...

Resim
Dersim’in her bir yanı doğadır, ziyarettir, tarihtir, hüzündür, ağıttır ve güzeldir. Ama Dersim, Munzur demektir biraz da… Dersim şehir merkezinden Ovacık’a (Pulur) kadar uzanan Munzur Vadisi, Munzur suyu ile, ormanları ile, ev sahipliği yaptığı hayvanları ile, ağaçları, çiçekleri, endemik bitki örtüsü ile ancak “yeryüzündeki cennet” olarak tabir edilecek bir doğa harikasıdır.  Munzur aynı zamanda Dersim’de Alevilerin kavl-i karar eyledikleri ziyaretlerin de ev sahibidir. Yılın her mevsiminde, ama özellikle dünyanın dört bir yanından gelen insanlarımız vesilesiyle yazın, çıralar yakılır Ana Fatma’da. Dilekler tutulur, dualar edilir. Kurban kesilir gelip geçene lokma dağıtılır. Soluklanır kendinize ve Munzur’a kulak verirsiniz. Ana Fatma’yı geçersiniz ve Halvori Gözelerine varırsınız.  Çılgın akan Munzur’un kıyısında yükselen dağların bağrından akan suların çağıltısına 38’den çığlıklar karışır orada. Duyarsınız. Hissedersiniz. Uçurumlardan “Ya Usene Kerbelay!” feryatlarıyla bedenlerini