Üç kişiden biri 'komiser' idi, ama... Arnavutluk örneği
Mesele tam da bu
işte... Kimimiz Küba, kimimiz Rusya, kimimiz Çin, kimimiz Arnavutluk (vb)
devrimlerine hayranlık besliyor ve durduğumuz yerden diğerlerini
"Revizyonist, oportünist" hatta "emperyalist" olmakla itham
ediyorduk. Ama aslında hiçbirinin diğerinden temelde hiçbir farkı yokmuş
meğerse. Söyleyince bazıları nezdinde "kötü" oluyorsun. Oysa soru
orada hayatın verdiği cevapla birlikte öylece duruyor; bütün bunlar
"sosyalizm" miydi?
Belki uzattığımı düşünenler vardır, nitekim,
"Memleketin gündemine bak, sen nelerle uğraşıyorsun" diyen okurlar da
yok değil. Açıkçası, zaten çökmüş sosyalist ülkelerde oluşturulan rejimlerden
her biri, diğerine benzer pratikler sergilemişler. Bu anlayış ve pratiklerle
yüzleşmeyi önemsiyorum. "Sıcak" gündemden daha fazla önemsiyorum
hatta. Güncel yazı yazmak gelmiyor içimden, dikkatli okurun fark ettiği gibi.
Kitap çalışmalarım ve geçmişle yüzleşmeye dair ihmal ettiğim konular var
önümde. Ama sabrınızı da zorlamayayım fazla ve Arnavutluk, "güncel"
sol iddialı örneklere gelmek için hatırlatacağım son örnek olsun. Bu daha
"lelesi" işin yani, daha "lolosu" var; az daha sabır...
***
Arnavutluk ve Enver Hoca rejimi, çöken sosyalist sistem
örnekleri içerisinde en ilginç olanlarından biri. Belki Kuzey Kore ile
benzerlikleri bulunabilir, ama ondan farklı özellikleri, özgünlükleri de var.
Misal, Kuzey Kore'nin kendi anlayış ve pratiğini yaygınlaştırmak gibi zaten
karşılık bulması mümkün olmayan bir "yayılma" çabası yoktu ve yok.
Ama Arnavutluk Emek Partisi ve lideri Enver Hoca'nın vardı. Hoca,
Marksist-Leninist iddialı ideolojik çizgiler içerisinde kendine özgü bir
"ekol" yaratmaya çalışmış, doğrusu ülkemizdeki örneklerinden
biliyorum, bir miktar başarılı da olmuştu. "Halk savaşı" çizgisini
benimseyen çok sayıdaki örgüt içerisinde Kuzey Kore'nin kurucu lideri Kim il
Sung'un bir "saygınlığı" vardı; ama ülkemizde "devrim"
yapmak için Kuzey Kore'yi "model" alan kimseler olduğunu hatırlamıyorum.
Buna karşılık Arnavutluk ve Enver Hoca çizgisini benimseyen birçok örgüt vardı.
Sol gruplar birbirleriyle yer yer şiddet boyutuna varan bir çekişme ve rekabet
içerisindeyken bu "Hocacı" örgütler de, bilen bilir, birbirleriyle
"dostane" değil "Enver Hoca'yı en iyi biz anladık" rekabeti
içindeydiler. Neyse.
Önce biraz "ansiklopedik" bilgi vereyim, meraklısı
biraz zaman harcayarak daha detaylı bilgiler edinebilir.
Arnavutluk da Romanya ve Bulgaristan gibi 2. Dünya
Savaşı'nın ardından Enver Hoca liderliğinde "sosyalist" bir rejim
kurdu (1946). Enver Hoca, Fransa'da eğitim görmüş ve orada tanıştığı komünist
düşünceleri ülkesine döndükten sonra hayata geçirmek için hummalı bir çalışma
içine girmişti. Hoca'nın "modeli" Stalin'di. Stalin öldükten sonra
Kruşcev ile birlikte Stalin eleştirilere konu olmaya başlayınca, Enver Hoca ve
Arnavutluk'un SSCB ile ilişkileri de koptu.
