Ana içeriğe atla

Newroz deyince...


Newroz, doğanın dirilişine tanıklığımızın sembolleştiği gündür. Bir "yeniden başlamak" heyecanı, umudu, sevincidir. Yenilenmeye, arınmaya, kardeşliğe davettir. Savaşa, kavgaya, ölüme değil, yaşama ve barışa dairdir. Bu yüzden bayramdır... Kutlu olsun. Piroz be.
Newroz'u anlamlandıran efsaneyi bilmeyen yoktur herhalde; yine de kısaca hatırlatmış olayım. Efsaneye göre Ortadoğu'da güçlü bir imparatorluk olan Asur'un Dehak adında, hükmü altındaki halklara kan kusturan zalim bir kralı varmış. Bir gün omuzlarında kendisine korkunç acı veren yaralar çıkmış. Dört bir yandan getirdiği namlı hekimler, büyücüler Dehak'ın yaralarını tedavi edememişler. Bir gün uğursuz bir büyücü bu yaraları tedavi etmek ve acılarının dinmesi için yaralarının üzerine bebek kalbi koyması gerektiğini söylemiş. Zalim Dehak askerleri her gün öldürdükleri bebeklerin kalplerini getirmişler ona; ağrıları gerçekten de diner gibi oluyormuş. İnsanlar Dehak'ın bu zalimliği karşısında çaresiz imişler. Dehak'ın askerleri bir gün Demirci Kawa'nın evine de gelmişler. Demirci Kawa, bebeğinin öldürülmesine seyirci kalmak istememiş; bu zulme karşı çıkmak gerektiğine karar vermiş. Bebeğiyle birlikte dağa çıkmış. Büyük bir ateş yakmış. Demirci Kawa'nın yaktığı ateş, Dehak'ın zulmü altında inim inim inleyen insanlara direniş mesajı olmuş. Halk zalim Dehak'a karşı ayaklanmış ve onun zulüm düzenine son vermişler. Newroz, bu isyan ve direnişin adı olmuş ("Newroz", bölge dillerinde "yeni gün" anlamına gelmektedir).

Newroz, Kürtlere mal olan bir bayram olmakla beraber aslında bütün bölge halkları tarafından kutlanmaktadır. Kürtler, Türkler, Farslar, Araplar zaman içinde "baharın başlangıcı" başta olmak üzere farklı anlamlar da yükleyerek Newroz kutlamaları yapmaktadırlar. Aleviler, Newroz gününün "Hz. Ali'nin doğum günü" olduğuna inanmakta ve bunu da bir kutlama sebebi saymaktadırlar.
Bütün bölge halkları tarafından kutlanan bir bayram olmasına karşın Newroz'un daha çok Kürtler tarafından sahiplenilmesi, kuşkusuz, Kürt sorunu ile doğrudan ilgili. Ve tabii ki Kürt sorununun ağırlaşmasına neden olan inkar zihniyetiyle. Bu yüzden hem kaçınılmaz olarak siyasallaşmış ve hem de Kürt sorunu ile denilebilir ki iç içe geçmiştir. "Kaçınılmaz" olarak diyorum, zira devlete hakim olan "inkar" zihniyeti o denli katı idi ki yüzyıllara dayanan bir geçmişi ve geleneği olan Newrozu da yasaklamıştı...

Kürt inkarının Kürtlere dair her şeyin yasaklanması şeklindeki icrası, PKK ile ilgili olsun olmasın bütün Kürtleri hiç değilse Newrozu sahiplenmek konusunda bir araya getirmişti ve halen de öyledir.
Gerçekte Newroz hiçbir zaman yasaklanamadı, kutlanması engellenemedi. İnsanların bir araya gelebildiği her şeyin yasak olduğu darbe dönemlerinde bile, insanlar yaşadıkları köylerde, mahallelerde, sokaklarda ateşler yakarak Newroz'u kutladılar.

