Ana içeriğe atla

'Dersim bize ziyarettir'

Yaz veya kış, her fırsat, zaman bulduğumda soluğu Dersim'de alırım. Gidemediğim zaman aralıkları uzayınca, burnumda tüter memleket. Kendimi eksik hissederim. Yapmam, yerine getirmem gereken çok önemli bir işi yapmayı erteliyormuşum gibi bir rahatsızlık duygusu çöreklenir içime. Gidene kadar da bu rahatsızlık duygusu eşlik eder hayatıma.

Bilen bilir, Elazığ'da da bir "Dersim" vardır. Elazığ'ın bazı mahallelerine yerleşmişlerdir vakt-i zamanında ve kalmışlardır orada. Bilmeden o mahallelere adımını atan biri bunu insanların, özellikle de kadınlarımızın giyimlerinden, dillerinden anlayabilir hemen. Ve bir de sokakların bakımsızlığından, hala var olan kerpiç tuğlalı evlerden, akşamla birlikte şehrin merkezinin tersine karanlığa gömülüyor oluşundan...

Kızımı ilk 2013 yılında, henüz 2 yaşındayken götürmüştüm Dersim'e. Toprak, ağaçlar, ormanlar, sular, Munzur... acaba nasıl karşılayacaktı Dersim'i merakı içindeydim. Dersim'i, Munzur'u çok sevdi. Munzur kıyısında kumlarla, taşlarla oynaştı, yaşıtı Dersimli çocuklarla tanıştı, oynadı. Düştü, kalktı, dizlerini yaraladı. Sudan çıkmak bilmedi... Ana Fatma ziyaretine gittik. Munzur Gözeleri'ni ziyaret ettik. Mum yaktık. İçimizden dilek tuttuk. Sonra 4 yaşındayken götürdüm Dersim'e. Çok sevdi Dersim'i ve sonrasında hep, "Baba ne zaman gideceğiz Dersim'e?" diye sorup durdu...

Bir kez, bir sınıf arkadaşına Dersim'i anlattığına şahit oldum. Arkadaşının babasıyla biz arabanın ön tarafında oturuyorduk, onlar ise arkada bıcır bıcır bir şeyler konuşuyorlardı. Kulak kabarttım; "Sen Dersim'i biliyor musun Derin?" diye sordu. Arkadaşı, "Hayır, orası neresi ki?" diye sorunca, "Bir şehir. Ama çok güzel bir şehir. Tunceli diyorlar ama biz Dersim diyoruz. Çünkü asıl adı Dersim. Biz de Dersimliyiz zaten."Sonra Seyit Rıza'yı anlattı. "Orada bir Seyit Rıza heykeli var, kocaman. O bütün Dersimlilerin dedesi."
Sohbetleri daha da devam ederdi ya, ben telefonumu çıkarıp seslerini kaydetmeye niyetlendim ve kızım bunu fark edince, sustu.

Velhasıl bu sene gittik işte yine. Baba-kız. Anamı ziyaret ettik. Elini öptük. Anam kuzumu konuşturmaya çalıştıkça benimki inatlaştı biraz ve işaretler dışında konuşmadı onunla. Ama kucağından da inmedi. Teyzem, teyze kızları, amca çocukları, "Ne kadar da büyümüşsün?" iltifatlarına maruz kaldı hep. Amcası geldi, yenge, kuzen, derken biraz daha kalabalık olduk. Bir yakınımızın cenazesi vardı, cemevindeki kırk lokmasına gittik. İlk defa bir cemevi de görmüş oldu. Sineklerle mücadeleyi saymazsak keyfi fena değildi babaannesinin evinde, hele ki bir de yakınlarda bir lunapark keşfetmiştik, daha da keyiflenmişti. Ama Dersim'e ne zaman gidecektik biz?
Artık biliyor; Pertek feribotuna binmek, Dersim'e gitmek demek. Artık, askerler, polisler ve kimlik kontrolü nedir, onu da biliyor. Görevli asker kontrol için kimliklerimizi toplarken Zerya için, "Onunkine gerek yok" dedi. "Baba benim kimliğime neden bakmıyorlar; ben de Dersimliyim?" diye fısıldadı kulağıma. Dersimli olmak, "kontrol edilmek" demek; bunu da öğrendi bu yaşında... Asker bunu duydu ama ve gülümseyerek "Ver bakalım, senin kimliğine de bakalım" dedi. Kızım mahcubiyetle gülümsedi...

