Ana içeriğe atla

İlla da İzmir...

 Hep siyasi gündemin iç karartıcı sorunlarına dair yazacak, konuşacak değiliz ya... Dedim ve İzmir’deki imza buluşmasını paylaşayım sizinle istedim. Buyurun:

Geçtiğimiz 16 Aralık cumartesi günü İzmir’de imza günüm vardı, Yakın Kitabevinde. Ne zamandır İzmir’e gitmek için “bahane” lazımdı; bundan âlâ bahane mi olur :) Fakat bir şanssızlıktır tuttu yakamdan ve bir türlü bırakmadı. Bakın nasıl...

İzmir’de aile çevremden insanların yanı sıra birçok da arkadaşım var. Bir arkadaşım da yeni eve taşındı ve bizim “Kaptan” Mithat ayda birkaç kez gidiyor İzmir’e ve dönüşte Erhan’ın yeni evinin manzarasını öve öve bitiremiyor. Kaptan zevk sahibi adamdır, beğeni ölçüleri vardır, estetik duygusu gelişkindir; Siirtlidir ama bizim gibi (“bizim” derken kendimi kastediyorum, yanlış anlaşılmasın) köylü de değildir yani. O övüyorsa demek ki harbiden güzel manzarası var evin. Velhasıl bu da bizim arkadaş grubu için imza etkinliğinin yanında bir başka “bahane” idi. (Belki de asıl “bahane.”)

Yakın Kitabevi ile de tarih konusu netleştirildi (Teşekkürler Özlem Hanım, Beydağ Hanım). Taner’in arabaya atlayıp yola düşeceğiz. Araçla gidince yolculuğun kendisi de keyifli oluyor. Taner deyip geçmemek lazım; geçen yaz direksiyon salladı Dersim’e giderken ve dönüşte, bana mısın demedi. Asıl işi bir yana kendisi sinema ve lezzet uzmanı bir kaşiftir aynı zamanda. Ne var ki, hayat işte, erteleyemeyeceği işleri çıktı ve araçla keyifli bir İzmir yolculuğu planı suya düştü...

Olsun. Abidin’in de arabası var. Şoförlüğü de fena değildir. Arabayı almasa da, problem değil. İzmir günlerini yine de keyifli bir molaya çevirmesini biliriz. Gel gelelim Abidin’in de işi çıktı ve tabii ki iş esastır. Neticede mevzu ekmek parası olunca. Son dakikaya kadar “Benim durumum belirsiz” dedi, sonuçta gelemedi. Biz Kaptanla baş başa kaldık. Olsun...

İmza cumartesi günü, öğleden sonra. Cuma öğlen saatlerinde otobüse biner, akşam Erhan’ın balkonunda rakı sofrasına yetişiriz... Hesabımız bu. Saat kaç için bilet alalım, hangi firmadan alalım, onu netleştirmek için irtibat halindeyiz Kaptan’la. Ama yine bir “son dakika” gelişmesi oldu ve Kaptan aradı, “Benim kaynana ölüm döşeğinde, doktorlar sabaha çıkmaz diyorlar” dedi. Yani? Yani, o da gelemeyecek...

Yalnız gideceğim demek oluyor bu. Olsun. Gideceğim illa. Bu peş peşe “son dakika” gelişmeleri beni İzmir’e gitmekten alıkoyamayacak. Kararlıyım. Erhan da, evi de, balkon da, manzara da orada duruyor nasıl olsa. Gelemeyen kaybeder, ben ne yapayım...

Tamam, pek şanslı biri sayılmam ama o kadar da değil yani. Meğerse o kadarmış. Erhan’ın da kızı geliyormuş yurt dışından... Hayallah...

Olsun. Bir gece bir gecedir. Kaptanın dediği kadar varmış. Süper manzarası olan bir balkonu vardı evin. Sağolsun iyi de aşçıdır Erhan. 


Ertesi günü imza var. Koca valizle vapura bindik Alsancak’a vardık. O ana değin günlük güneşlik olan hava kapanmaya başladı. Tam kitapçının kapısının önüne geldiğimizde, gök adeta üstümüze boşandı. Aniden. Şiddetli bir yağmur...

