'Siyasi komiser' anlayışı... Rusya örneği
Bilen bilir, Leninist parti/örgütlenme modelinin en
"kritik" önemdeki özelliği, "siyasi komiserlik"
müessesidir. "Müessese" diye boşuna demiyorum; zira varlık nedenleri
ideolojik çizgiyi korumak ve faaliyet yürüttükleri alanda partiyi temsil
etmektir. Resmi yetkili kim ya da kimler olursa olsun, herkes asıl sorumlunun
"siyasi komiser" olduğunu bilir ve ona göre hareket eder. Leninist
parti ve örgütlenme modelinin bu en "önemli" özelliği, aynı zamanda
onun en büyük handikabı olmuştur; çünkü modeli çürütüp iflas ettirmiştir.
"Siyasi komiserlik", sanılanın aksine Lenin ve
Bolşeviklerin "buluşu" değil. Siyasi komiserler, ilk olarak Fransız
Devrimi'nde devrim karşıtı düşünce ve eylemleri tespit edip gereğini yapmakla yükümlü
bir yapı olarak ortaya çıkmıştır. Marks'ın yakından izlediği Fransız Devrimi,
sonradan Lenin'in de kendi örgüt ve mücadele tarzını geliştirirken en önemli ilham
kaynaklarından biri oldu. Lenin liderliğindeki Bolşeviklerin Ekim Devrimi'nden
önce aynı parti çatısı altında bulundukları (Rusya Sosyal Demokrat İşçi
Partisi-RSDİP) Menşevikler'den ayrılmalarının en başlıca nedeni de, malum,
"örgüt" anlayışı idi. Menşevikler daha gevşek bir örgüt ve örgüt
üyeliği anlayışını savunurken Lenin ve Bolşevikler, bir "öncü" savaş
örgütünü savunmuşlardı. Öncü bir savaş örgütü, çelikten bir disiplin
anlayışıyla oluşturulabilirdi, yukarıdan aşağıya "demokratik
merkeziyetçilik" adı altında katı bir merkeziyetçilik esas alınmalıydı,
vb.
Leninist örgüt/parti modeli tabii ki daha geniş bir tartışma
konusu diyerek sözü "siyasi komiserliğe" getireyim. Bu "çelik
gibi" parti kitleselleştikçe onun "öncü" vasfını
korumak-kollamak önem kazanacaktı. Siyasi komiserlik modelinin önemi tam da
bununla ilgiliydi.
Partinin yönetim gücü "siyasibüro" (daha yaygın
adıyla politbüro) idi ve görevi partiyi ideolojik çizginin esaslarına göre
yönetmekti. Yukarıdan aşağıya doğru örgütlenmişti ve siyasi komiserler,
politbüronun pratik temsilcileriydi. Kendisini "Lenin'in en iyi
öğrencisi" olarak tanımlamaktan hoşlandığı bilinen Stalin ve sonrasında
Stalin'in tarzını eleştirenler de dahil SBKP'nin bütün genel sekreterleri,
devraldıkları mirası nüans farklar dışında sürdürdüler. Leninist modelden daha
iyi bir "yönetmek" modeli olabilir miydi? Bu anlamda adı çıkmış
Stalin'e yönelik eleştirilerinin yüzeysel olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Siyasi komiserlik model ve anlayışı devrimden sonra daha
"önemli" misyonlar atfedilerek sürdürüldü. Kızıl Ordu bünyesindeki
siyasi komiser yoldaşlar, savaş zamanı askerlere ne için savaşmaları gerektiği
"bilincini" taşımakla, barış zamanı da "savaşa hazırlıklı olmak
lazım" motivasyonunu canlı tutmakla yükümlü idiler. Siyasi komiserlerin en
önemli faaliyet alanı proleterya değil ordu idi. Bir de ülkeyi ağ gibi sarmış
olan gizli istihbarat örgütü KGB. Ordu ve KGB, "iç ve dış düşmanlara"
karşı devrimi korumanın en önemli silahlı güvencesiydi. Ama hayatın her
alanında toplumu "partileştirmek" gerekli idi. Dolayısıyla
"öncüsü" olunan işçiler arasında da partili, parti üyesi her yoldaşın
görevi, işçileri merkezden planlanan hedefleri gerçekleştirebilmek için
seferber etmek idi. Nitekim Naziler Almanya'da iktidara geldikten sonra Sovyetler
Birliği'nin gerçekleştirdiği büyük ağır sanayi hamlesi, bu siyasi komiserlerin
başarısı idi denilebilir.
Yıllar önce Fransız bir komünist gazeteci-yazar olan Henri
Alleg'in Sovyetler Birliği'nin göstere göstere çöküşünü irdelediği bir kitabını
okumuştum. Alleg kitabında ordu başta olmak üzere hayatın değişik alanlarındaki
parti üyesi (siz "siyasi komiser" okuyun) yoldaşlarla röportajlar
yapmış ve koca devrimin nasıl böyle göz göre göre çöktüğünü sorgulamıştı.
Yerel bir parti yöneticisine sorduğu soruya aldığı yanıt,
oldukça düşündürücü idi. Soru gayet basitti; "Neden devrim yıkılırken
karşı koymadınız?" Partili vatandaşın cevabı da aynı ölçüde basitti:
"Çünkü yukarıdan talimat gelmedi."
Bu kadar basit. Leninist parti modeli, çürümüştü.
"Yukarısı" çürümüştü. Ülkeyi, çürümüş devrimi yönetecek, sürdürecek
halleri kalmamıştı. Yine de, Kızıl Ordu içindeki bazı "siyasi
komiserler" bir darbe girişiminde bulunarak çürümüş devrimi sürdürmeyi
denediler (Ağustos 1991).
İlginç olan darbe girişimini, SBKP'nin son genel sekreteri
Mihail Gorbaçov'un ABD büyükelçisinden haber almış olmasıydı. Gorbaçov
Amerikalıların verdiği istihbaratı ciddiye almamıştı. Galiba hala "Genel
Sekreter" olma gücüne güveniyordu. Darbeciler harekete geçtiğinde, olayın
ciddiyetini anladı ama bu kez de tavırsız kalmayı tercih etti; belki de çoktan
çürümüş, iflas etmiş olan devrim bu "darbe" aracılığıyla devam eder
diye düşünmüştü. Ama öyle olmadı; Rusya Federasyonu Başkanı Boris Yeltsin
darbeye karşı durdu. Bir türlü "partilileştirilmemiş" olduğu ortaya çıkan
işçi sınıfı da dahil Rus halkı ve hatta ordunun esas gücü darbeye karşı çıktı. Sonrası
malum; Gorbaçov elindeki koca SSCB'nin bütün bilgi ve belgelerini Yeltsin'e
verip SSCB'nin dağıldığı ilan edilmeden önce SBKP Genel Sekreteri görevinden
istifa etti...
SSCB ile birlikte "siyasi komiserlik" müessesi de
tarihe mal oldu mu sandınız?
Normalde öyle olması gerekirdi tabii ki ama öyle olmadı.
Bu "siyasi komiserlik" bahsini durduk yere
açmadım. Ama uzattım. İlgisini çekenler varsa, lütfen sonraki yazıyı
beklesinler...
28 Kasım 2018
Yorumlar
Yorum Gönder