Ana içeriğe atla

Munzur kanıyor...


Munzur, çılgın akan bir asi su değildir sadece. Her Dersimlinin özgürlüğe dair, iyiliğe, güzelliğe dair hayallerinin, düşlerinin, dileklerinin, dualarının simgesidir o. Munzur'dan bir tas su içmek, bir kavl-i karar nedenidir. Söz'dür. Uğruna ölünür...

Yıllar önce, henüz kızım doğmamışken, bir gazetenin "Duymayı en çok sevdiğiniz ses ne sesidir?" gibi bir anket sorusuna, neredeyse hiç düşünmeden "Munzur'un sesi" diye yanıt vermiştim. Henüz kızım doğmamışken diye belirtme gereği duymamın nedeni, kızım olsaydı hayatımda, bu kadar tereddütsüz cevaplamazdım o soruyu. Cevabım, kızımın "Baba" diyen sesini duymak da olabilirdi yani. (Aynı anketin sorularından biri de, "En nefret ettiğiniz ses hangisidir?" gibi bir soruydu ve cevabım, gardiyanların üstümüze koğuş kapılarını kapatırken çıkan ses olmuştu.)

Munzur, coşkuyla akan hızlı bir nehirdir. Türkiye'nin debisi en yüksek sularındandır. Munzur Gözeleri'nden beslenir. Gözeler de Munzur Dağları'ndaki metrelerce kardan. Son yıllarda, bazı kışlar beklenenden, her sene yağandan daha az yağar oldu kar. Dersim bir kar ve kış memleketidir oysa.

5-6 yıl önce, bir kış vakti Dersim'e gittiğimde insanları her zamankinden daha farklı bir endişe ve tedirginlik içerisinde görmüştüm. Kısa sürede anladım bu tedirginliğin nedenini. Kışın ortasındaydık (Ocak ayının sonlarıydı) ve doğru dürüst kar yağmamıştı Dersim'e... Bilmeyenler, yerdeki 15-20 cm kar kalınlığına bakıp "Ne çok kar yağmış buraya?" diye düşünebilirlerdi ama Dersim için bu asla "normal" değildi. Ovacık'a gittim. Kar yolu hiçbir noktada kapamamıştı. Ve Ovacık'taki kar kalınlığı 1 metre bile değildi. Her kış metrelerce kar altında kalan Ovacık'ta insanlarımızın endişesi daha da belirgindi; doğru dürüst kar yağmamıştı bu sene... Munzur'un asiliğinden eser yoktu. Ne olacaktı Munzur'a?

2003 yazında yıllar sonra ilk kez Munzur Gözeleri'ne gittiğimde, gözelerin Munzur dağ silsilesinin eteklerinde en yakın olanlarından birinin kuruduğunu görmüştüm. O süt gibi çağlayan pınar kurumuştu, nasıl olurdu bu? Kurumuş gözenin yakınında oturmuş bir yaşlı kadın, ağlıyordu. Neden ağladığını biliyordum. Benim de gözlerim dolmuştu...

Munzur, çılgın akan bir asi su değildir sadece. Her Dersimlinin özgürlüğe dair, iyiliğe, güzelliğe dair hayallerinin, düşlerinin, dileklerinin, dualarının simgesidir o. Munzur'dan bir tas su içmek, bir kavl-i karar nedenidir. Söz'dür. Uğruna ölünür...

***

1937 baharında başlayan ve yaza doğru ağırlaşarak süren, "barış" çabalarına kulak verilmeyen, Dersim'i kana boyayan askeri operasyona karşı varlık-yokluk mücadelesi veren Dersim aşiretlerinin önemli bir bölümü, Temmuz ayında, "Rayber" Seyit Rıza'nın çağrısıyla Munzur'un kıyısında bir araya geldiler. Orada suyun iki yakasında durumlarını değerlendiren aşiret liderleri, direnmekten başka bir yol olmadığına karar verdiler. Munzur'dan bir tas su içerek...

Ne var ki o aşiret liderlerinin çoğu, daha köylerine dönmeden söz'ü çiğnediler. Acımasız, kanlı paşa Abdullah Alpdoğan, sadece askeri operasyonlarla sonuç almaya çalışmıyor, Dersimliler içinde yaydığı haberlerle aşiretlerin birliğini önlemeye de özel bir önem veriyordu. Önceleri Koçgiri ayaklanmasının ardından Dersim'e sığınmış Alişer Efendi'nin kellesi verildiğinde harekatın bitirileceğini yaymıştı mesela. Alişer ve eşi Zarife Hatun'un kelleleri önüne atıldıktan sonra, bu sefer de Seyit Rıza'nın kellesini istemeye başlamıştı. Seyit Rıza'nın kellesi vurulsa, Dersim'de harekat, katliam bitecekti...

