Seçim varmış...
"Seçim varmış" derken, tesadüfen haberim oldu
manasında değil elbette. Bu kadar gürültülü patırtılı bir seçim atmosferi olacak
da sizin seçimden haberiniz olmayacak; kuşkusuz mümkün değil. Bu arada ara sıra
yüksek sesle kendi kendimize tekrarlamakta yarar var sanırım; bu seçimler,
yerel seçimler...
"Niye gündeme dair yazmıyorsun?" diye bazen soran
okurlarıma gelsin bu yazı :) İşte gayet siyasi ve de gündeme dair bir yazı. 31
Mart yerel seçimleri ile ilgili bazı notlar...
"Aşkım, sevdam,
sevgilim" muhabbeti?
Dört bir yanda bilboardlarda, otobüs duraklarında, caddelere
asılan pankartlarda filan rastladığınız seçim sloganları içerisinde dikkatinizi
çeken oldu mu? Bazı seçim sloganlarında yönetmeye talip olduğu şehir ve belde
için "aşkım, sevdam, sevgilim" deniyor. Belli ki yönetmeye talip
olduğu şehri sevdiğini anlatmaya çalışıyor bu sayın adaylar ama bunu, bu
şekilde "direkt" ifade etmek başka çağrışımlar yapıyor. Ben de
insanlardan duydum zaten ve benim de tuhafıma gitti, gülümsedim. Söylemiş
olayım da yani...
Muhtarlık kıymete
bindi
Bu seçimlerde, önceki seçimlerde olmadığı kadar (belki de
benim eksikliğim) muhtar adayları dikkatimi çekti. Bazı muhtar adayları
dağıttıkları broşürlerde, duvarlara, caddelere astıkları afiş ve pankartlarda
adeta mahalle muhtarlığına değil de memleketi yönetmeye aday imişler gibi
iddialı vaatlerde bulunuyor, hizmet vaadinde adeta sınır tanımıyorlar... Oysa,
asla küçümsediğimden değil ama özellikle e-devlet uygulaması sonrası
muhtarların iş yükü ve genel olarak misyonları hayli hafifledi sanırım. İlginç
geldi bana...
"Beka"
mevzusu
MHP, kendimi bildim bileli memlekette "beka"
sorunu olduğuna dair bir iddia ve "politika"nın sahibi. Biraz
hafızasını zorlayan herkes bana hak verecektir sanırım. Tabii ülke şartlarına
ve dönemine göre "beka" meselesinin öne çıkan sloganları, söylemleri
birbirinden "farklı" oldu; ama hepsi de neticede bu "beka"
hassasiyetinin versiyonları.
Mesela 1960'lı yıllarda kurulan MHP o tarihten beri
memleketin "komünizm tehdit ve tehlikesi" altında bulunduğunu iddia
ederek "siyaset" yapmıştır. Bu "hassasiyet" 1970'li yıllar
boyunca da devam etmiştir. 12 Eylül darbesi olduktan sonra darbe mahkemelerinde
yargılanan MHP yöneticilerinin savunmaları, "Fikrimiz iktidarda ama biz
içerideyiz" olmuştur (Söz yaygınca sanıldığı gibi Alparslan Türkeş'e değil
Agah Oktay Güneri'ye aittir). 80'lerin sonundan itibaren yeniden sahne alan
MHP'nin 90'lardan bugüne değin yeni "beka" siyaseti argümanı ise,
malum, "bölücülük tehlikesi" olmuştur. MHP olmasa ne olurdu
memleketin hali acep? Önce komünizm işgaline uğrardı, sonra bölünür
parçalanırdı ve daha neler neler...
Neyse. Hızla günümüze gelecek olursak... Malum, her ne
olduysa oldu AkParti bu "beka" siyasetinden çok hoşlandı. Lideri
"Her türlü milliyetçiliği ayaklarımızın altına alıyoruz" diyen bir
parti (AkParti) ile lideri iktidar partisini "ihanet" ile suçlayan
parti ne ara bu denli "kanka" oldular; başka bir tartışma ve merak
konusu. Ve "beka" meselesi yerel seçimlerin en büyük meselesi oldu
çıktı! Seçime giren partilerin yerel yönetim politikaları, çözümleri, vaatleri
ve gösterdikleri adaylar değil "beka" meselesi tartışılıyor! Ve bu
"beka" meselesi öyle böyle de değil; mesela "beka"
savunucularına göre AkParti ve MHP dışındaki bütün partiler (CHP, İyiParti,
HDP, Saadet) "şer ittifakı" kurmuşlar, "bölücü terör
örgütü" ile kol kola girmişler, hatta bu partilerin hepsinde "terör
örgütü mensubu ya da irtibatlı" adaylar var... Neyse ki
"istihbarat" var memlekette; bu "terör örgütü" ile irtibat
ve iltisaklı kişiler hangi parti listelerinde olurlarsa olsunlar tek tek tespit
edilip bir güzel teşhir edildiler. TC kimlik numaraları ile birlikte hem de.
Sayın İçişleri Bakanı da zaten açık açık söyledi; bunlar seçilirlerse derhal
görevden alınacaklarmış. Tabii insan ister istemez merak ediyor; önüne gelen
seçimlere giremiyor, aday olamıyor, gerekli şartlara sahip olması lazım.