Kardeşim vesilesiyle "zava" olduğumuz Kurmeş'e gittik ilkin. Taş, toprak, ağaçlar, tepeler, koyunlar, kuzular, inekler... Doruk ile iyi anlaştılar, birlikte oynadılar, ağaç dallarından bir şeyler icat ettiler filan.
Benden yaşça büyük bir Kurmeşliyle aramızda ilginç bir diyalog geçti. Halil abi. 39 yıl Almanya'da çalışmış, başka birçok köylüsü gibi. Almanya'yı öve öve bitiremedi. Köyü de yerdi biraz; "Birkaç yıl gelmedim diye evimi ambar gibi kullanmışlar, bahçeye koyduğum çitleri kaldırmışlar." "Eyvah" diye düşündüm içimden, "Tam Alamancı olmuş, memleketinden sıtkı sıyrılmış..." Fakat az sonra, "Evimi yeniledim" dedi, "çok masraf yaptım ama güzel oldu" dedi. "Bak şu taraftaki o büyük ev benim işte" dedi. "Kızıma ayrı bir ev yapıyorum yanı başımda" dedi. "Artık köye yerleştim, toprakla, hayvanla uğraşacağım" dedi. "Dersim bize ziyarettir" dedi...

Dersim, bize ziyarettir... Jar û diyar yani...
Dünyanın hangi köşe bucağına savrulmuş olursak olalım, Dersim aslımızdır, tarihimizdir, kökümüzdür, hikayemizdir, yurdumuz, ziyaretimizdir...

Köyde pekmez zamanıydı. İnsanları daha fazla kendimizle meşgul etmek istemedik. Baba-kız bu Dersim "tatilini" iyi değerlendirmeli, yola devam etmeliydik...
Gezi notlarına devam edeceğim.

31 Temmuz 2019

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Murat öldü Cafer"

“Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... Önce “Murat çok hasta, hastanede” haberini aldım. Nesi var ki? Kanser... “Ne kanseri?” bile diyemedim. Alacağım cevaptan korktum. En kötüsü olmasından.  En kötüsüymüş... Hangi hastanede? Geleyim, göreyim, moral olur, iyi gelir belki, ne bileyim. “Gelsen de göremezsin ki. Yoğun bakımda. Entübe edildi. Belki bir mucize olur diye bekliyoruz işte.” Bir mucize olur belki. Bir mucize olsa. Bir mucize olsun... Daha çok genç yahu! Ölecek değil ya!  Öldü... “Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... İnsan evladı tuhaf bir varlık. Telefon ekranındaki “Murat öldü Cafer” mesajına bir süre bakakaldım öylece. Nasıl olduysa, bir üzüntü emojisi ile yanıt vermeyi akıl edebildim. Bir şey...

Günlük. 10 Aralık

...Hiç değilse 10 Aralık etkinliklerine katılayım diyorum son yıllarda. Geçen yıl gitmiştim mesela. Bu sene Sultanahmet’teki basın açıklamasına yetişemedim. Akşam “resepsiyona” tam vaktinde yetiştim neyse ki... ------------- 10 Aralık, malum, Dünya İnsan Hakları Günü. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin, 2. Dünya Savaşının ardından, 10 Aralık 1948’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda kabul edilmesi üzerine o gün bugündür Dünya İnsan Hakları Günü olarak kutlanıyor.  İlginizi çekebilir: İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin kabul edildiği oturumda Güney Afrika ve Suudi Arabistan, çekimser oy kullanmışlar. Ama asıl “haber”, çekimser oy kullanan dönemin sosyalist ülkeleri: Sovyetler Birliği, Beyaz Rusya, Ukrayna, Polonya, Çekoslovakya ve Yugoslavya. Suudi Arabistan ile dönemin Güney Afrika'sının “çekimserliğinin” nedenini tahmin etmek güç olmasa gerek; muhtemelen, “İnsan hakları nedir? Bizi bozar öyle haklar filan” diye düşünmüşlerdir. Sovyetler Birliği ve diğerleri ne diye çekimse...

9 Aralık. Günlük. "Unufak" imzası

Söyleşinin başında Rober ile moderatör Sevengül Hanım da aynı şeyi söylediler: Kendi halinde, sessiz ve soğuk sokağın ortasında, kapısından içeri adım atınca başka bir dünyaya girmiş hissediyorsun kendini... Büyük kitapçılara rağmen mahalle kitapçıları yaşasın... Yolunuz düşerse, kitapçının adı, “Kendisi Bir Mekan”. Değişik bir ismi var, evet... --------  Epeydir görmemiştim Rober’i, en son, kaç  sene geçtiyse aradan, Kadıköy’de Akdeniz’de karşılaşmıştık, yanlış hatırlamıyorsam. Görüşmeyeli, Unufak adında bir romanı yayınlandı. Hakkında çok olumlu yazılar da çıktı. Yıllardır öyle ya da böyle yayıncılık alanında mesai harcıyor ama bu ilk kitabı. İmza ve söyleşi etkinlikleri oldu ama gidemedim daha önce. Bu kez Anadolu Yakasında olunca, unutmamak için not da aldım, gitmemek olmazdı elbette. İkindi vaktine değin evde günlük olağan işlerimi yaptım. Evde çalışmak iyi de bazen insan içine çıkmak da lazım; insan sosyal bir varlık ya hani... Ama hava kötü. Yağıyor da ara sıra. Daha da...