Ana içeriğe atla

Devrimci, demirci, şair… Fadıl Öztürk

 Mezar yerinden farksız yüreklerimiz ve hayret etmekten alamıyorum kendimi; ölülerimizden miras hayatlar yaşamanın ağırlığını daha ne kadar taşıyabileceğiz; daha ne kadar acı, daha ne kadar…

Bir adımızın olması değil

giydiğimizde bize yakışan

bir hayatımızın olmasıdır

önemli olan

Olur ya bazen, haykıran, feryat eden bir yazı yazmanız gerekir ve ama eliniz bir türlü varmaz ne kaleme, ne klavyeye… Bir yumruk gibidir aldığınız haber, gelip oturmuştur boğazınıza.  Sanki elinize kalemi alıp da onun adını yazdığınızda, asıl o zaman…

Sevdiğiniz birini kaybettiğinizde, onun adını ve numarasını telefon rehberinizden silmeye varmaz eliniz ya bir türlü, öyle bir şey. Onun adıyla birlikte hatıralarınız da silinecekmiş gibi tuhaf ve olmadık bir duyguya kapılırsınız, vedalaşmaya yoktur mecaliniz…

Boğazınıza, göğsünüze bir yumruk olur oturur sözcükler…

Sizin de hayatınızda vardır insanlar eminim adları, çocukluğunuzla özdeşleşmiş. Adlarının geçtiği yerde, çocukluğunuza döner zaman…

Bir büyük çelişkinin orta yerinde kıvranırsınız; olmaz, olamaz diye feryat etmek ile sesi soluğu kesilmiş olmak girdabında, çocukluk zamanlarınıza sığınmak için…

Yazmak, bazen yüreğinizi mekân tutmuş bir “son görev” ağırlığıdır, çaresiz…

Büyüyerek benim gibi yanılanlara diyorum ki: Gelin çocuk olalım yeniden, binip o kamyon kasalarına geldiğimiz yerleri bir bir geriye sararak geri dönelim; Okuduğumuz okullardan, gazete sattığımız sokaklardan, resimli romanlardan da geriye; Bademler pembe çiçek açar ya oraya kadar geri gidelim; Her köşe başında kaybettiğimiz bir arkadaşımızın bizi beklediği, ömrümüzü gün gün üstümüzden soyup atarak, canımız acısa bile ağız dolusu güldüğümüz zamana kadar hiç arkamıza bakmadan geri gidelim; Karsız dağları, balıksız nehirleri geçerek gidelim. Hayal yakamızı bıraksa da biz bırakmayalım hayalin yakasını, o günlere gidelim…

Bahar gelmişti nihayet oysa. 1 Mayıs’tı günlerden. Hem işçi, emekçi bayramı ve hem de bahar. Bahar, büyük dirilişi, uyanışıdır doğanın; insanın ruhunda bir yaşamak sevinci, yaşamak coşkusu olarak yankılanan…

Hani, düşlerimizi, şiirimizi yitirmemek adınaydı isyanımız, ısrarımız, inadımız… Dersim’in özgürlüğe yazgılı doğasından, adalet ve hakikat öğütleyen öğretisinden ve Dersimli olmaklığa dair hayat derslerinden öğrendiğimiz…

Hani, hayatı anlamlı, değerli, yaşanılır kılan, onu hissedebilmek ve insana layık kılmak adına mücadele cüretimizdi…

Hani yaşadığın zaman, bir geçmiş zaman olur omuzlarında. İlk “yazıya” çıktığın zamanlar, Seko Mahallesinde. İlk bildiri dağıttığın, afişleme yaptığın, polisten önce annene yakalandığın ve yıllar sonra sana, “Sen o gün büyüdün, annen o dergilerin önünde gözyaşı dökerken” diyen devrimci abilerin içinden en candan, en dost, en yoldaş ve en “ağabey” olan…

Uzaklaşalım, suyu avuçla içtiğimiz yere kadar uzaklaşalım. Yıldızlarla konuştuğumuz gecelere varacak kadar, kimseye haber vermeden eskiye gidip yenilenelim. Orada her şey yapalım ama bir daha asla büyümeyelim.

Mezar yerinden farksız yüreklerimiz ve hayret etmekten alamıyorum kendimi; ölülerimizden miras hayatlar yaşamanın ağırlığını daha ne kadar taşıyabileceğiz; daha ne kadar acı, daha ne kadar…

Her ölümle daha da derin bir yalnızlığa atıyor kalplerimiz… Hani, “Böyle anlarda ıssız oluyoruz” demiştin Haydar Başbağ’ın ölüm haberini aldığın günkü duygularını anlatırken; Gidip de bir ömür geri dönemeyenleri anımsayıp susuyorum.

Mayıs’tı oysa ve bager mevsimlerinde can üstüne can katarak inşa edilen bir bahardı, içimiz ışıl ışıl; Zaman çok hızlı aktı üstümüzden.

