Kayıtlar

Kasım, 2018 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

'Siyasi komiser' anlayışı... Rusya örneği

Resim
Bilen bilir, Leninist parti/örgütlenme modelinin en "kritik" önemdeki özelliği, "siyasi komiserlik" müessesidir. "Müessese" diye boşuna demiyorum; zira varlık nedenleri ideolojik çizgiyi korumak ve faaliyet yürüttükleri alanda partiyi temsil etmektir. Resmi yetkili kim ya da kimler olursa olsun, herkes asıl sorumlunun "siyasi komiser" olduğunu bilir ve ona göre hareket eder. Leninist parti ve örgütlenme modelinin bu en "önemli" özelliği, aynı zamanda onun en büyük handikabı olmuştur; çünkü modeli çürütüp iflas ettirmiştir. "Siyasi komiserlik", sanılanın aksine Lenin ve Bolşeviklerin "buluşu" değil. Siyasi komiserler, ilk olarak Fransız Devrimi'nde devrim karşıtı düşünce ve eylemleri tespit edip gereğini yapmakla yükümlü bir yapı olarak ortaya çıkmıştır. Marks'ın yakından izlediği Fransız Devrimi, sonradan Lenin'in de kendi örgüt ve mücadele tarzını geliştirirken en önemli ilham kaynaklarından biri

Babamın öldüğü yaşta...

Resim
Babam 56 yaşında öldü. Ve ben 56 yaşımdayım... Yıllarca tuhaf bir ruh haliyle, sanırım babamı erken ve hasret yüklü olarak yitirmiş olmanın etkisiyle, "Babamın öldüğü yaşta öleceğim ben de" diye düşündüm. Düşünmek ne kelime, bunu ciddi ciddi bir "saplantı" haline getirmiştim. Babamın öldüğü yaştayım ve yaşıyorum... Bazen eski mahpus arkadaşlarımla karşılaşıp gelmiş geçmişe dair sohbet ettiğimizde, "Fazla bile yaşıyoruz" deriz birbirimize. Erken ve "en genç" gidenlerimizi, hafızalarımızda "hep genç" kalacak olanlarımızı anarız... Gerçekten de 20'li, 30'lu yaşlarımızda 50'li yaşlara kadar yaşayacağımızı kaçımız düşünürdük ki? Çok uzak bir tarihti 50'li yaşlar bize... "Ölüm" neden olanca ağırlığıyla eşlik ediyordu yaşadığımız hayatlara? Bu soru, hayata yüklediğimiz anlamlara dair cevaplarımızda tereddüde yer vermeyen kararlılığımızla izah edilebilir belki. Sonuçta hayatı insanileştirmek olarak özetl

Munzur kanıyor...

Resim
Munzur, çılgın akan bir asi su değildir sadece. Her Dersimlinin özgürlüğe dair, iyiliğe, güzelliğe dair hayallerinin, düşlerinin, dileklerinin, dualarının simgesidir o. Munzur'dan bir tas su içmek, bir kavl-i karar nedenidir. Söz'dür. Uğruna ölünür... Yıllar önce, henüz kızım doğmamışken, bir gazetenin "Duymayı en çok sevdiğiniz ses ne sesidir?" gibi bir anket sorusuna, neredeyse hiç düşünmeden "Munzur'un sesi" diye yanıt vermiştim. Henüz kızım doğmamışken diye belirtme gereği duymamın nedeni, kızım olsaydı hayatımda, bu kadar tereddütsüz cevaplamazdım o soruyu. Cevabım, kızımın "Baba" diyen sesini duymak da olabilirdi yani. (Aynı anketin sorularından biri de, "En nefret ettiğiniz ses hangisidir?" gibi bir soruydu ve cevabım, gardiyanların üstümüze koğuş kapılarını kapatırken çıkan ses olmuştu.) Munzur, coşkuyla akan hızlı bir nehirdir. Türkiye'nin debisi en yüksek sularındandır. Munzur Gözeleri'nden beslenir. Gözeler

Dersim'e adı neden iade edilmez?

Resim
2011 yılında dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Dersim, katliam, özür sözcüklerini aynı cümle içerisinde kullandığı bir açıklama yaptı. “Gerekirse devlet adına özür dilerim” dedi. Bu, siyasi bir polemik kapsamında söylenmiş bile olsa bir ilk idi, önemliydi, tarihiydi. Ne var ki gerekleri vardı. Ama öylece kaldı… Sonradan sayın Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmasıyla başbakanlık koltuğuna oturan Ahmet Davutoğu da bir ara Dersim meselesini gündemine aldı (2015). Dersim’e yapacağı ziyaret öncesinde medyada “önemli” açılımlar yapılacağı havası yaratıldı. Bizzat Davutoğlu, Dersimilere “müjdeleri” olacağını açıkladı. Bu “açılım” ve “müjdeler” ne olabilirdi acaba? Ben de dahil bütün Dersimlilerde ortaya çıkan beklenti, Dersim’e adının iade edileceği, “Tunceli” isminin tarihe havale edileceği idi. Değil mi ki cumhurbaşkanı olduğu dönemde sayın Abdullah Gül Dersim’i ziyaret etmiş (2009) ve orada vali ile aralarında şöyle bir diyalogun geçtiği medyaya yansımıştı: -Sayın Vali Dersim’e

Üç günlük dünya...

Resim
Büyüklerimiz derlerdi "üç günlük dünya" diye. Genellikle gözünü çıkar, menfaat, para pul bürümüş bencil insanların ihtiraslarına teslim olmuş halleri için. Bu üç sözcükten mütevellit cümle, aslında derin anlamlar taşıyordu; tabii, anlayabilen için... Bu tür gözü dönmüş kişilere ahlak, edep öğrendiğimiz büyüklerimizin hatırlattıkları şeylerden biri de şuydu: Küçükken rahmetli dedemin Türkçe ile Kırmançki karışık söylendiğini hatırlarım, "Bir gün" derdi, "herkesin bedeni aynı toprağa karışacak." Malum, "kefenin cebi yok" diye bir özdeyiş de var. Yok sahiden de. Paraya tapınan ve onun için en temel insani değerlerini bile yitiren türden insanlar da bir gün herkesle aynı toprağa karışacak ve kefenlerinde "cep" olmayacak. Kapitalizm sadece bir "sistem" veya "düzen" değil, aynı zamanda bir "zihniyet", bir "düşünüş biçimi", bir hayat tarzı olarak da egemen hayatlarımıza. Kapitalist olmak ill