90'lı yıllarda, bu inkar ve yasak baskısı Kürtlerin büyük direnişiyle yerle bir oldu. Ne var ki bedeli çok ağır bir sonuç idi bu. 1990'lı yılların özellikle ilk yarısında Diyarbakır, Hakkari, Şırnak, Cizre, Nusaybin, İdil, Yüksekova başta olmak üzere bölgedeki il ve ilçelerin hemen hemen tamamında her Newroz'da yüz binlerce insan sokaklara, meydanlara çıktı. Tanklara, panzerlere, kurşunlara karşı durdu. Yüzlerce insan yaşamını yitirdi...

Kaskatı inkar ve yasağın yerini, "Nevruz aslında bizim bayramımız" şeklinde bir "resmi" görüşe aldı sonradan. Koyu renk takım elbiseli, kravatlı, vali, bakan, milletvekili (vb) sıfatı taşıyan koca koca adamların ateş üzerinden atladıkları fotoğrafları herkes hatırlar herhalde. Gerçi bu sefer de "w" yasağı baş gösterdi ama Newroz'u "yasaklayan" kafa gerilerde kalmıştı artık. Yine de mevzunun siyasallaşmasının da etkisiyle miting yasakları gündemden düşmedi pek. Ama bu kez gerekçe Newrozu yasaklamak değil, "bölücü" bir faaliyeti yasaklamaktı.

Newroz kutlamaları, yaşanan dönemin niteliğini yansıtan bir geçmişe sahip. Çatışma, operasyon, ölüm, kalım haberlerinin eksik olmadığı 90'lı yıllarda Newroz, PKK ve etkilediği legal kurumlar tarafından "direniş", "isyan", "serihildan" mesajları vermek için çok "kıymetli" bir vesile idi ve yasaklar nedeniyle karşılık da buluyordu. Ateşkes dönemlerinde ise Newroz bir anda "barış, kardeşlik, huzur" mesajlarının konusu oluyordu. Bunun en son ve en çarpıcı örneği, herhalde, 2013 Newrozu idi. Zira Diyarbakır'da HDP'nin düzenlediği büyük mitingde, bir dönem medyada adı "bölücübaşı, bebek katili" gibi sıfatlar olmaksızın anılamayan Abdullah Öcalan'ın İmralı'dan getirilen mesajı okundu. 90'lı yılların ilk yarısında Newroz mesajlarında "Direnişi büyütmek, savaşı yaymak" mesajları veren Öcalan, bu kez barıştan, silahlı mücadele devrinin bittiğinden, hatta hepimizin "din kardeşi" olduğundan bahsediyordu...

Duruma göre "barış, huzur, kardeşlik bayramı", duruma göre "savaş, direniş bayramı" olan Newroz, sadece yasak dönemlerinde meydanlarda meydana gelen ölüm haberleri ile değil, Newroz gününe denk getirilen intihar eylemleri ile de akıllara kazındı. 1982 yılında vahşi işkencelerin merkezi Diyarbakır Cezaevi'nde PKK'nin önde gelen kadrolarından Mazlum Doğan'ın Newroz günü hayatına son verdiği eylem, sonraki yıllarda "feda" eylemi yapan başka PKK militanlarının da ilham kaynağı oldu. "Dışarıda" ve bulundukları hapishanelerde çok sayıda genç Newroz günlerinde, geride Abdullah Öcalan'a bağlılıklarını bildiren mektuplar bırakarak hayatlarına kıydı. Cenazeleri kitlesel törenlerle defnedildi ve arkalarından övgüler düzüldü, güzellemeler yapıldı. Ama zaman "acımasız" bir süreç ve "kahraman şehit" olmakla taltif edilen bu gençlerin adlarını o övgüleri düzenler de hatırlamıyor artık...