***

Fadıl Öztürk, çocukluk ve ilk gençlik yıllarımın devrimci abilerindendi; Haydar Başbağ, Celal Karaduman, “Gavur Ali” (Ali Akgün) ve yaşamını değişik zamanlarda, değişik biçimlerde yitiren diğer Dersimli “abilerim” gibi. Ama Fadıl (ve Celal) ile aynı mahallede oturuyorduk. Benim ilk “sorumlum” idi. Onun isteği üzerine, Kırkdutlar Mahallesindeki derneğimizde ilk seminerimi verdiğimde, ortaokul öğrencisiydim…

Araya onun için de benim için de uzun mahpusluk yılları girdi. Yıllar sonra ilk kez karşılaştığımızda ilk sözü “büyümüşsün” olmuştu. Gülmüştük. Bu, çok anlamlı bir sözdü aslında. Çocukluğumu bilirdi ve çocukluğum ona ve diğer “abilerime” büyüdüğümü kanıtlamak çabasıyla geçmişti çünkü…

Tabelacılık yapmıştı. İyi resim de çizerdi. “Devrimci” olarak terk ettiği Elazığ’a “demirci” olarak döndüğü bir dönem de vardı. Emekçiydi ama en çok söze, şiire, yazıya dairdi ustalığı…

Uzun süre kurucularından olduğu Munzur Aydın ve Sanatçılar Platformunda Dersim sorunlarıyla ilgili birlikte çalışmalar yürüttük. (İzleyen yıllarda hayatını kaybeden Mehmet Çetin, Emirali Yağan, Emre Saltık arkadaşlarımızın emeği de çoktu; saygıyla anıyorum. “İçeride” olan arkadaşlarımız var, Nesimi Aday, “sürgünde” olan arkadaşlarımız var, Ferhat Tunç; selam olsun…) Evlenip İzmir’e gidince daha az görüşmeye başladık maalesef. Hayatını kaybedince arkasından “keşke” diye hayıflanıyoruz arkadaşlarımızın, mahcubiyetle…

Gidenlerin ardından kimsenin başı sağ olmuyor, ateşler içinde anısının başında oturmak kalıyor insana.

Oxir bo heval û kekê Fadıl Öztürk, wortê gul u nurude bimane…

— İtalik olarak yazılı söz ve şiirleri Fadıl Öztürk’ün değişik tarihlerdeki yazılarından derledim.

9 Mayıs 2025

https://platform24.org/devrimci-demirci-sair-fadil-ozturk/ 

Foto: Cafer Solgun arşivi. Munzur, Halvori Gözeleri. Munzur Aydın ve Sanatçılar Platformu kış etkinliklerinden. 





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Murat öldü Cafer"

“Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... Önce “Murat çok hasta, hastanede” haberini aldım. Nesi var ki? Kanser... “Ne kanseri?” bile diyemedim. Alacağım cevaptan korktum. En kötüsü olmasından.  En kötüsüymüş... Hangi hastanede? Geleyim, göreyim, moral olur, iyi gelir belki, ne bileyim. “Gelsen de göremezsin ki. Yoğun bakımda. Entübe edildi. Belki bir mucize olur diye bekliyoruz işte.” Bir mucize olur belki. Bir mucize olsa. Bir mucize olsun... Daha çok genç yahu! Ölecek değil ya!  Öldü... “Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... İnsan evladı tuhaf bir varlık. Telefon ekranındaki “Murat öldü Cafer” mesajına bir süre bakakaldım öylece. Nasıl olduysa, bir üzüntü emojisi ile yanıt vermeyi akıl edebildim. Bir şey...

İlla da İzmir...

 Hep siyasi gündemin iç karartıcı sorunlarına dair yazacak, konuşacak değiliz ya... Dedim ve İzmir’deki imza buluşmasını paylaşayım sizinle istedim. Buyurun: Geçtiğimiz 16 Aralık cumartesi günü İzmir’de imza günüm vardı, Yakın Kitabevinde. Ne zamandır İzmir’e gitmek için “bahane” lazımdı; bundan âlâ bahane mi olur :) Fakat bir şanssızlıktır tuttu yakamdan ve bir türlü bırakmadı. Bakın nasıl... İzmir’de aile çevremden insanların yanı sıra birçok da arkadaşım var. Bir arkadaşım da yeni eve taşındı ve bizim “Kaptan” Mithat ayda birkaç kez gidiyor İzmir’e ve dönüşte Erhan’ın yeni evinin manzarasını öve öve bitiremiyor. Kaptan zevk sahibi adamdır, beğeni ölçüleri vardır, estetik duygusu gelişkindir; Siirtlidir ama bizim gibi (“bizim” derken kendimi kastediyorum, yanlış anlaşılmasın) köylü de değildir yani. O övüyorsa demek ki harbiden güzel manzarası var evin. Velhasıl bu da bizim arkadaş grubu için imza etkinliğinin yanında bir başka “bahane” idi. (Belki de asıl “bahane.”) Yakın Kitabe...

'Kontrol'lü mü? 'Tiyatro' mu? 'Darbe' mi?

Belki biraz uzun bir yazı olacak, ama mevzu önemli ve doğru anlaşılması gerek... 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde bu alçakça girişimi kınayan birkaç tivit attım ve çok "ilginç" ve düşündürücü tepkiler aldım. Darbe girişiminin ilk saatlerinde ve izleyen günlerde de darbeye karşı demokrasiyi savunmanın "ilkesel" bir anlamı, değeri olduğuna dair görüşlerimi yazmış, paylaşmıştım. Darbeye karşı demokrasiyi savunmak, ideolojik, siyasi görüşlerimiz, tercihlerimiz ne olursa olsun, hepimiz için bir "ortak payda" anlamı taşır; en azından, naçizane, yıllardır nefesim, kalemim yettiğince böyle olması gerektiğini savunuyorum. "İyi darbe-kötü darbe"? Bunu önemsemem boşuna değil. Zira biliyorum ve biliyoruz ki, toplumda öteden beri "iyi darbe, kötü darbe" şeklinde bir kötü yaklaşım tarzı var. "Düşman" bellediğine "karşı" ise o "iyi" darbedir ve kendisine karşı ise, "kötü." Bu, sadece kötü değ...