Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ekim, 2023 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Tarih kadar eskidir çocukların yaşı

Af dilesek onlardan ve lanetler okusak onların yaşamalarına izin vermeyen savaş cellatlarına. Barışsak insanlığımızla. Tarih kadar eskidir savaşlara kurban verdiğimiz çocukların yaşı… Ve o çocukların yaşamına kasteden savaşların çeşit çeşit “davalar” suretindeki laneti. İnsan evladının yüreklerine düşmüş karanlık gölgelerdir ve arınmak, yorulmak bilmez bir mücadele nedenidir ömrünce. Dersim’de toprak evlerin kapıları güneşe doğru açılırdı, pirlerimizin dilinde dağların kilidi kırılmazdan ve evliyalar terk etmezden evvel bizi kaderimize. Karanlık kötüdür ve her gün bir mucize gibi dağların ardından yeniden ve yeniden doğan güneş, bir yeni ve yeniden başlangıç olmaya tanıdığı şanstır doğanın. Nicedir kanla gölgelenmiş… Elleri bayrak misali göğe uzanmış ah çeken anaların feryadıdır, önlerinde cansız uzanmış bebek cesetleri; gün yüzü görmesin insan olana, çocuk olana, bebek olana bu kötülüğü reva görenler, güneş yüzü görmesin, ocaklarına karanlıklar çöksün… Işık, ateş, Hakk’ın cemalidir gü...

Hayat ne yana düşer, Gazze ne yana...

Savaş kanlı ve kötü bir şey. Dinsel ve milliyetçi gerekçelerle yürütülen savaşlar, bu kötülüğün boyutlarını daha da artıran bir rol oynar. “Savaş” diyoruz ya, aslında dünyanın gözleri önünde cereyan eden bu “olayı” o şekilde nitelendirmek gerçeği olduğu gibi ifade etmeye yetmiyor. “Olayı” ABD’nin iddia ettiği gibi Hamas’ın saldırısına karşı “meşru müdafaa” kapsamında değerlendirmek ise, apaçık şarlatanlık. BM Güvenlik Konseyi’nde Brezilya’nın ateşkes önergesini ABD “İsrail’in meşru müdafaa hakkından bahsedilmiyor” diye veto etti (18 Ekim 2023). Gerçi BM’nin ve işine gelmeyenin aldırış dahi etmediği BM kararlarının uygulamaya dönük bir anlamı olmadığını sağır sultanlar da biliyor artık; o da ayrı bir konu. Savaşın 12. gününde Gazze’de Hristiyan yardım kuruluşlarının kurduğu El-Ehli Baptist Hastanesinin bombalanması sonucu yaklaşık 500 sivil, savunmasız, hasta, kadın, çocuk insanın hayatını kaybetmesi, İsrail hükümeti ve ordusunun Gazze’de “savaş suçu”nun da ötesinde soykırım suçu işledi...

"Sonra oradan savaş geçti..."

Sadece “yandaş” mecralar değil, sosyalist iddialı partilerin “heyecanının” da bazı İslamcılardan geri kalır yanı yoktu. Çok uzağımızda değil, bir parçası olduğumuz Ortadoğu’nun yaralı bölgelerinden biri, Filistin, yine kan gölüne dönmüşken ve barış imkan ve ihtimalini belirsiz bir geleceğe öteleyen kirli bir savaş başlamışken mümkün mü başka bir konuda kalem oynatmak… Ne oldu, nasıl oldu, “hangi taraftan” kaç kişi öldü, kaç kişi yaralandı, geçtiğimiz cumartesi (7 Ekim) gününden bu yana bu haberlerle yatıp kalkıyoruz… Hamas’ın askeri kolu İzzeddin El Kassam Tugayları’nın ambargo ve kuşatma altındaki Gazze’den 27 noktada İsrail’e yönelik sivil, asker ayırt etmeden giriştiği saldırı için yorumcuların “kuşku” belirten analizleri içerisinde en dikkat çekici olanı, bir “istihbarat ve güvenlik devleti” olan İsrail’in saldırıyı öngörememiş olmasıydı. Bazı yorumcular, “dünyanın herhangi bir köşesinde İsrail aleyhine birileri bir şey fısıldasa Mossad’ın haberi olur” şeklindeki ününü hatırlatıp, ...

Coğrafya kader, yaşadığımız hayat

Sartre, “Belki daha iyi zamanlar vardır ama bizimki budur” demiş. Her ne yaşayacaksak, bu zamanda ve bu coğrafyada olacak. Hayat devam ediyor… İbn-i Haldun’a atfedilen meşhur sözdür; coğrafya kaderdir… Çoğu zaman ve özellikle can sıkıcı, moral bozucu bir haber vesilesiyle hayıflanarak hatırlarız bunu. Hayıflanmak ne kelime, düpedüz kahrederiz bazen. Mayıs seçimlerinin sonucunda, “Gidiyorlar” havasına kapılmış birçok kişinin yaşadığı öfkeli hayal kırıklığını hatırlayın. Deprem bölgelerinde yaşayan yurttaşlara nasıl olmuşsa yardım etmiş bazılarının bu tavrından ötürü pişmanlığını dile getirmesine bile tanık olduk; “Bir daha bu halk için kılını kıpırdatanın, acıyanın…” Eğri oturup doğru konuşalım; bu kafadaki yurttaşların önemli bir kesimi “coğrafya” derken aslında bir parçası olmaktan adeta utanç duydukları toplumu, halkı, onların dillerini, değerlerini, inançlarını kastediyorlar; dağı, taşı, havayı, suyu filan değil. Utanç duymalarının nedeni ise, kendilerini açık veya gizli hayran oldu...