***
Newroz, doğanın dirilişine tanıklığımızın sembolleştiği gündür. Bir "yeniden başlamak" heyecanı, umudu, sevincidir. Yenilenmeye, arınmaya, kardeşliğe davettir. Savaşa, kavgaya, ölüme değil; yaşama ve barışa dairdir. Bu yüzden bayramdır... Kutlu olsun. Piroz be.

20 Mart 2019
 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Murat öldü Cafer"

“Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... Önce “Murat çok hasta, hastanede” haberini aldım. Nesi var ki? Kanser... “Ne kanseri?” bile diyemedim. Alacağım cevaptan korktum. En kötüsü olmasından.  En kötüsüymüş... Hangi hastanede? Geleyim, göreyim, moral olur, iyi gelir belki, ne bileyim. “Gelsen de göremezsin ki. Yoğun bakımda. Entübe edildi. Belki bir mucize olur diye bekliyoruz işte.” Bir mucize olur belki. Bir mucize olsa. Bir mucize olsun... Daha çok genç yahu! Ölecek değil ya!  Öldü... “Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... İnsan evladı tuhaf bir varlık. Telefon ekranındaki “Murat öldü Cafer” mesajına bir süre bakakaldım öylece. Nasıl olduysa, bir üzüntü emojisi ile yanıt vermeyi akıl edebildim. Bir şey...

İlla da İzmir...

 Hep siyasi gündemin iç karartıcı sorunlarına dair yazacak, konuşacak değiliz ya... Dedim ve İzmir’deki imza buluşmasını paylaşayım sizinle istedim. Buyurun: Geçtiğimiz 16 Aralık cumartesi günü İzmir’de imza günüm vardı, Yakın Kitabevinde. Ne zamandır İzmir’e gitmek için “bahane” lazımdı; bundan âlâ bahane mi olur :) Fakat bir şanssızlıktır tuttu yakamdan ve bir türlü bırakmadı. Bakın nasıl... İzmir’de aile çevremden insanların yanı sıra birçok da arkadaşım var. Bir arkadaşım da yeni eve taşındı ve bizim “Kaptan” Mithat ayda birkaç kez gidiyor İzmir’e ve dönüşte Erhan’ın yeni evinin manzarasını öve öve bitiremiyor. Kaptan zevk sahibi adamdır, beğeni ölçüleri vardır, estetik duygusu gelişkindir; Siirtlidir ama bizim gibi (“bizim” derken kendimi kastediyorum, yanlış anlaşılmasın) köylü de değildir yani. O övüyorsa demek ki harbiden güzel manzarası var evin. Velhasıl bu da bizim arkadaş grubu için imza etkinliğinin yanında bir başka “bahane” idi. (Belki de asıl “bahane.”) Yakın Kitabe...

'Kontrol'lü mü? 'Tiyatro' mu? 'Darbe' mi?

Belki biraz uzun bir yazı olacak, ama mevzu önemli ve doğru anlaşılması gerek... 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde bu alçakça girişimi kınayan birkaç tivit attım ve çok "ilginç" ve düşündürücü tepkiler aldım. Darbe girişiminin ilk saatlerinde ve izleyen günlerde de darbeye karşı demokrasiyi savunmanın "ilkesel" bir anlamı, değeri olduğuna dair görüşlerimi yazmış, paylaşmıştım. Darbeye karşı demokrasiyi savunmak, ideolojik, siyasi görüşlerimiz, tercihlerimiz ne olursa olsun, hepimiz için bir "ortak payda" anlamı taşır; en azından, naçizane, yıllardır nefesim, kalemim yettiğince böyle olması gerektiğini savunuyorum. "İyi darbe-kötü darbe"? Bunu önemsemem boşuna değil. Zira biliyorum ve biliyoruz ki, toplumda öteden beri "iyi darbe, kötü darbe" şeklinde bir kötü yaklaşım tarzı var. "Düşman" bellediğine "karşı" ise o "iyi" darbedir ve kendisine karşı ise, "kötü." Bu, sadece kötü değ...