'Kontrol'lü mü? 'Tiyatro' mu? 'Darbe' mi?
Belki biraz uzun bir yazı olacak, ama mevzu önemli ve doğru
anlaşılması gerek...
15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde bu alçakça girişimi kınayan birkaç tivit attım ve çok "ilginç" ve düşündürücü tepkiler aldım.
Darbe girişiminin ilk saatlerinde ve izleyen günlerde de darbeye karşı demokrasiyi savunmanın "ilkesel" bir anlamı, değeri olduğuna dair görüşlerimi yazmış, paylaşmıştım. Darbeye karşı demokrasiyi savunmak, ideolojik, siyasi görüşlerimiz, tercihlerimiz ne olursa olsun, hepimiz için bir "ortak payda" anlamı taşır; en azından, naçizane, yıllardır nefesim, kalemim yettiğince böyle olması gerektiğini savunuyorum.
15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde bu alçakça girişimi kınayan birkaç tivit attım ve çok "ilginç" ve düşündürücü tepkiler aldım.
Darbe girişiminin ilk saatlerinde ve izleyen günlerde de darbeye karşı demokrasiyi savunmanın "ilkesel" bir anlamı, değeri olduğuna dair görüşlerimi yazmış, paylaşmıştım. Darbeye karşı demokrasiyi savunmak, ideolojik, siyasi görüşlerimiz, tercihlerimiz ne olursa olsun, hepimiz için bir "ortak payda" anlamı taşır; en azından, naçizane, yıllardır nefesim, kalemim yettiğince böyle olması gerektiğini savunuyorum.
"İyi darbe-kötü
darbe"?
Bunu önemsemem boşuna değil. Zira biliyorum ve biliyoruz ki,
toplumda öteden beri "iyi darbe, kötü darbe" şeklinde bir kötü yaklaşım
tarzı var. "Düşman" bellediğine "karşı" ise o
"iyi" darbedir ve kendisine karşı ise, "kötü."
Bu, sadece kötü değil, aynı zamanda yanlış ve mesnetsiz bir
yaklaşım. Çünkü gerçekleşmiş bütün darbe ve muhtıralar, ülkenin
demokratikleşmesine, demokratik geleceğine karşı düzenlenmişlerdir. Görünüşteki
yönleri yalandır, dolandır, aldatıcıdır ve maalesef yıllarca o
"görünüş" üzerinden önü açılan algılar etkili olabilmiş, topyekün bir
darbe karşıtı duyarlılığın gelişmesi önlenmiştir.
Örneğin 27 Mayıs 1960 darbesi, sağ, muhafazakar kesim
tarafından lanetlenirken, 12 Mart ve 12 Eylül için aynı hassasiyet söz konusu
değildi; çünkü 12 Mart ve 12 Eylül sola karşı, "komünizm tehlikesine"
karşı idi.
Aynı durum tersinden sol cenah için de geçerliydi. 27 Mayıs
darbesi "iyi darbe" idi, çünkü "sağcı" bir iktidara karşı
yapılmış, 1961 Anayasası ile de solun önünü açan bir "nispi
demokrasi" getirmişti. 27 Mayıs için "ilerici, politik devrim"
diyen sol gruplar bile vardı.
Yıllar önce (2007-2008) "iyi darbe, kötü darbe"
ayrımını ve 27 Mayıs'ı "ilerici darbe" sayan yaklaşımları eleştiren
yazılar yazdığımda "bizim mahalle" hayli karışmıştı.
28 Şubat "postmodern" darbesi için de benzer bir
çifte standart vardı. 28 Şubat için "Bu darbenin bir hayırlı tarafı var ve
o da ilk defa muhafazakar, mütedeyyin kitleler darbeci devlet geleneği ile
doğrudan karşı karşıya geldiler" dediğimde de, muhafazakar kesimde bir
şaşkınlık olmuş, ama sonradan hak veren tepkiler almıştım.
Darbeye, darbeciliğe
karşı olmak "ortak paydamız" olmalı
Darbeler, müdahaleler, muhtıralar konusunda net ve kesin
bazı hususlar var. Meselenin "ortak payda" olarak ele alınması
gerektiğini düşünmemin nedeni de birbiriyle doğrudan bağlantılı bu hususlarla
ilgili.
1. Darbe ve müdahaleler, eksik gedik, kör topal da olsa
demokrasiye karşıdır ve hiçbir darbe, darbecilerin bir demagojiden ibaret
iddialarının aksine ülkemizi daha ileri bir demokrasiye taşımış değildir ve bu
zaten mümkün de değildir.
