Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Kasım, 2024 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Sahi, sorun nedir?

 Demokratikleşme ve yüzleşme noktasında siyasi ve toplumsal bir mutabakat ihtiyacı, öncelikle her türlü milliyetçi demagojilerin güç ve etkisini aşmış olmayı gerekli, hatta zorunlu kılar. Eğer bu tespit asgari bir doğruya işaret ediyorsa, MHP eliyle gündeme getirilen “açılımın” gerçek bir barışın karşılığı olup olmadığı, insanı ister istemez kara kara düşünmeye sevk ediyor…   Devletin “Devlet Bahçeli” açılımı devam ediyor. PKK lideri Abdullah Öcalan TBMM’de DEM Parti grubuna hitaben bir konuşma yapmayacak belki ama Bahçeli’nin “ısrarı” neticesinde önümüzdeki günlerde DEM Partili bir heyetin İmralı’da Öcalan’la görüştürülmesine herhalde artık kimse şaşırmayacak. Gayet “başarılı” bir şekilde kamuoyu bu duruma “hazırlandı” hem de Çözüm Süreci döneminde meydanlarda ip sallayan, AKP ve Erdoğan’ı “ihanet” ile suçlayan MHP üzerinden… Yazılarımda sıkça vurguluyorum; mesele PKK’nin silah bırakmasından, silahlı mücadeleye son verdiğini ilan etmesinden ve hatta kendini feshetmesinden “ib...

Lozan görüşmelerinde Kürtlerden ne istendi, sonra ne oldu?

 Yakın tarihimizin dönüm noktalarından biri olan Lozan Antlaşması görüşmelerinin devam ettiği süreçte Kürtlerin tavrını ve sonradan yaşadıkları derin hayal kırıklığını hatırlatacağım bu yazıda. “İlginç” bulmayanlar burada bırakıp konuyla ilgili daha “cazip” spekülasyonlara kulak verebilir; sorun değil Kürt sorununda “Bahçeli açılımı” gündemin esasını oluşturmaya devam ediyor ve galiba bu açılımın ne tür bir “çözüm” içerdiği gün geçtikçe daha çok netlik kazanıyor: Öcalan örgütünü tasfiye etsin, sorun bitsin…  Bu noktada yorumcuların, “kulis” gazetecilerinin üzerinde durduğu konular, “Kandil Öcalan’ı sattı mı, DEM parti ne yapacak, Selahattin Demirtaş ne diyor” gibi sorulara odaklanıyor. “Ne alakası var?” diyecek değilim, bunlar da merak edilecek, tartışılacak elbette. Ama mevzunun “güncel” ve en çok merak uyandıran boyutları üzerinde durulurken sorunun aslında “ne” olduğunun da gözden, dikkatlerden kaçmaması önemli. Son yazılarımda sorunun “esası” üzerinde durmamın nedeni bu; b...

“Ewlade Kerbelayme! Bêxeta, bêgunayime! No ayivo! Zılmo! Cinayeto!”

 Seyit Rıza’nın son isteği, cebindeki 40 lira ve köstekli saatinin kendisiyle birlikte asılarak öldürüleceğini bilmediği oğluna verilmesiydi. Oğlunun da asılacağı söylendiğinde ise, oğlunun kendisinden sonra asılmasını ister. Tam tersi yapılır ve oğlunun idamı izletilir…  Türkiye, sosyal ve siyasal gündemi çok “hareketli” ve “değişken” bir ülke, malum. Bu hareketlilik ve değişkenlik, sanırım toplumun “balık hafızalı” oluşuyla da ilgili. Toplumun söylenen sözlerin takipçisi olmaktaki isteksizliği ve “unutma” temayülü, “gündemin efendileri” açısından tadından yenmez bir avantaj oluyor. Böyle bir toplumu yönetmek, güç ve iktidar sahiplerine büyük kolaylık sağlıyor çünkü.  Haklarına duyarlı, gereğinde haklarını savunmak için harekete geçen ve mevcut haklarının kapsamını genişletmek amacıyla istikrarlı, kararlı bir çaba içerisinde olan ülke ve toplumların durumu farklı. Bu nedenle o tür “bizden uzak” ülkelerde iktidardakiler başta olmak üzere siyasetçiler, kamuoyu önünde, medy...

Kürt sorunu: Hebûn an tunebûn

 Türkiye özgülünde demokrasiden yana tavır almak, Kürt sorununun nihai ve barışçıl çözümünden yana ikirciksiz bir tavrın sahibi olmayı gerekli kılmaktadır… Kürtçe “hebû tunebû” masalların giriş sözcüğü, yani, bir varmış bir yokmuş anlamına geliyor. “Hebûn an tunebûn” ise, “olmak ya da olmamak.”  Kürt sorunu bağlamında meselemiz hayli uzun süren bir “hebûn an tunebûn” meselesi… Geçen yazımda günümüzde kazandığı anlam itibarıyla Kürt sorununun temellerinin Tek Parti döneminde atıldığını anlatmıştım ana hatlarıyla. Bilenler biliyor ama unutanlara hatırlatmak ve bilmeyenlere de anlaşılır bir dille izah edebilmek için. Aradan geçen bunca zamana değin hala “Kürt sorunu yoktur” diyenler ve sorunu “terör” sorunu, “geri kalmışlık” sorunu gibi tuhaf sıfatlarla lanse edenler de pekala cumhuriyetin kurucu kadrosunun bildiğini biliyor elbette; sorun, “Kürt” sorunudur ve bu sorun ne yok sayılarak çözülebilmiştir, ne katliamlarla, “güvenlikçi” politikalarla ve ne de “Türkçe konuş çok konuş” ...

“Yoktur” deyince “yok” oluyor mu?

 O günlerden bugünlere ne değişti de dönüp dolanıp yine “Kürt sorunu yoktur ve asla da olmayacaktır!” noktasına geldik? Bunu irdelemeyi sürdüreceğim. Çünkü, tamam, huyum kurusun, çoğu zaman iyi niyetli ve iyimser olmaya gayret ediyorum toplumsal meselelerle ilgili kalem oynatırken Kürt sorunuyla ilgili “süreç” mi, “açılım” mı, “yeni dönem” mi olduğu, hatta ne olduğu halen tam manasıyla netleşmeyen yeni “durumu” MHP lideri Devlet Bahçeli’nin açıklamaları üzerinden anlamaya çalışanların kafası hayli karışık olmalı. Umutlanıyorsun, “hiçbir şey olmasa bile kesin bir şeyler olacak” havasına giriyorsun, sayın Devlet yeni bir açıklama yapıyor ve bu kez de kendinden kuşku duyuyorsun; “Amma iyi niyetliyim, saf ve iyimserim” şeklinde.  “Apo gelsin parlamentoda konuşsun, örgütü lağvetsin, umut hakkı konusuna bakarız biz de” diyen Bahçeli, bu kez 29 Ekim vesilesiyle yaptığı açıklamada, “Türkiye Cumhuriyeti’nin bir Kürt sorunu yoktur, asla da olmayacaktır. Türkiye Cumhuriyeti’nin etnik vey...