Bu da son darbesiydi şanssızlığımın. İmzaya geleceğini haber eden birçok arkadaşım aradı ve “Hava muhalefeti nedeniyle gelmesem olur mu?” diye sordu. “Olmaz” diyecek halim yok ya. Gelmediler neticede. (Sadece uzun zamandır birbirimizi görmediğimiz bir eski mahpus arkadaşıma nazım geçti ve “olmaz, gel” dedim, geldi o da sağolsun.)

Aile efradının yanı sıra çoğu eski mahpus arkadaşlarım olan birçok kişi de “hava muhalefetine” rağmen yalnız bırakmadılar beni. Pek sohbet imkanımız olmadı ama fena da geçmedi imza. İyi ki inat etmişim. Ama birbirimize “bunu saymayız” dedik. İlk fırsatta imza bir yana söyleşmek üzere bir araya gelmek için sözleştik. 






Bu arada imza bitince güneş açtı yeniden İzmir’de. Meselenin benimle ilgisi yok diye düşünmek istiyordum ama ne bileyim...

Bir imza, söyleşi etkinliği de Diyarbakır’da, sonra Van’da olsa diye düşünmüyor değilim ama bu “şanssızlık” mevzusu laf aramızda biraz düşündürüyor beni... 

— Merak eden olur belki, söyleyeyim. Hazır İzmir’deyken Zübeyde Hanım parkındaki rölyefi ziyaret ettim. Darbe ve b.ksever Celal Şengör’ün vardır bir bildiği zannıyla. Ama onda olduğu gibi bende ulvi ve uhrevi bir hissiyat oluşmadı. Eksiklik bendedir herhalde, Şengör’de olacak değil ya... 


— Şanssızlık filan işin esprisi elbette ki. Eski, yeni, hayatın her alanında aynı veya benzer değer ve duyarlılıkları paylaştığım arkadaşlarım var ve illa “şans” denecekse bundan daha kıymetli bir “şansı” olmaz insanın, bence...


20 Aralık 2023

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Murat öldü Cafer"

“Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... Önce “Murat çok hasta, hastanede” haberini aldım. Nesi var ki? Kanser... “Ne kanseri?” bile diyemedim. Alacağım cevaptan korktum. En kötüsü olmasından.  En kötüsüymüş... Hangi hastanede? Geleyim, göreyim, moral olur, iyi gelir belki, ne bileyim. “Gelsen de göremezsin ki. Yoğun bakımda. Entübe edildi. Belki bir mucize olur diye bekliyoruz işte.” Bir mucize olur belki. Bir mucize olsa. Bir mucize olsun... Daha çok genç yahu! Ölecek değil ya!  Öldü... “Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... İnsan evladı tuhaf bir varlık. Telefon ekranındaki “Murat öldü Cafer” mesajına bir süre bakakaldım öylece. Nasıl olduysa, bir üzüntü emojisi ile yanıt vermeyi akıl edebildim. Bir şey...

'Kontrol'lü mü? 'Tiyatro' mu? 'Darbe' mi?

Belki biraz uzun bir yazı olacak, ama mevzu önemli ve doğru anlaşılması gerek... 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde bu alçakça girişimi kınayan birkaç tivit attım ve çok "ilginç" ve düşündürücü tepkiler aldım. Darbe girişiminin ilk saatlerinde ve izleyen günlerde de darbeye karşı demokrasiyi savunmanın "ilkesel" bir anlamı, değeri olduğuna dair görüşlerimi yazmış, paylaşmıştım. Darbeye karşı demokrasiyi savunmak, ideolojik, siyasi görüşlerimiz, tercihlerimiz ne olursa olsun, hepimiz için bir "ortak payda" anlamı taşır; en azından, naçizane, yıllardır nefesim, kalemim yettiğince böyle olması gerektiğini savunuyorum. "İyi darbe-kötü darbe"? Bunu önemsemem boşuna değil. Zira biliyorum ve biliyoruz ki, toplumda öteden beri "iyi darbe, kötü darbe" şeklinde bir kötü yaklaşım tarzı var. "Düşman" bellediğine "karşı" ise o "iyi" darbedir ve kendisine karşı ise, "kötü." Bu, sadece kötü değ...