Umut dediğin, bir hayat devam ediyor gerçeğidir
"Hayat işte" diyerek geçiyor günler ve öğrenmenin
sonu olmadığını anlıyorsunuz her defasında bir kez daha; öğrenmenin sonu yok...
Hayat öğretiyor ve bazen acıtarak. Hayal kırıklığı ile umut kırıklığı ile
sızlayarak kalbiniz...
İnsanlar öğretiyor... Aldatarak. Yalan söyleyerek.
Riyakarlık ederek. Üç kuruşluk çıkarları için adeta insan suretinde başka bir
"şeye" dönüşerek... Ve o insanlar bazen "en yakınızda"
sandığınız, bazen bir zamanlar çok sevdiğiniz insanlar da olabiliyor. Acıyorsunuz.
Sızlıyorsunuz. Kanıyorsunuz. Ve en çok da şaşıyorsunuz, hayret ediyorsunuz, ne
diyeceğinizi bilemez oluyor ve kendinize kapanıp lanet okuyorsunuz; "Değer
mi?" diye hayıflanarak... Değer mi, bir gün toprak olacağını bile bile bu
denli basitleşmeye, pespayeleşmeye...
"Değmez" de ne yapacaksınız? Oyunun kurallarını
koyacak durumda değilseniz hele ki...
Hayat ve insanlar üzerine düşünmekten ya "erecek"
ya da kafayı çizeceğim bu gidişle. Sonunu ("sonumu" mu demeliydim
yoksa?) ben de merak ediyorum doğrusu...
Kerbela sohbeti ve Aşure
12 İmam orucu günlerinde, Burgazada Cemevi'nde düzenlenen
Kerbela sohbetleri etkinliğine katıldım. Etkinliği Alevi Düşünce Ocağı
düzenlemişti. Öncesinde Cemevi'nin mütevazı aşevinde orucumuzu açtık, lokma
paylaştık. Bu tür etkinliklerde taşıdığınız "sıfat"ın, titrinizin bir
önemi yoktur. İnancımız gereği böyledir. Herkes "can" olarak bir
aradadır. Bu yüzden oruç açmadan önce yapılan konuşmalarda orada bulunan
"titr" sahibi bazı kişilerin (birisi de naçizane "yazar" sıfatıyla ben idim) adlarının
anılmasından, doğrusu, hiç hoşnut olmadım. Lokmayı veren can dışında kimsenin
ne adının anılmasına ne de teşekküre gerek vardı. Tabii ki cemevi
yetkililerinin iyi niyetlerinden hiçbir kuşkum yok; sağ olsunlar var olsunlar.
Ama bunu söylemeden de geçemezdim... Kerbela sohbetinde de çok anlamlı sözler
edildi, düşündüren deyişler söylendi. Gecikmiş olarak buradan da sağolsunlar
demeyi ihmal etmemek gerek...
12 İmam orucu ardından aşureler kaynatıldı, paylaşıldı. Bunu
bir Muharrem ayı geleneği olarak sürdürenler arttı. Güzel bir şey kuşkusuz. Ne
var ki bazıları aşureyi anlamından uzak bir "gelenek" olarak
sürdürüyor, adeta "aşure partisi" şeklinde yapıyorlar. Canları
sağolsun. Ama aşure kaynatmak, dağıtmak, Kerbela faciasının ardından bir umudun
habercisi ve umuda, inanmaya dairdir. Komşularla dedikodu yapmak için yeterince
"gün" ve "gerekçe" var iken, aşure kaynatanın bunun
anlamını bilmesi gerekir kanısındayım. Tabii ki kimsenin niyetini sorgulamak,
yargılamak haddimiz değil. Benimkisi sadece bir "gözlem" ve
hatırlatma diyeyim...
Ya siyaset?
Geçen bir gazeteci arkadaşımla karşılaştım; "Hocam
yazmıyorsun bir yerde?" dedi. "Nerede mesela?" diye karşılık
verdim. Sustu, gülümsedi, nicedir "işsiz" olduğumu hatırlamıştı.
Önceleri şaka ile karşılık veriyordum bu tip sorulara;
"Çok sayıda öneri var, teklif var, bizde yazsana diye. Değerlendiriyorum
işte" şeklinde. Artık espri yapmıyorum. Tadı yok. Kimselerin bir yerlerde
yazmıyor oluşumun eksikliğini hissettiğini de sanmıyorum doğrusu. Siyaset de
yazmıyorum bu arada. İçimden gelmiyor. Hayata ve insana dair düşündükçe
anlamsız ve basit geliyor günlük siyasi analizler yapmak. Ama izliyorum
elbette. Alışkanlık. Ve ister istemez önemli. O yüzden "yazmayacağım
işte" diye tutturuyor da değilim. Bakalım... Hayat devam ediyor.
Ve "umut" dediğimiz, sonuçta bir "hayat devam
ediyor" gerçeğidir.
8 Ekim 2018
Yorumlar
Yorum Gönder