Stalin yoksa Mao yoldaş ve Çin vardı. Arnavutluk ve Hoca bu
kez Çin'e yanaştı. İki "komünist" ülke arasındaki
"dayanışma", Mao ölünceye kadar devam etti (1976). Mao'nun "kaderi"
de Stalin gibi oldu; öldükten sonra "Cüce Teng" çizgisi ÇKP'ye hakim
oldu, Mao ve Maoculuktan uzaklaşıldı. Hoca da Çin'den uzaklaştı;
"dayanışma"nın yerini "düşmanlık" aldı. Enver Hoca, ÇKP ile
birlikte SSCB'yi "sosyal emperyalist" olarak değerlendiren bir tutum
almıştı ve artık Çin'i de "sosyal emperyalist" olarak görüyordu...
Böylece Arnavutluk kapalı, yoksul bir ülke haline geldi.
Hoca ve ölünceye kadar lideri olduğu Arnavutluk Emek Partisi, dünyadaki yegane
"komünist" ülke olarak kendilerini görüyordu; diğerleri "sosyal
emperyalist" idi ya da "sosyal emperyalizmin" nüfuzu altındaki
"sömürgeler." (Tabii, Arnavutluk modelini benimseyen benzer örgütler
de hemen aynı tutumu almışlardı.)"Arnavutluk komünizmi", yoksulluk ve dünyaya kapılarını kapatmak demek idi en çok. Dünyaya kapılarını kapatmak derken, sadece kimseyle doğru düzgün diplomatik, politik, ekonomik vb ilişkisi olmaması da değil; sınırlarına dev beton bloklar dikmişlerdi. Arnavutluk vatandaşlarına yurt dışına çıkmak yasaktı...
Yoksulluk ve kendi içine kapanmak "komünizme"
delalet olabilir mi; bu bir yana, komünist Arnavutluk, dünyada dini yasaklayan
yegane ülke idi. Diğer sosyalist ülkelerin bile yapmaya cesaret edemediğini
yapmış, yüzde 70'i Müslüman, kalanı Hıristiyan olan Arnavutluk'ta dini
yasaklamışlardı. Osmanlı'dan kalma tarihi camiler, kiliseler, Bektaşi tekkeleri
kapatılmış, yıkılmış, bazıları depo, ahır olarak kullanılmaya başlamışlardı.
Tabii Enver Hoca taraftarları bunu "dini yasaklamak" değil,
"dini aşmak" olarak adlandırıyorlardı övgüyle. "Var mı dünyada
dini aşan başka sosyalist ülke? Yok. Arnavıtluk'ta din aşıldı, sosyalizmden
komünizm aşamasına geçildi" diyorlardı mesela.
Sürpriz yok; komünizme geçmiş işi bitirmiş Arnavutluk'ta
muhalifler acımasızca ezildi. İdam edildi, hapsedildi, işkence gördü, sesleri
kısıldı. En çok da din adamları nasiplendi bu zulümden. Özellikle kısık sesle ve dolaylı olarak SSCB ile komşu Yugoslavya ile
ilişki kurmak gerektiğini söylemeye cesaret edenler, neredeyse
"faşist" olmakla aynı anlam atfedilerek "Titoculuk" ile,
"modern revizyonizmin kuklası" olmakla, "casuslukla" itham
edilip tasfiye edildiler. Enver Hoca, 1985 yılında ölene değin "Genel Sekreter" ve "Devlet Başkanı" idi, diğerleri gibi. Öldükten sonra, koltuğuna işaret ettiği kişi oturdu; Ramiz Alia. Alia, Hoca'nın çizgisini sürdürmeye çalıştı ama devir devran değişmeye, kendilerini izole etmelerine rağmen aslında alelade bir parçası oldukları sistem çatırdamaya, çökmeye yüz tutmuştu...
Taraftarları "Yok canım, biz farklıyız, dimdik
ayaktayız" deseler de Avrupa'nın en küçük (birkaç milyonluk bir ülke) ve
en yoksul ülkelerinden biri olan Arnavutluk'u bekleyen de "kaçınılmaz
son" idi; çöküş...