2. Bütün darbeler, askeri vesayet düzenini daha da
kesinleştiren düzenlemeler yapmayı öncelikli görevleri addetmişlerdir. (Örneğin
Milli Güvenlik Kurumu, 27 Mayıs darbesinin eseriydi.)
3. Bütün darbeler ABD-NATO patentlidir. "Derin"
bağlantılar içerisinde planlanmış ve hayata geçirilmiştir. Bu yüzden darbeler
Türkiye'yi her seferinde daha fazla ekonomik, siyasi, askeri bakımdan bağımlı
duruma sürüklemiştir.
4. Darbe ve müdahalelerin "sağa karşı, sola karşı,
bölücülüğe karşı, irticaya karşı" türü görüntülerle sunulması tamamen
konjonktürel hassasiyetler nedeniyledir. Hepsi de yukarıdaki ortak özelliklere
sahiptir. Gerçekte bütün darbeler resmi ideolojinin temel hassasiyetlerini
gözetmiş, askeri vesayet düzenini sağlamlaştırmış, Türkiye'nin demokratik
geleceğini kanla gölgelemiştir.
Şu veya bu siyasi görüşe sahip olabilirsiniz, siyasi,
demokratik meşruiyet zemininde görüşlerinizin demokratik mücadelesini
verirsiniz. Bu uğurda baskı görseniz, sıkıntı da çekseniz, hiçbir derdinizin
devası "darbe" değildir. Bu nedenle darbeye, demokrasi dışı
"derin" müdahalelere karşı olmak "ortak paydamız" ve ortak
hassasiyetimiz olmalıdır... Ve maalesef, bunca acı darbe deneyimine rağmen bu
bilinç ve duyarlılığı paylaşmak konusunda hala ciddi sıkıntılar yaşıyoruz.
15 Temmuz
Sözü tam da burada 15 Temmuz darbe girişimine getirmek
gereği var.
15 Temmuz 2016 günü Türkiye uzun ve kanlı bir gece yaşadı.
Akşam saatlerinde bazı askeri birlikler Boğaz köprüsünü tuttu. Genelkurmay
Karargahı ve kuvvet komutanları "derdest" edildi. İzleyen saatlerde
bazı resmi ve özel kuruluşlar baskına uğradı. Savaş uçakları ve helikopterler
uçmaya ve hedeflerini bombalamaya başladı. Bombalanan kurumların başında da
TBMM geliyordu; ilk defa... TRT'de bir darbe bildirisi okundu, vs. Yani
"birileri" düğmeye basmıştı ve bir darbe girişimi oluyordu...
Açık söylemek gerekirse, bu alçakça girişimin bir
"FETÖ'cü kalkışma" olduğunun kısa sürede anlaşılması ve açıklanması,
ordudaki Kemalist çevrelerin de harekete geçmesini önleyen bir etki yarattı.
Bu, darbeci cuntanın hesaplarını alt üst etti. Bu yöndeki ilk açıklamayı
dönemin başbakanı Binali Yıldırım yaptı. Sonra da darbecilerin hedefindeki
Cumhurbaşkanı Erdoğan halkı meydanlara ve darbeye karşı direnişe çağırdı. Ve bu
ülkede ilk defa halk, darbecilere karşı sokaklara, meydanlara aktı. Tankların
önüne yattı, üzerine çıktı. Kurşunlara, bombalara kendisini siper etti... 250
kişi öldü ve binlerce kişi de yaralandı...
Medya darbe çığırtkanlığı yapmadı. Siyasi partiler darbeye
karşı çıkan açıklamalar yaptı, meclisi terk etmedi. Bunları da belirtmek
gerekir elbette...
Darbeye karşı halkın direnişinde bazı
"aşırılıklar" oldu elbette. (Bana göre en "tehlikelisi"
Alevi mahallelerine saldırılar olduğu şeklinde çıkan provokatif haberlerdi.
Neyse ki doğru çıkmadı.) Bu tür kitle hareketlerinde öngörülemeyen
"aşırılıklar" olması, deyim yerindeyse, kaçınılmazdır. Darbeye karşı
direnen halkın hedefinde genellikle darbeci askeri birlikler oldu; yani "aşırılık"
belirli sınırlar içinde kaldı...