Buna inanan aşiretler sessiz kalarak, hatta askeri birliklere kılavuzluk ederek katliamın biteceğine, hayatta kalacaklarına inandılar. "Bir tas su" sözünü bunun için çiğnediler.

Çiğnediler ve Seyit Rıza ve arkadaşları asılarak öldürüldü ama, katliam durmadı. En kanlı kitlesel, toplu katliamlar 1938 yılı boyunca yaşandı. Kenara çekilen, işbirliği yapan köy ve aşiretler de "hedef" oldular. Dersim coğrafyası baştan başa kana boyandı. Munzur, uzun süre kan aktı...

***

Uzun hapislik yıllarım boyunca Munzur, bir özgürlük simgesiydi benim için. Bir hasretti. Uğruna yaşadığımız, direndiğimiz bir hasret...

Yıllar sonra Munzur'la kavuştuğumuzda, kıyısında oturup ağlamıştım. Hasret yılları bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçerken, dilimden dökülen sözcükler, "Bugünleri görmek de varmış" olmuştu...

Bugünleri görmek de varmış... Daha göreceklerimizden başka... Ama Munzur hala kanıyor...

11 Kasım 2018
Foto: Dersim arşivimden, 2013

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Murat öldü Cafer"

“Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... Önce “Murat çok hasta, hastanede” haberini aldım. Nesi var ki? Kanser... “Ne kanseri?” bile diyemedim. Alacağım cevaptan korktum. En kötüsü olmasından.  En kötüsüymüş... Hangi hastanede? Geleyim, göreyim, moral olur, iyi gelir belki, ne bileyim. “Gelsen de göremezsin ki. Yoğun bakımda. Entübe edildi. Belki bir mucize olur diye bekliyoruz işte.” Bir mucize olur belki. Bir mucize olsa. Bir mucize olsun... Daha çok genç yahu! Ölecek değil ya!  Öldü... “Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... İnsan evladı tuhaf bir varlık. Telefon ekranındaki “Murat öldü Cafer” mesajına bir süre bakakaldım öylece. Nasıl olduysa, bir üzüntü emojisi ile yanıt vermeyi akıl edebildim. Bir şey...

İlla da İzmir...

 Hep siyasi gündemin iç karartıcı sorunlarına dair yazacak, konuşacak değiliz ya... Dedim ve İzmir’deki imza buluşmasını paylaşayım sizinle istedim. Buyurun: Geçtiğimiz 16 Aralık cumartesi günü İzmir’de imza günüm vardı, Yakın Kitabevinde. Ne zamandır İzmir’e gitmek için “bahane” lazımdı; bundan âlâ bahane mi olur :) Fakat bir şanssızlıktır tuttu yakamdan ve bir türlü bırakmadı. Bakın nasıl... İzmir’de aile çevremden insanların yanı sıra birçok da arkadaşım var. Bir arkadaşım da yeni eve taşındı ve bizim “Kaptan” Mithat ayda birkaç kez gidiyor İzmir’e ve dönüşte Erhan’ın yeni evinin manzarasını öve öve bitiremiyor. Kaptan zevk sahibi adamdır, beğeni ölçüleri vardır, estetik duygusu gelişkindir; Siirtlidir ama bizim gibi (“bizim” derken kendimi kastediyorum, yanlış anlaşılmasın) köylü de değildir yani. O övüyorsa demek ki harbiden güzel manzarası var evin. Velhasıl bu da bizim arkadaş grubu için imza etkinliğinin yanında bir başka “bahane” idi. (Belki de asıl “bahane.”) Yakın Kitabe...

'Kontrol'lü mü? 'Tiyatro' mu? 'Darbe' mi?

Belki biraz uzun bir yazı olacak, ama mevzu önemli ve doğru anlaşılması gerek... 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde bu alçakça girişimi kınayan birkaç tivit attım ve çok "ilginç" ve düşündürücü tepkiler aldım. Darbe girişiminin ilk saatlerinde ve izleyen günlerde de darbeye karşı demokrasiyi savunmanın "ilkesel" bir anlamı, değeri olduğuna dair görüşlerimi yazmış, paylaşmıştım. Darbeye karşı demokrasiyi savunmak, ideolojik, siyasi görüşlerimiz, tercihlerimiz ne olursa olsun, hepimiz için bir "ortak payda" anlamı taşır; en azından, naçizane, yıllardır nefesim, kalemim yettiğince böyle olması gerektiğini savunuyorum. "İyi darbe-kötü darbe"? Bunu önemsemem boşuna değil. Zira biliyorum ve biliyoruz ki, toplumda öteden beri "iyi darbe, kötü darbe" şeklinde bir kötü yaklaşım tarzı var. "Düşman" bellediğine "karşı" ise o "iyi" darbedir ve kendisine karşı ise, "kötü." Bu, sadece kötü değ...