Ana içeriğe atla

"Murat öldü Cafer"

“Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez...

Önce “Murat çok hasta, hastanede” haberini aldım. Nesi var ki? Kanser... “Ne kanseri?” bile diyemedim. Alacağım cevaptan korktum. En kötüsü olmasından. 

En kötüsüymüş...

Hangi hastanede? Geleyim, göreyim, moral olur, iyi gelir belki, ne bileyim. “Gelsen de göremezsin ki. Yoğun bakımda. Entübe edildi. Belki bir mucize olur diye bekliyoruz işte.”

Bir mucize olur belki. Bir mucize olsa. Bir mucize olsun... Daha çok genç yahu! Ölecek değil ya! 

Öldü...

“Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez...

İnsan evladı tuhaf bir varlık. Telefon ekranındaki “Murat öldü Cafer” mesajına bir süre bakakaldım öylece. Nasıl olduysa, bir üzüntü emojisi ile yanıt vermeyi akıl edebildim. Bir şey diyemedim. Sessizce ağladım...

Anılar sonra sökün etti. 

Birkaç yerde, “Kanser tedavisi gören gazeteci Murat Seçkin hayatını kaybetti” haberi çıktı, bir avuç yakını ve arkadaşı olarak Murat’ı toprağa verdikten sonra. Baktım, çalıştığı gazetelerin adları içinde Ülkede Özgür Gündem yoktu. Bazısında Taraf da yoktu. Oysa Murat memleketi Samsun’dan İstanbul’a gelince ilk çalıştığı gazete idi Gündem. Orada birkaç sene beraber çalıştık. 

İyi bir gazeteciydi. Olaydaki haberin bam telini bir bakışta gören bir bakış açısına sahipti. Haber nasıl en çarpıcı biçimde okunur hale gelir, bilirdi. 

Birlikte sadece haberin heyecanını (mesela Şemdinli Umut Kitabevini bombalayanların halk tarafından suç üstü yakalanması gibi) değil, iyi günü, kötü günü, yeri geldi açlığı yokluğu paylaştığımız günlerimiz oldu.

Ailesine, annesine çok düşkündü. Annesi Melek Hanım 2013’te terk-i diyar ettiğinde Murat için endişelendiğimi hatırlıyorum. 

Arada araşır konuşurduk, medya dedikoduları, kim nerede ne yapıyor, görüşelim bir gün muhabbetleri. Epey olmuş görüşmemişiz, ölünce ayrımına vardım, hayıflandım...

Bilen bilir. Az yer, kötü beslenir ama çok içerdi.

Onu tanıyan herkeste iz bırakmıştır. Bir arkadaşı demişti, “kendi kıymetini bilmezdi” diye. Kendi kıymetini bilmez, sağlığına dikkat etmez ama insanları ve hayvanları severdi. 


Sessiz sedasız göçtü gitti. İki ay içinde. Nefes darlığı şikayetiyle doktora gittiğinde ortaya çıkmış kanser olduğu. Hastaneye yatırılmış. Haber verseydiniz keşke diyecek oldum Burak’a, “Öyle hasta görünmek istemiyordu kimseye. O yüzden” dedi. 

Öte tarafa da yakışıklılığından taviz vermeden gitmek istedi demek. Vedalaşamadık bile bu yüzden. Yaşıyor olsa, kıkır kıkır gülerdi.

8 Kasım da zihnimize mıh gibi saplanan günlerden biri oldu.

Öyle olsun kardeşim...

11 Kasım 2025



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İlla da İzmir...

 Hep siyasi gündemin iç karartıcı sorunlarına dair yazacak, konuşacak değiliz ya... Dedim ve İzmir’deki imza buluşmasını paylaşayım sizinle istedim. Buyurun: Geçtiğimiz 16 Aralık cumartesi günü İzmir’de imza günüm vardı, Yakın Kitabevinde. Ne zamandır İzmir’e gitmek için “bahane” lazımdı; bundan âlâ bahane mi olur :) Fakat bir şanssızlıktır tuttu yakamdan ve bir türlü bırakmadı. Bakın nasıl... İzmir’de aile çevremden insanların yanı sıra birçok da arkadaşım var. Bir arkadaşım da yeni eve taşındı ve bizim “Kaptan” Mithat ayda birkaç kez gidiyor İzmir’e ve dönüşte Erhan’ın yeni evinin manzarasını öve öve bitiremiyor. Kaptan zevk sahibi adamdır, beğeni ölçüleri vardır, estetik duygusu gelişkindir; Siirtlidir ama bizim gibi (“bizim” derken kendimi kastediyorum, yanlış anlaşılmasın) köylü de değildir yani. O övüyorsa demek ki harbiden güzel manzarası var evin. Velhasıl bu da bizim arkadaş grubu için imza etkinliğinin yanında bir başka “bahane” idi. (Belki de asıl “bahane.”) Yakın Kitabe...

'Kontrol'lü mü? 'Tiyatro' mu? 'Darbe' mi?

Belki biraz uzun bir yazı olacak, ama mevzu önemli ve doğru anlaşılması gerek... 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde bu alçakça girişimi kınayan birkaç tivit attım ve çok "ilginç" ve düşündürücü tepkiler aldım. Darbe girişiminin ilk saatlerinde ve izleyen günlerde de darbeye karşı demokrasiyi savunmanın "ilkesel" bir anlamı, değeri olduğuna dair görüşlerimi yazmış, paylaşmıştım. Darbeye karşı demokrasiyi savunmak, ideolojik, siyasi görüşlerimiz, tercihlerimiz ne olursa olsun, hepimiz için bir "ortak payda" anlamı taşır; en azından, naçizane, yıllardır nefesim, kalemim yettiğince böyle olması gerektiğini savunuyorum. "İyi darbe-kötü darbe"? Bunu önemsemem boşuna değil. Zira biliyorum ve biliyoruz ki, toplumda öteden beri "iyi darbe, kötü darbe" şeklinde bir kötü yaklaşım tarzı var. "Düşman" bellediğine "karşı" ise o "iyi" darbedir ve kendisine karşı ise, "kötü." Bu, sadece kötü değ...