20 Şubat 1991 günü Tiran Meydanı'nda toplanan öğrencilerin
başını çektiği binlerce kişi, devasa Enver Hoca heykelini yıktı. Üç kişiden
birinin "partili" ("siyasi komiser" de denilebilir) olduğu
"dini aşmış" Arnavutluk'ta, erişilmez, hikmetinden sual olunmaz parti
yöneticileri bir anda "kaçak" durumuna düştüler ve Arnavutluk, hızla
"komünizmden" vazgeçti. Şimdi Avrupa'nın en dindar, muhafazakar
ülkelerinin başında geliyor...
***
"Bizden" bir anekdot anlatmadan da geçmeyeyim...
1987 yılında Metris'ten tahliye olduktan sonra "Nerede
kalmıştık?" havasında bir dönem yaşadım. Sosyalist bir aylık derginin
yöneticisi idim. Sovyetler Birliği'nde "Glasnost" ve "Perestroyka"
süreci vardı; Gorbaçov, çözülüşü durdurmak çabasındaydı. Ve "bizler"
de bunun "teslimiyet" olduğunu düşünüyorduk. Kendimizi
"rahatlattığımız" esas söylem ise, "Biz zaten revizyonist
görüyorduk" idi. Tabii "emperyalist görüyorduk zaten" filan
diyenler de vardı. Kendi adıma, çalıştığım dergide "Anti ML sapmalar ve
Stalin düşmanlığı üzerine" türü başlıkları olan yazılar yazıyordum. Ama
biraz da sezgisel olarak bu işte bir terslik olduğunu da düşünüyordum.
Neyse. Öyle bir dönemdi işte. Aynı yıl Ekim ayı içinde
sosyalist sistemdeki ortaya çıkan "krizi" değerlendirmek üzere bir
panel düzenlenmişti. Panelistlerden biri Yalçın Küçük idi, diğeri de
"Halkın Kurtuluşu" isimli, sonradan legal parti kuran geleneğin önde
gelen simalarından Mustafa Yalçıner. İşlerim nedeniyle biraz gecikerek
katılmıştım panele. Yalçın Hoca'nın ne anlattığını doğrusu anımsamıyorum.
Yalçıner ise, Arnavutluk'ta nasıl komünizme geçildiğini ve "kriz" ile
Arnavutluk komünizminin hiç alakası olmadığını anlatmıştı. Soru-cevap kısmında bir
dinleyici Yalçıner'e sordu; "Tamam da, diyelim Arnavutluk'ta da bir karşı
devrimci hareket oldu, ne yapacaksınız?" Yalçıner'in bu soruya cevabı,
"Silahlarımızı alıp, gidip karşı devrimci hareketi ezeceğiz" oldu.
Bilmiyorum, gerçekten de gidip savaşmaya niyetlendiler mi;
bildiğim gitmedikleri ve "karşı devrimin" Arnavutluk komünizmini de
alaşağı ettiğidir.
Peki Arnavutluk ve Enver Hocacı o kadar örgüt (bazıları hala
sürüyor) aradan geçen bu kadar zamanda o "fanatik taraftar"
dönemlerinin muhasebesini yaptılar mı acaba? Ben duymadım, görmedim...
Mesele tam da bu işte... Kimimiz Küba, kimimiz Rusya,
kimimiz Çin, kimimiz Arnavutluk (vb) devrimlerine hayranlık besliyor ve
durduğumuz yerden diğerlerini "Revizyonist, oportünist" hatta
"emperyalist" olmakla itham ediyorduk. Ama aslında hiçbirinin
diğerinden temelde hiçbir farkı yokmuş meğerse.
Söyleyince bazıları nezdinde "kötü" oluyorsun.
Oysa soru orada hayatın verdiği cevapla birlikte öylece duruyor; bütün bunlar
"sosyalizm" miydi?
Sahi, sizin sosyalizminiz hangisiydi? "Sosyal
emperyalist" olan mı, "revizyonist" ya da "oportünist"
olan mı?
20 Aralık 2018
kalemine sağlık Cafer...
YanıtlaSilArnavutluktaki müslüman oranını bile bilmeden ahlam kesmek yüzünden batıyor sol türkiyede😅
YanıtlaSil