"Mesaj alınmıştır!"
Yerel seçimler oldu, bitti. Ama bu seçimler, adı üzerinde
"yerel seçimler" olmasına rağmen bugüne kadarki en "siyasi"
seçimler olarak yaşandı. "Siyasi" demekten kastım, yerel yönetimlere
aday olan kişilerin ve partilerinin yaşadığımız kentlerdeki, beldelerdeki
sorunlara ilişkin çözüm projelerinden, vaatlerinden ziyade seçimlere adeta bir
"varlık-yokluk" anlamı atfetmeleri idi. Nitekim AkParti-MHP ittifakı
seçimleri bir "beka sorunu" olarak nitelendirdiler. Buna karşılık CHP
ve İyiParti ise özellikle büyükşehirleri almaya kilitlendiler, "beka"
demediler belki ama hedeflerine ulaşmayı bir tür "kurtuluş" olarak
lanse ettiler. İki taraf açısından da seçimler "yerel" seçim olmanın
ötesinde bir anlam ifade ediyordu. Velhasıl uzun zamandır yaşadığımız
"kutuplaşma" sorununu ve durumunun sahnesi oldu yerel seçimler.
HDP de bu tabloya ülkenin batısında aday çıkarmayıp CHP -ve
bazı yerlerde İyiParti ve Saadet- adaylarını destekleyerek müdahil oldu.
Sloganı, "Doğuda kayyımlardan belediyeleri almak, batıda AKP'nin yerel
iktidarına son vermek" idi. Aklı başında bütün yorumcular, HDP'nin kendi
seçmenini CHP adaylarına yönlendirmesinin CHP'nin başarısında doğrudan etkili
olduğunu vurguluyor. HDP'nin bu seçim stratejisine rağmen seçmeninde ciddi bir
kuşku vardı. Neredeyse son dakikada CHP'ye yönelmesinde Selahattin Demirtaş'ın
"Hatırım için" diyerek devreye girmesinin rolünün büyük olduğunu da
eklemek gerek...
Seçimdir ve seçim atmosferi diye bir şey vardır, doğru. Bu
atmosferde sert polemikler olabilir, gelmiş geçmiş karıştırılabilir filan. Ama
çıtanın "beka sorunu" düzeyine çıkartılması, "seçim atmosferinde
olur böyle şeyler" diyerek geçiştirilecek gibi değil. Çünkü mesele seçim
atmosferi ile sınırlı bir dönemde etkili olmuş ve sonra da etkisini kaybetmiş bir
mesele değil. Öyle ya; "beka meselesi" denildiği zaman, misal,
İstanbul'u kaybettiğinizde memleketin "bekası" tehlikeye mi girmiş
oldu? (Hoş, MHP lideri Devlet Bahçeli kendi çizgisinde ve söyleminde gayet
"tutarlı" ve "Evet" diyor bu soruya cevaben...)
Yürürlükteki yasalara göre seçimlere girmiş partilerin bir
kısmının diğerlerini seçmenlerine adeta "düşman" gibi lanse etmesi,
zaten var olan kutuplaşma durumunu daha da derinleştiren bir sonuca yol
açmıştır. Bu, bir sorundur ve hem de herkesin ciddiye alması gereken bir
sorundur... Çünkü her birimizin paylaşması gereken "barış içinde bir arada
yaşama" isteğimize, ihtiyacımıza, arzumuza, gayretimize zarar
vermektedir...
Ekrem İmamoğlu
AkParti'nin itirazları sonucu yeniden ve yeniden yapılan
sayımların neticesinde Ekrem İmamoğlu 17 günün ardından İstanbul Büyükşehir
Belediye Başkanı koltuğuna oturdu. Bugüne değin kazandığı bütün seçimlerde
muhalefet partilerinin itirazlarını "Yenilen pehlivan" üslubuyla karşılayan
iktidar partisi bu kez farklı bir pozisyona düştü; YSK nezdinde itirazları hala
sürüyor. Nitekim hala YSK'nın İstanbul seçimlerini iptal edebileceği ihtimali
gündemden düşmüş değil. Bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan nezdinde iktidar partisi
İstanbul seçimlerine öylesine büyük bir anlam yükledi ki (bu, CHP için de
geçerli), bir türlü yeri geldiğinde "millet iradesi" diye yere göğe
sığdıramadıkları ortaya çıkan durumu içlerine sindiremiyorlar. Bunun arka
plandaki nedenlerine ilişkin envai çeşit rivayetler, spekülasyonlar var. Ama bu
bir yana, esas mesele siyaset sahnesine Ekrem İmamoğlu diye "tipik
CHP'li" kalıplarıyla izah edilemeyecek bir aktörün çıkmış olmasıdır. Benim
de öngörüm, CHP'nin yakın geleceğinde bir Ekrem İmamoğlu döneminin
yaşanacağıdır. Bu, doğrusu, çok da "hayırlı" bir gelişme olur.
