Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Mayıs, 2024 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Dün dündür, bugün ise…

 O zaman HDP ile yan yana bile görünmemek için olağanüstü bir hassasiyet gösterdiği hatıralarda olan Kılıçdaroğlu Bey, şimdi “sivil siyaset” diyor…   Her seferinde şaşırmaktan kendimi alamayarak bir kez daha emin oluyorum; Türkiye siyasetinde politikayı “meslek” haline getirmiş antikaların siyaset tarzının merkezinde, Süleyman Demirel’in “Dün dündür…” klişesi var.  Kamuoyu ve seçmen karşısına her çıktıklarında, günün şartlarına ve kendilerine göre belirledikleri ihtiyaçlarına binaen dünkü tavırlarını, sözlerini herkesin unutmuş olduğunu varsayarak hareket ediyorlar.  Belki de bu, Türkiye’de siyasetçi olmak ve siyasette ilerlemek için “Birinci Ders” kabilinden bir öneme sahiptir. “İkinci ders” de muhtemelen ilkine bağlı olarak “Her zaman sen haklısın! Haksız da olsan!” gibi bir önermedir: “Ne özrü? Ne özeleştirisi? Daima sen haklısın! Yüzsüzlüğü sakın elden bırakma!” Memleketin siyasi hal-i pür melaline ilişkin düşündürücü örnek ve pratikler çok; bunlardan sonuncusu S...

“Adalete dayanmayan kuvvet, zalimdir”

 Anayasa Mahkemesi (AYM) kararları da “yok hükmünde” sayılıyor ve yerel mahkemelerin AYM’yi “takmaması” olağan karşılanıyor. Yargı mensupları meslekten atılmak, soruşturmaya uğramak ve oradan oraya sürülmek baskısı altında tutuluyor … Herkesin bildiğini bir de ben söylemiş olayım: Türkiye’de yargı, hiçbir zaman bu denli siyasallaşmamış, adeta iktidarın beklenti ve siparişlerine, “hassasiyetlerine” göre hareket eden bir yapı haline gelmemiş, getirilmemişti… Kobanê davasında açıklanan ağır ceza kararları bu gerçeği bir kez daha olanca ağırlığıyla gözler önüne serdi. Karar duruşması öncesi, “siyasette yumuşama var” varsayımından hareketle mahkemenin olumlu manada “sürpriz” yapacağını, hatta Selahattin Demirtaş’ın serbest bırakılacağını düşünenler vardı.  Henüz ne denli siyasi atmosfere hakim olacağı belirsiz “yumuşama” Kürt sorununu kapsamıyor demek ki. Oysa yumuşama, normalleşme, kutuplaşmadan vazgeçme ve barış ya da barışçıl siyaset, en çok Kürt sorunu ile birlikte anlamlı… Müm...

Bugünün bağrında büyüyen adalet arayışı

 “Yapıyorlar, oluyor ve bir şey de olmuyor” bugünün görünen realitesidir; ancak hakikat, bugünün bağrında büyüyen adalet arayışıdır ve elbet karşılığını bulacaktır… Son zamanlarda  “Ankara’da hareketli saatler” gibi başlıklarla duyurulan haberlere sıkça rastlar olduk. Bazı üst düzey emniyet görevlileri gözaltına alınıyor, evlerinde arama yapılıyor. Bu kişilerin mafyacı Ayhan Bora Kaplan’ı derdest edip hapse yollayan polisler olması haliyle “manidar” bulunuyor. Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, MİT Başkanı İbrahim Kalın ve Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’la gecenin bir vakti Saray’da görüşüyor. İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın bu görüşmeye çağrılmaması dikkat çekiyor ve spekülasyonlara neden oluyor. Erdoğan’ın Süleyman Soylu ile de görüştüğü söyleniyor ve Soylu’nun yeniden İçişleri Bakanı olarak atanacağı rivayet ediliyor. Önce MHP lideri Devlet Bahçeli “durduk yere” Cumhur İttifakına yönelik bir operasyondan bahsediyor. Ardından Erdoğan da, “yumuşama, MHP’den...

Turgut Özal’ın gördüğü…

 Kürt sorunu; Türkiye’nin tarihin asli doğrultusuna girmesinden korkanların, çözümsüzlük siyasetindeki ısrarlarının hepimize ödettikleri kanlı bedelidir… Önceki yazımda üzerinde durduğum tarihin tekerleklerinin gösterdiği yönü, tabii ki Türkiye’de de görenler ve ona göre tutum almaya çalışanlar oldu. Özellikle Kürt sorunu konusunda… Bazı şeyler, yaşandığı günlerde değil de zamanla anlamını, değerini buluyor. Yakın siyasi tarihin önemli politik aktörlerinden Turgut Özal ve onun Kürt sorunuyla ilgili tutumu, bu tür bir örnek. Yiğidi öldür ama hakkını yeme demişler: Özal, şartları olduğu gibi analiz eden ve o şartların yön verdiği gidişata gözlerini kapamayan, görmeye cesaret eden bir politikacıydı. Sanırım Türkiye siyasi literatüründe “vizyon” ve “vizyoner” kavramlarını popüler hale getiren de oydu… Özal’ın başbakanlığının ilk yıllarında soruna yaklaşımı, “üç-beş eşkıya” biçimindeydi, bir “asayiş” sorunu söz konusu idi ve tatiline ara vermeyi gerektirecek bir önemi de yoktu (1984). Y...

Tarihin tekerlekleri, Türkiye söz konusu olunca…

 “Neden illa da Taksim?” diyenler var hala. Bu sorunun cevabını anlamak için öncelikle bu tür günlerin, yıl dönümlerinin, insanların hafızalarına kanla kazınmış olaylarla biribirinden ayırt edilemez ve etmemek de gereken bir anlamı olduğunun anlaşılması gerekir “Tarihin tekerleği hep ileriye ve iyiye doğru döner” diye Marx’a mal edilen bir laf var. Marx’ın böyle bir sözü olduğunu sanmıyorum. Ama Marx ve Engels’ten öğrendiğimiz tarihin determinist (belirlenimci) yorumuna aykırı bir görüş de değil bu. Tarihsel, toplumsal olgulara niteliğini veren şartlar, kendi süreci içerisinde daha ileri bir durumun koşullarını hazırlar. Burjuvazinin kendi beraberinde “mezar kazıcısı” sınıfı da (proleterya) büyütmesi örneğinde olduğu gibi. Ancak özellikle toplumsal düzlemde, şartlar olgunlaşsa da yeni bir duruma geçmek kendiliğinden olmaz. Bir “iradi müdahale” gerekir; buna da “volantirizm” deniyor. Buradaki “kritik” husus, şartların bir başka duruma evrilmesine olanak tanıyacak düzeyde olgunlaşıp ...