Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Mayıs, 2025 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Hayal, hayat, mucize…

 Bir “gelecek” duygunuz ve duyarlılığınız varsa eğer, o duygu ve duyarlılığın timsalinin çocuklar olduğunu da bilirsiniz. Bu duygu ve duyarlılığı içimde hep canlı tutmaya gayret ettim. Her şey daha iyi olsun diye ise çabamızın özü ve özeti, bu gerçek ve çocuklar aklınızın bir köşesinde olmalı hep ve kalbinizin tabii ki… Bilen bilir; ana kucağını andıran tanrısal bir yüceliktir Ağrı Dağı. Ana kucağı gibidir, sığındığındır ve aynı zamanda sen yürüdükçe zirvesine doğru, ulaşılmaz, erişilmez olan… Geceleri gökyüzünü bezeyen yıldızların bu denli parlak, kocaman ve muhteşem olduklarına tanıklık etmek için o yüceliğin bağrında olmalısınız; elinizi uzatsanız geceye ve gökyüzüne doğru yakalayacaksınız hissine kapılırsınız… Gecenin ve yıldızların bir başka öğrettiğidir; aşağıda da göz alabildiğine bir dünya vardır yıldızların muhteşem güzelliğini taklit eden, öbek öbek ışıklarıyla. Şurası Iğdır, şurası Nahçevan, şurası Erivan, şurası Mako. Sınırların anlamsızlığını anlatır Ağrı’nın ve dağlar...

Hâlâ Buradayız!

 İnsan sormadan edemiyor; bizim annelerimiz “kayıpları” için az mı mücadele etti? Az mı coplandı? Az mı yargılandı? Az mı feryat etti? İnsan hakları savunucuları az mı devletle karşı karşıya geldi? Kuşkusuz ki kıyaslamak doğru değil, hele ki “kayıplar” gibi bir insanlık suçu konusunda. Ama devletlerin tutumu pekâlâ kıyaslanabilir… İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) “Kayıplar Haftası” kapsamında düzenlediği etkinliklerden biri, Walter Salles’in “I’m Still Here/Hâlâ Buradayım” adlı filminin gösterimiydi. Geçtiğimiz Salı günü (20 Mayıs 2025) yapılan gösterime çok sayıda insan haklarına duyarlı yurttaş katıldı. Film, Marcelo Rubens Paiva’nın aynı adlı kitabından uyarlanmış. Film, Brezilya’da 1964-1985 yılları arasında hüküm süren askeri darbe dönemindeki “kayıp” olaylarından birini anlatıyor; Eski milletvekili Rubens Paiva’nın zorla kaybedilmesiyle geride bıraktığı ailesinin, özellikle de eşi Eunice’in çocuklarıyla birlikte mücadelesini. Marcelo da zaten ailenin en küçük ferdi. Filmi anla...

“Silahları bırakıp savaş açtılar!” Nasıl yani?

 Savaş, acı, kan, gözyaşı, ölüm ve yıkım demektir. Savaşın ne olduğundan habersiz uydurukları kendi bunalımları ile baş başa bırakmak ve sahici bir barışın hala uzun soluklu bir demokrasi mücadelesi konusu olduğunu kavramak gerekir PKK’nin geçtiğimiz 12 Mayıs günü kamuoyuna açıkladığı fesih kararını deklare eden bildirisi, hiç kuşku yok ki tarihi bir önem ifade ediyor. Cumhuriyetle yaşıt bir sorun, nihai bir çözüme kavuşturulmuş olmasa bile, hiç değilse can yakan bir zeminden, siyasi, demokratik, barışçıl bir mücadele zeminine taşınıyor. Söz konusu olan kalıcı, nihai bir barış ve çözüm değil; ama bu, asla atılan adımı küçümsemek veya önemsizleştirmek olarak anlaşılmamalı. Bu yüzden “tarihidir” ve ciddi bir barış imkânı, ortamı, fırsatı ortaya çıkmıştır. Cumhuriyetin ikinci yüzyılının, köhnemiş, çağdışı, faşist 1930’lar zihniyetinden arındırılarak demokrasi ile taçlandırılması, yeni ve daha demokratik, özgürlükçü bir cumhuriyet olarak yeniden yapılandırılması, bu imkânın doğru değer...

Devrimci, demirci, şair… Fadıl Öztürk

 Mezar yerinden farksız yüreklerimiz ve hayret etmekten alamıyorum kendimi; ölülerimizden miras hayatlar yaşamanın ağırlığını daha ne kadar taşıyabileceğiz; daha ne kadar acı, daha ne kadar… Bir adımızın olması değil giydiğimizde bize yakışan bir hayatımızın olmasıdır önemli olan Olur ya bazen, haykıran, feryat eden bir yazı yazmanız gerekir ve ama eliniz bir türlü varmaz ne kaleme, ne klavyeye… Bir yumruk gibidir aldığınız haber, gelip oturmuştur boğazınıza.  Sanki elinize kalemi alıp da onun adını yazdığınızda, asıl o zaman… Sevdiğiniz birini kaybettiğinizde, onun adını ve numarasını telefon rehberinizden silmeye varmaz eliniz ya bir türlü, öyle bir şey. Onun adıyla birlikte hatıralarınız da silinecekmiş gibi tuhaf ve olmadık bir duyguya kapılırsınız, vedalaşmaya yoktur mecaliniz… Boğazınıza, göğsünüze bir yumruk olur oturur sözcükler… Sizin de hayatınızda vardır insanlar eminim adları, çocukluğunuzla özdeşleşmiş. Adlarının geçtiği yerde, çocukluğunuza döner zaman… Bir büyük...

Güzel günler göreceğiz umudunu sahipsiz bırakmayalım

 1 Mayıs’ın özellikle yakın tarihimiz itibarıyla hikâyesi burada özetlediğimden daha kapsamlıdır. Sadece kısaca hatırlatmaya çalıştım. Bu hatırlatmanın meramı ise, demokrasi ve özgürlüklerin “bahşedilen” değil, “kazanılan” hakların öğrettiği bir kültür ve uygarlık düzeyi olmasıdır Sanırım demokrasi iddiasındaki ülkeler içerisinde Türkiye, 1 Mayıs’ı işçi, emekçi bayramı olarak tanıyan son ülkelerden biri (2008’de “Emek ve Dayanışma Günü” olarak kabul edildi). Hâlâ “Bize ne 1 Mayıs’tan, işçiden, emekçiden!” diyen ülkeler varmış ama; Suudi Arabistan ve bazı Körfez ülkeleri mesela. Türkiye’nin 1 Mayıs’ı tanımasının uzun ve kanlı bir serüveni var. Takrir-i Sükûn Cumhuriyeti yıllarında her türlü kitlesel gösteri gibi 1 Mayıs kutlamaları da yasaklanmıştı. Uzun “sessizlik” yıllarının ardından ilk kitlesel 1 Mayıs kutlaması, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) tarafından 1976’da düzenlendi. Taksim’de gerçekleşen kutlamaya yüz binlerce kişi katıldı. “Komünizmle mücadele” konsepti...