Neticede de Yüksek Seçim Kurulu tarafından adaylığının onaylanması lazım. Bu
arada istenen şartlar arasında eminim halk arasında "temiz kağıdı"
olarak bilinen adli sicil kaydı da vardır. Nasıl olmuş da bu şahıslar değişik
partilere dağılıp aday olmuşlar? İnsan gerçekten hayret ediyor. (Kimin lafıydı
bu yahu?)
Alper Taş
Alper Taş Beyoğlu Belediye Başkanlığı'na pek güzel yakışır.
Dürüst ve çalışkan bir adam. Doğru ve iz bırakacak işler yapar. Gençlik
zamanlarımızda "rakip" siyasi hareketlerden idik ama doğruya doğru
demekten de imtina edecek değilim :)
Beyoğlu'nda yaşayan bir seçmen olsaydım, Alper Taş'a oy vererek kişisel hayatımda bir "ilki" gerçekleştirmiş olurdum...
Ya Dersim seçimi?
Lafı ne kadar uzatsam Dersim seçimlerine değinmeden mevzuyu
kapatamam. Malum, Dersim'de aynı seçmen kitlesinden oy talep eden üç aday var:
HDP'den Nurşat Yeşil ve Hıdır Çelik, CHP'den Yusuf Kenan Aydın ve TKP adayı
olarak da Fatih Maçoğlu.
Dersim'de üç dönem HDP ve öncesinde BDP adayları belediye
başkanlığı seçimlerini kazandı. Nasıl bir belediyecilik yaptılar, herhalde
kendi bünyelerinde muhasebesini yapmışlardır. (Açıkçası benim gözlemim çok da
başarılı olmadıkları yönünde.) Fatih Maçoğlu Ovacık Belediye Başkanı idi ve
birçok kişinin adını bile bilmediği küçük, kendi halinde bir ilçenin doğal
ürünlerini ülke çapında "marka" yaptı, kendisi de "komünist
başkan" olarak nam saldı, kamuoyuna yansıdığı haliyle başarılı, renkli bir
başkan olarak iz bıraktı. Biraz da bundan hareketle bu dönem merkezden aday
olmak istedi ve oldu. CHP'yi bir kenara bırakmak durumundayız; yerel
siyasetçiler bir yana CHP'ye hakim olan zihniyet malum, ittifak yaptıkları
parti İyi Parti.
Fatih Maçoğlu, aslında Sosyalist Meclisler Federasyonu'nun
(SMF) adayı. Ama TKP adayı olarak seçime giriyor. Ben, son ana değin HDP ile
SMF'nin uzlaşabilecekleri beklentisi içindeydim. Ne var ki bir uzlaşma olmadığı
gibi yürütülen kampanya giderek "belden aşağı" vuruşların olduğu bir
hal aldı...
Açıkçası ben açıktan bir tutum almayı, düşünce belirtmeyi
doğru ve gerekli bulmuyordum kendi adıma; halen de öyle. Ancak HDP çevrelerinin
Fatih Maçoğlu'nu "Fasulyecilik yapmaya benzemez bu iş" tarzında
"aşağılama" çabalarının yersizliğini, yanlışlığını vurgulamadan da
geçemem. Buna karşılık Maçoğlu'ndan "Kaybedersem kaybetmiş sayılmam"
şeklinde daha "olgun" açıklamalar geldi. Velhasıl ortaya çıkan hava
bir uzlaşma ihtimalini de ortadan kaldırdı. Seçim sonrasına da yansıyacak yıpratıcı
bir hal aldı.
Dedikodu ve spekülasyonlar üzerinden görüş belirtmek, tutum
almak doğru değil. En azından ben kendi adıma böyle düşünüyorum. Kamuoyundaki
imajı bir yana Maçoğlu hakkında söylenen şeyler yenilir yutulur gibi değil.
Bunlar doğrudur değildir bilemem, peşine düşecek de değilim. Tek "somut"
olan şey, Maçoğlu'nun TKP adayı olarak seçime girmesi. Buna neden gerek
duyduklarını anlayabilmiş değilim. İlla bir partinin adayı olmak şartı yok aday
olmak için. Ve Dersim'in tarihinde çok sayıda seçilmiş bağımsız milletvekili de
vardır, belediye başkanı da. Maçoğlu ve arkadaşlarının adı TKP olan bir
Kemalist, ulusalcı partiyi hayallerinde bile göremeyecekleri Dersim'de seçime
sokmalarını anlamak, tasvip etmek mümkün değil...
"Eee?" diyenlere cevabım şu: En doğru kararı
Dersim seçmeni verecek ve tercihini yapacaktır. Onların vicdanlarına, sağ
duyularına güveniyorum. Dilerim Dersim için en doğrusu olur...
***
Adet ve usulün gereğini de yerine getirelim: Dileyelim
memleket için hayırlı olsun. Seçilen başkanlar, meclis üyeleri, muhtarlar doğru
işler yapsınlar...
29 Mart 2019
Yorumlar
Yorum Gönder