Ana içeriğe atla

'Eskiden Kürt mü, Alevi mi vardı yani?'


Çok duymuşuzdur; “Eskiden Kürt sorunumuz mu vardı? Benim en iyi komşum Kürt imiş ama benim haberim bile yoktu Kürt olduğundan…” diyen insanlar.
Veyahut; “Eskiden kim Alevi kim Sünni bilmezdik. Benim en iyi askerlik arkadaşım bir Alevi idi mesela…”
Bu ve benzer cümleleri kuran insanlarımızın genellikle iyi niyetli olduklarından kuşku duymuyorum. Kürt, Alevi gibi bizi birbirimizden “ayrıştıran” sorunların varlığından duydukları rahatsızlığı ifade etmek istiyorlar aslında. En iyi komşusu veya en iyi askerlik arkadaşının Kürt ya da Alevi olduğunu bilmediği zamanlarda herkes “aynı” gibiydi ve ne güzeldi…
Sorun da burada zaten. Kimsenin “Kürt” veya “Alevi” olmadığı, herkesin “Türk” ve Sünni Müslüman olduğu/göründüğü bir ortamda insanlar birbirinin “aynı” gibi miydi gerçekten?
Soruyu bir başka açıdan da sorabiliriz: Kürt olup da yaşadığı, çalıştığı yerde bunu gizlemek durumunda olmak; Aleviliğini “sır” gibi saklamak ve çocuklarına da bunu sıkı sıkıya tembihlemek, kendisini böyle davranmak zorunda hisseden insanlar açısından acaba nasıl bir duygudur?
Şu ya da bu nedenle göç ettikleri büyük kentlerde birçok insanın dilinde Kürt olmak en hafif tabirle “Kırro” olmak, “kuyruklu” olmak şeklinde tarif ediliyorken nasıl “Kürt” olabilirsiniz?
Sorunun görünür hale geldiği yıllardan itibaren henüz bu “kırro” ve “kuyruklu” aşağılaması ile yüzleşilememişken bu sefer de Kürt olmak potansiyel “terörist” ve “bölücü” olmak nedeni kabul edilir oldu birçok kişi nezdinde. Yani Kürt olmak deyim yerindeyse daha da zor ve meşakkatli bir “iş” haline geldi.
Aleviler açısından sorun daha zorlu bir anlam ifade ediyor öteden beri. Birçok kişi nezdinde Alevi olmak en hafifi “sapık mezhep” şeklinde kabul ediliyorken nasıl gönlünüzce Alevi olabilirsiniz?
Her yeri geldiğinde söylemek gereği duyuyorum; Kürt sorunu çok canımızı yakan, “sıcak” bir sorun olduğu için ister istemez daha çok konuştuğumuz, gündemimiz olan bir sorun. Ama Alevi sorunu, Kürt sorunundan daha ağır bir sorun… Birtakım yasal düzenlemeler ve reformlar yapılarak “çözüldü” diyemeyeceğimiz, toplumsal önyargılar boyutuyla çözümü daha uzun ve mutlaka daha büyük ve kararlı gayret sarfetmeyi gerekli kılan bir sorun.
Kürt sorunu ve Alevilerin “eşit yurttaşlık” sorunu, yeri geldiğinde her birimizin önemini vurgulamaktan geri durmadığı “toplumsal barış” özlem ve ihtiyacımızın en önemli unsurları.
Siyasetçilerin dilinde klişe bir tabir haline gelen “birlik ve beraberliğimiz” de büyük ölçüde bu sorunların birer “sorun” olarak gündemimizdeki sıcaklığını kaybetmesine bağlı.
Gündemdeki ağırlıkları nedeniyle kimlik meselelerimiz deyince Kürt ve Alevi sorunları geliyor aklımıza. Kuşkusuz biliyoruz ki biri etnik, diğeri inanç temelli sorunlar oluşlarıyla birbirinden farklı anlamlara sahip.
Bunun yanında toptancı bir dille “gayrımüslim” olarak isimlendirdiğimiz kaldığı kadarıyla Ermeni, Rum, Yahudi, Êzidi, Süryani yurttaşlarımız açısından da içtenlikle “bizim” hissiyatıyla sahiplenmemiz, yüzleşmemiz gereken sorunlarımız var ve bu yurttaşlarımızın sorunları Kürtlerin, Alevilerin sorunlarından daha az mühim veya acıtan sorunlar değil.
Çare, insan onur ve haysiyetini esas alan, bu toprakları yurt bellemiş her etnik ve dini grubu eşit yurttaşlık anlayışında buluşturan sağlıklı, sahici, işleyen bir demokrasi inşa etmek…
Bunu başarabildiğimiz oranda komşumuzun, askerlik arkadaşımızın veya mahalle arkadaşımızın kim veya kimlerden olduğu gerçekten de anlamını kaybedecek…

