Ana içeriğe atla

Menemen ve soğan 'sorunsalımız' üzerine...

“Menemen soğanlı mı olur soğansız mı?” tartışmasına ilk kez ünlü gastronomi uzmanı Vedat Milor’un Twitter’da düzenlediği anketten önce Facebook’da tanık oldum. Bir arkadaşım kalabalık bir arkadaş grubunu ağırlayacakmış evinde, fazla vakti de olmadığından menemen yapacakmış ama menemen soğanlı mı olurmuş soğansız mı diye sormuştu. Şaşırmıştım; Menemen soğansız mı olurmuş? Eğer soğan kıtlığı varsa veya soğanın fiyatı bir ara olduğu gibi coşmuşsa, o ayrı. Ama normalde menemen dediğin soğanlı olurdu tabii ki…
  

Meğerse böyle bir “sorunu”, ikilemi varmış insanların… O arkadaşımın paylaşımının altında acaip bir tartışma koptu. Benim “Tabii ki soğanlı olur” şeklinde tarafımı belli etmem üzerine “Köylü işte, ne olacak?” havasında yorumlar yapanlar bile oldu :)

Sonrasında Vedat Milor’un Twitter anketi “gündem” oldu. Anket sonucu, yüzde 51 oranında “soğanlı” diyenler ağır bastı ama yuvarlak bir hesapla iki kişiden biri “soğansız olur” diye düşünüyormuş. Arada kaynamasın; Vedat Milor da sonradan rengini belli etti ve “Tabii ki soğanlı olur” dedi. İşini bilen bir adam ne de olsa…

Geçenlerde akşam yemeği niyetine yaptığım menemenin resmini sosyal medyada paylaşınca face’de yine bir tartışma koptu; Soğanlı olur, hayır efendim soğansız olur dediler arkadaşlarım. Hangi görüş ağır bastı, hesaplamadım. “Soğansız olur” diyenler “entelektüel” pozisyonları itibarıyla daha ağır basıyor gibiydi doğrusunu isterseniz, ama bu durum tabii ki görüşümü değiştiremezdi…

Beni şaşırtan, Dersimli, Diyarbakırlı bazı arkadaşlarımın DA “Soğansız olur” demeleri oldu. Yahu serde Kürtlük var, Zazalık var ve söz konusu olan soğan… Soğansız olur mu yani?

Bilinen fıkradır; Zaza bir köylüye sormuşlar piyango bileti alıp duruyorsun da büyük ikramiye sana çıkarsa ne yapacaksın? Adam düşünmeden cevap vermiş: Her gün soğanın cücüğünü yiyeceğim, kalanını yoksullara vereceğim. Budur yani…

Menemen Ege yemeğiymiş, tarihçesi şuymuş filan diye kafanızı şişirmeyeceğim. Meraklısı internetten öğrenir. Benim kişisel tanıklığım, anamdır. Domates, biber (tercihan acı) ve soğan yağda pişirir koyardı önümüze sabah veya akşam. Yumurta da varsa ziyafet idi. (Babam da salatayı çok güzel yapardı; içinde haşlanmış patates ile haşlanmış yumurta da olurdu.) Bu yemeğin adı çok da umurumuzda değildi, doğrusu anamın “menemen yaptım” dediğini de hatırlamıyorum hiç. Menemen olduğunu sonraki yıllarda öğrendim.

Soğan deyip geçmeyeceksiniz. Yaptığınız hangi yemek soğansız olur ki? Vardır elbet, kimsenin damak zevkine saygısızlık etmek istemem. Ama “bizim” her yemeğimizde soğan vardır muhakkak. Gerekli malzemelerden bazısı eksik olabilir, dert edilmez, ama soğan olmazsa olmazdır. O derece…

Ucuzdur, yoksul yemeğidir, köylü işidir filan gibi çok şey denilebilir; hakaret veya aşağılama kastı ile söylenmediği müddetçe, aynen de öyledir. Ama işte yemeğin tadı tuzu da soğandır işte. İster zengin bir et yemeği olsun isterse de sebze yemeği… Tabii sarımsağı da unutmamak gerek.