Sonrasında "Devletin içine yönelik" olduğu
söylenen OHAL ilan edildi. Daha sonra da bir Yenikapı mitingi gündeme geldi ve
adına da "Yenikapı ruhu" denildi. Maalesef o "ruh", göz
açıp kapayana değin denilecek kadar kısa bir zamanda hemen canlanan siyasi
çekişmelerin tozu dumanı arasında yitti gitti. HDP mitinge davet edilmedi. CHP
son anda katıldı. Sonrasında o "ruha" sahip çıkan kalmadı zaten...
Bırakalım "ruhu", CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu
darbeye "tiyatro" ve "kontrollü darbe" dedi, FETÖ'cülerin
iddiası da buydu zaten; başarılamamış darbeyi savunacak halleri yoktu ya? Darbe
sanıkları da bu tanımlamayı pek sevdi ve yargılandıkları mahkemelerde
yaptıkları savunmalarda bunu kullandılar. İktidar partisi sözcüleri de
yanlarına MHP'yi almış olmanın rahatlığıyla o gün bugündür 15 Temmuz'u gündelik
siyasetin argümanlarından biri haline getirdiler; oysa darbe girişiminin
hedefi, evet, Erdoğan ve AKP idi, ama sonuçta bütün Türkiye idi. İktidar
partisi OHAL'i "darbeye karşı devletin kendisini koruması"
düzleminden çıkartıp bütün muhalif kesimlere karşı tasfiye kılıcına dönüştürmeyi
de ihmal etmedi...
Açıkçası "tiyatro", "kontrollü darbe"
söylemlerinin toplumun bazı kesimlerinde karşılık bulduğunu da
"maalesef" diyerek belirtmek gerek. Ben "ortak payda",
"ortak sorumluluk" diye söylenedurayım, toplumda var olan kutuplaşma,
kamplaşma 15 Temmuz konusunda da kendisini gösterdi. Bunu, 15 Temmuz darbe girişimini
kınayan birkaç tivitime gelen tepkilerde çok açık bir şekilde ve üzüntüyle gördüm.
15 Temmuz darbe girişimini kınadığıma göre acaba ben iktidara göz mü kırpıyor
muşum?
Ne yazmışım da kime ne diye göz kırpmışım diye dönüp baktım
tivitlerime tabii. Ben ki bağımsız bir yazarım madem, ne demişim ki
"yanaşmışım" bir yerlere acaba? Yazdıklarımda böyle anlaşılacak bir
şey göremedim. Hepsi de orada duruyor, merak eden bakabilir...
Kapatılan Meydan gazetesindeki yayınlanan son yazımın
başlığı, "Darbeye karşı çıkmak ilkesel bir duruştur" idi. Darbeye,
askeri vesayet düzenine karşı olmak, ülkemiz şartlarında demokrat olmanın
olmazsa olmaz şartlarından, gereklerinden biriydi ve halen de öyledir.
Mesele nedir peki?
Besbelli ki "tiyatro, kontrollü darbe" filan dememiş
olmam. Öyle mi?
"Tiyatro" imiş... Eğer öyle ise epey kanlı bir
"tiyatro"... Çok sayıda savaş uçağı, helikopter, silah, bomba, özel
eğitimli komando gibi unsurların da rol aldığı bir "tiyatro"... Neyse
ki halk bu tiyatroyu "izlemekle" yetinmedi, sahneye çıktı. Çıkmasa
mıydı?!
"Kontrollü" imiş... Eğer öyle ise kontrolden
çıksa, darbeciler "başarsa" ne olacaktı? İyi mi olacaktı?
Darbeye, darbeciliğe karşı olmak; darbeye, darbeciliğe karşı
sivil, meşru, demokratik siyaseti savunmak demokrat olmanın da ötesinde
"yurttaş" olmanın olmazsa olmaz gereğidir, kırmızı çizgisidir...
Benim görüşüm ve duruşum bu. Gayet açık ve net olduğuna inanıyorum.
Anlayamayanların kendilerini gözden geçirmesinde fayda var.
Peki bu alçakça girişimin hala açıklığa kavuşturulması gereken
yönleri, cevaplanması gereken soru işaretleri yok mu? Tabii ki var. Ama
meselenin bu boyutunu doğru dürüst tartışmak için DE öncelikle darbeye,
darbeciliğe karşı tavır ve duruşumuzun net olması gerekir... Meselenin bu
boyutu da başka bir yazının konusu olsun.
22 Temmuz 2018
Yorumlar
Yorum Gönder