İnsanların görüş ve inançlarına saygılı, yapıcı, uzlaşmacı, kısır polemiklerin
tarafı olmamaya gayret eden bir profili var. Kemal Kılıçdaroğlu, nice gayretine
rağmen bu rolü oynayamadı. Bu arada "yandaş medya" organlarının
İmamoğlu aleyhine yürüttükleri kampanyanın çirkin "karalama"
boyutlarına varmasının Ekrem İmamoğlu'nun popülaritesini artırmasında büyük pay
sahibi olduğunu da eklemek gerek. Seçmene, insanlara "Ne dersek
yerler" dercesine "koyun" muamelesi yapmamak gerektiğini bu
vesileyle herkes bir kez daha görmüş müdür; bilmiyorum, göreceğiz...
Kılıçdaroğlu'na linç
girişimi
Kutuplaşma ve özellikle Kemal Kılıçdaroğlu'na yönelik asla
hak etmediği bir algı operasyonunun ısrarla sürdürülmesi bir "olaya"
yol açacaktı; bu, belliydi. Ve "olay", Ankara'nın Çubuklu ilçesinde
bir cenaze töreni sırasında patlak verdi. Çevreden toplanan kalabalık
içerisinde yönlendirilmiş oldukları besbelli kişiler Kemal Kılıçdaroğlu'nu
düpedüz linç etmeye yeltendiler...
İlgili ve yetkililerin "protesto" filan demesi,
olacak gibi değil. Bir cenaze töreninde "siyasi" mahiyette
"protesto" mu olur, o da ayrı bir konu. Ama olay, neresinden bakılsa
bir linç girişimi... Orada Kılıçdaroğlu'nun yanındaki korumaların,
danışmanların, vekillerin gayreti olmasa ne olurdu? Sığındığı ev
"Yakın!" çığlıkları altında gerçekten de ateşe verilse ne olurdu?
Bunlar düşünmesi bile insanın tüylerini diken diken eden ihtimaller...
Linç girişiminde bulunan kişilerin "karanlık"
bağlantıları var mıdır yok mudur, bilemem. Bu provokasyona ne şekilde alet
olmuşlardır, onu da bilemem. Ama ilk sorgularında mesela Kılıçdaroğlu'na yumruk
sallayan kişinin ne dediğini biliyoruz; "Galeyana geldim" demiş. Ne
diye "galeyana" gelmiş peki? Bu sorunun cevabını siyasiler
şapkalarını önlerine koyup düşünmek zorunda...
Linç girişimi esnasında "olay" yerinde bulunan
eski Genelkurmay Başkanı yeni Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar'ın linççi
kalabalığı "yatıştırmak" için söylediğini belirttiği sözler var bir
de; "Değerli arkadaşlar, mesajınızı verdiniz, artık dağılın..."
Orada söz konusu olan Kılıçdaroğlu değil de başka bir siyasi
partinin lideri olsa, "protestocu" grup da başka bir siyasi eğilimin
sempatizanı olsa Akar yine o kalabalığın karşısına çıkıp bu tür bir konuşma
yapar mıydı? Başka örnek aramaya gerek yok: Gebze Cezaevi önünde açlık
grevindeki çocukları için bekleşen anneleri polisler nasıl
"dağıtmıştı"? Görüntüleri var. Üstelik o anneler ne hapishaneyi
basmaya niyetli idiler ne de "yakacağız burayı" diyorlardı, sessizce
oturuyorlardı...
Eğer bazılarınız "Ama onlar terörist annesi!"
diyorsanız, "Ama Kılıçdaroğlu'na kızanlar vatansever" diyorsanız, ben
de "sorunumuz tam da bu!"
diyorum...
23 Nisan 2019
Yorumlar
Yorum Gönder