Kokarmış. Doğru, kokar. Şahsen soğan kokusundan rahatsız olanlardan değilim. Aksine iştah açar diye düşünenlerdenim. (Seni gidi gundiii…) Yine de dikkat edenlere lafım yok. Mahalle baskısı nedeniyle ben de dikkat ederim; kabadayılığın alemi yok tabii ki :)

Bu tartışma galiba böyle sürer gider. İşin şakası bir yana, herkesin damak zevki kendine diyelim.

Peki siz hiç pekmezli yumurta yediniz mi? Evet, bildiğiniz pekmez ve bildiğiniz yumurta. Ya kurutulmuş dutu tereyağında kızartıp yediniz mi? İstek olursa paylaşırım. Basit, ucuz ve bir o kadar da lezzetlidirler. Bilenler bilir…
 

 
23 Eylül 2018

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Murat öldü Cafer"

“Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... Önce “Murat çok hasta, hastanede” haberini aldım. Nesi var ki? Kanser... “Ne kanseri?” bile diyemedim. Alacağım cevaptan korktum. En kötüsü olmasından.  En kötüsüymüş... Hangi hastanede? Geleyim, göreyim, moral olur, iyi gelir belki, ne bileyim. “Gelsen de göremezsin ki. Yoğun bakımda. Entübe edildi. Belki bir mucize olur diye bekliyoruz işte.” Bir mucize olur belki. Bir mucize olsa. Bir mucize olsun... Daha çok genç yahu! Ölecek değil ya!  Öldü... “Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... İnsan evladı tuhaf bir varlık. Telefon ekranındaki “Murat öldü Cafer” mesajına bir süre bakakaldım öylece. Nasıl olduysa, bir üzüntü emojisi ile yanıt vermeyi akıl edebildim. Bir şey...

İlla da İzmir...

 Hep siyasi gündemin iç karartıcı sorunlarına dair yazacak, konuşacak değiliz ya... Dedim ve İzmir’deki imza buluşmasını paylaşayım sizinle istedim. Buyurun: Geçtiğimiz 16 Aralık cumartesi günü İzmir’de imza günüm vardı, Yakın Kitabevinde. Ne zamandır İzmir’e gitmek için “bahane” lazımdı; bundan âlâ bahane mi olur :) Fakat bir şanssızlıktır tuttu yakamdan ve bir türlü bırakmadı. Bakın nasıl... İzmir’de aile çevremden insanların yanı sıra birçok da arkadaşım var. Bir arkadaşım da yeni eve taşındı ve bizim “Kaptan” Mithat ayda birkaç kez gidiyor İzmir’e ve dönüşte Erhan’ın yeni evinin manzarasını öve öve bitiremiyor. Kaptan zevk sahibi adamdır, beğeni ölçüleri vardır, estetik duygusu gelişkindir; Siirtlidir ama bizim gibi (“bizim” derken kendimi kastediyorum, yanlış anlaşılmasın) köylü de değildir yani. O övüyorsa demek ki harbiden güzel manzarası var evin. Velhasıl bu da bizim arkadaş grubu için imza etkinliğinin yanında bir başka “bahane” idi. (Belki de asıl “bahane.”) Yakın Kitabe...

'Kontrol'lü mü? 'Tiyatro' mu? 'Darbe' mi?

Belki biraz uzun bir yazı olacak, ama mevzu önemli ve doğru anlaşılması gerek... 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde bu alçakça girişimi kınayan birkaç tivit attım ve çok "ilginç" ve düşündürücü tepkiler aldım. Darbe girişiminin ilk saatlerinde ve izleyen günlerde de darbeye karşı demokrasiyi savunmanın "ilkesel" bir anlamı, değeri olduğuna dair görüşlerimi yazmış, paylaşmıştım. Darbeye karşı demokrasiyi savunmak, ideolojik, siyasi görüşlerimiz, tercihlerimiz ne olursa olsun, hepimiz için bir "ortak payda" anlamı taşır; en azından, naçizane, yıllardır nefesim, kalemim yettiğince böyle olması gerektiğini savunuyorum. "İyi darbe-kötü darbe"? Bunu önemsemem boşuna değil. Zira biliyorum ve biliyoruz ki, toplumda öteden beri "iyi darbe, kötü darbe" şeklinde bir kötü yaklaşım tarzı var. "Düşman" bellediğine "karşı" ise o "iyi" darbedir ve kendisine karşı ise, "kötü." Bu, sadece kötü değ...