Kayıtlar

Haziran, 2018 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

24 Haziran dersleri

Resim
İlginç bir seçim atmosferi ortaya çıkmıştı; bir şeyler “değişecek” diye düşünüyordu insanlar. En azından çevremde gördüğüm, gözlemlediğim buydu. Sosyal medyaya kalsa, “değişim” ne kelime, 25 Haziran’da “yeni”, “yepyeni” bir Türkiye’ye uyanacaktık… Açıkçası uzun süredir siyaset yazmaya varmıyor elim, hem kitap çalışmalarına ağırlık verdiğim, bu amaçla biraz “kapandığım” için ve hem de, ne yalan demeli, içimden gelmediği için. Yine de gündemi takip ediyordum ve ediyorum elbette. Yapabildiğimce birbirinden çapsız siyaset analistlerinin (!) TV ekranlarındaki katastrofik yorumlarından uzak durmaya çalışarak. Seçimden iki gün önce dayanamadım “Seçim var” başlıklı bir yazı yazdım blogumda (zaten başka da bir yerde yazmıyorum). Kendimce bazı hatırlatmalar yaptım ve seçimin hangi şartlarda yapılıyor olduğuna dikkat çektim, maksat kayda girsin diyerek. “Hayırlı olsun” dileğimi de ekleyerek tabii ki. (Bknz: http://cafersolgun.blogspot.com/2018/06/secim-var.html ) “Herşey değişecek, 25

Seçim var...

Resim
Ben yaştakiler memleketin yakın tarihinin seçimlerini hatırlarlar. Ülkemizde her seçim "önemli seçim" olmuştur. "Önemli" ne kelime; "tarihi" denmiştir, "kader seçimi" denmiştir, "köprüden önceki son çıkış" kabilinden laflar bile edilmiştir. Tabii bütün bu iddialı lafların sahipleri seçime giren siyasi parti liderleri ve onların fanatik taraftarları olmuştur hep. E, ne oldu peki o kadar iddialı ve "önemli" seçimlerin sonucu? İnsanların gündelik yaşamlarında bir zamanlar Turgut Özal'ın deyişiyle "çağ atladık" denilecek türden bir değişiklik oldu mu? Seçimler bitip de şu veya bu siyasi parti kazanınca, bir hükümet kurulunca "yeni" bir Türkiye'ye mi uyanmış olduk? Yoksul olan zengin, evsiz olan evli, işsiz olan işçi mi oldu? Veyahut zorda, darda olan rahata, huzura mı erdi desteklediği parti kazanınca? Tabii ki bu "önemde" hiçbir şey değişmedi insanların hayatında. Ta ki bir dahaki seçimle

90'larda mahpus olmak: 'İçeride' büyüyenler...

Resim
Edebi yazının, kurmaca türünü bir yana bırakıp, anı ve anlatı meselesine odaklandığımızda ise uçsuz bucaksız bir derya karşılıyor bizi. Cumhuriyet kurulduğundan beri, siyasal rejimin gadrine uğrayan, sokak ortasında veya kuytu karanlıklarda dövülen, kurşunlara hedef olan, devletin resmi dairelerinde işkencelere uğrayan insanlar, yaşadıklarını birer birer kâğıda döktü. Bu türün yakın zamanda yayımlanan son örneğini ise, yukarıda da aktarıldığı üzere, Cafer Solgun veriyor. Solgun’un, İletişim Yayınları’ndan çıkan “90’larda Mahpus Olmak” kitabı, ismiyle müsemma bir çalışma...     Soner Sert    soner_sert17@hotmail.com DUVAR – “17,5 yıl mahpus yattıktan sonra, insanlar şöyle zannediyor: Bu kadar mahpus yatmış, acı çekmiş, işkence görmüş biri topluma karşı kin, devlete karşı nefret doludur. Kendisi gibi acı çekmeyen diğer insanlara karşı yine böyle olumsuz, negatif duygularla dolu olmalıdır; böyle düşünüyor insanlar. Hayır, tam tersine; acı çekmiş, işkence görmüş, haksız nedenl

12 Eylül tanıklığı: Demeyin Anama, İçerideyim...

Resim
Cafer Solgun'la 12 Eylül tanıklığını anlattığı yeni kitabı üzerine konuştuk... Deniz Güneş / Demokrat Haber Araştırmacı-yazar ve Yüzleşme Derneği Başkanı Cafer Solgun , kamuoyunun Dersim, Alevi meselesi, Kürt sorunu, demokratikleşme, barış ve yüzleşme sorunlarıyla ilgili yazıları, kitapları, görüşleriyle tanıdığı biri. Uzun süre hapiste kaldığı bilinmesine rağmen bugüne değin bu yönüyle ilgili pek yazmadı, konuşmadı. "Demeyin Anama, İçerideyim" adlı İletişim Yayınları'nın yayınladığı yeni kitabıyla yaşamının özel ve önemli bir kesitini paylaşıyor okurla. 3 kez tutuklanıp, toplamda 17,5 yıl hapis yatan Cafer Solgun'la yeni kitabıyla ilgili konuştuk… -Bu bir anı kitabı mı? Öyle denebilir elbette ama ben henüz anılarımı yazacak, anlatacak kadar "yaşlı" hissetmiyorum kendimi. Bu yüzden biraz anı, biraz belgesel özelliği de olmasına karşın ben "tanıklık kitabı" olarak adlandırmayı tercih ediyorum. Kuşkusuz kişisel bir tanıklık. Ülkemizin yakı

'Nerede eski bayramlar?'

Resim
Başlıktan ‘nostaljik’ bir bayram yazısı olacağı hemen anlaşılıyor tabii. Ama meramım komşuların kapısını çalıp şeker topladığımız, akşam topladığımız şekerleri sayıp kim ne kadar şeker toplamış hesabı yaptığımız, tek kanallı televizyonda bayrama özel eğlence programlarına kilitlendiğimiz, bayram diye en yeni elbiselerimizi giyip büyüklerimizin elini öptüğümüz, ölmüş yakınlarımızın mezarlarını ziyaret ettiğimiz bayramları anlatmak değil. Bunları ve daha fazlasını bilen biliyor, hatırlayan hatırlıyor, yaşayan yaşıyor zaten ve her bayram, bir daha geri gelmeyecek o bayramların nostaljisini içi biraz hüzünle burulmuş olarak anımsıyor, geçen yılları düşünüyor iç çekerek… Ben hatırlattım diye kimse geçmiş bayramları düşünmeye başlamayacak elbette… O “geçmiş bayramları” çocuk zamanlarımda ben de yaşadım tabii ki. Yaşım da herhalde “Nerede eski bayramlar?” diyecek bir yaştır. Elazığ Seko Mahallesi’ndeki kerpiç tuğlalı, toprak damlı evimizdeki bayramları… Babamız bize bayramlık diye yeni