-Beraberce Derneği’nin düzenlediği “BizBize Sohbetler” serisinin ilkinde (10 Şubat 2018) Ayşe Öktem ve Şabo Boyacı ile birlikte “Kimlik meselesi neden önemli?” sorusuna yanıt aradık. (Haberi bu linkte: http://www.beraberhaber.com/etkinlik/turk-musun-iyi-misin-h21.html ) Söyleşiler her ayın ikinci cumartesi günü olacak şekilde devam edecek ve sosyal medyadan duyrulacak. İlgilisine hatırlatmış olayım…
 
12 Şubat 2018

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Murat öldü Cafer"

“Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... Önce “Murat çok hasta, hastanede” haberini aldım. Nesi var ki? Kanser... “Ne kanseri?” bile diyemedim. Alacağım cevaptan korktum. En kötüsü olmasından.  En kötüsüymüş... Hangi hastanede? Geleyim, göreyim, moral olur, iyi gelir belki, ne bileyim. “Gelsen de göremezsin ki. Yoğun bakımda. Entübe edildi. Belki bir mucize olur diye bekliyoruz işte.” Bir mucize olur belki. Bir mucize olsa. Bir mucize olsun... Daha çok genç yahu! Ölecek değil ya!  Öldü... “Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... İnsan evladı tuhaf bir varlık. Telefon ekranındaki “Murat öldü Cafer” mesajına bir süre bakakaldım öylece. Nasıl olduysa, bir üzüntü emojisi ile yanıt vermeyi akıl edebildim. Bir şey...

İlla da İzmir...

 Hep siyasi gündemin iç karartıcı sorunlarına dair yazacak, konuşacak değiliz ya... Dedim ve İzmir’deki imza buluşmasını paylaşayım sizinle istedim. Buyurun: Geçtiğimiz 16 Aralık cumartesi günü İzmir’de imza günüm vardı, Yakın Kitabevinde. Ne zamandır İzmir’e gitmek için “bahane” lazımdı; bundan âlâ bahane mi olur :) Fakat bir şanssızlıktır tuttu yakamdan ve bir türlü bırakmadı. Bakın nasıl... İzmir’de aile çevremden insanların yanı sıra birçok da arkadaşım var. Bir arkadaşım da yeni eve taşındı ve bizim “Kaptan” Mithat ayda birkaç kez gidiyor İzmir’e ve dönüşte Erhan’ın yeni evinin manzarasını öve öve bitiremiyor. Kaptan zevk sahibi adamdır, beğeni ölçüleri vardır, estetik duygusu gelişkindir; Siirtlidir ama bizim gibi (“bizim” derken kendimi kastediyorum, yanlış anlaşılmasın) köylü de değildir yani. O övüyorsa demek ki harbiden güzel manzarası var evin. Velhasıl bu da bizim arkadaş grubu için imza etkinliğinin yanında bir başka “bahane” idi. (Belki de asıl “bahane.”) Yakın Kitabe...

'Kontrol'lü mü? 'Tiyatro' mu? 'Darbe' mi?

Belki biraz uzun bir yazı olacak, ama mevzu önemli ve doğru anlaşılması gerek... 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde bu alçakça girişimi kınayan birkaç tivit attım ve çok "ilginç" ve düşündürücü tepkiler aldım. Darbe girişiminin ilk saatlerinde ve izleyen günlerde de darbeye karşı demokrasiyi savunmanın "ilkesel" bir anlamı, değeri olduğuna dair görüşlerimi yazmış, paylaşmıştım. Darbeye karşı demokrasiyi savunmak, ideolojik, siyasi görüşlerimiz, tercihlerimiz ne olursa olsun, hepimiz için bir "ortak payda" anlamı taşır; en azından, naçizane, yıllardır nefesim, kalemim yettiğince böyle olması gerektiğini savunuyorum. "İyi darbe-kötü darbe"? Bunu önemsemem boşuna değil. Zira biliyorum ve biliyoruz ki, toplumda öteden beri "iyi darbe, kötü darbe" şeklinde bir kötü yaklaşım tarzı var. "Düşman" bellediğine "karşı" ise o "iyi" darbedir ve kendisine karşı ise, "kötü." Bu, sadece kötü değ...