Ana içeriğe atla

'Bir hayalim var'

 Bu, Amerika'da ırkçılığa ve ayrımcılığa karşı hak ve özgürlük mücadelesinin sembol ismi Martin Luther King'in, bundan 56 yıl önce 28 Ağustos 1963 günü Lincoln Anıtı'nın bulunduğu meydanda yüz binlerce kişiye hitap ettiği ünlü konuşmasının başlığıydı. King "Bir hayalim var" diyerek başladığı konuşmasını şu sözlerle bitirmişti: 

"Özgürlüğün yankılanmasını sağladığımızda, her kasabadan ve köyden, her eyaletten ve kentten özgürlüğün yankısını duyduğumuzda, o gün yakın demektir ve o gün Allah'ın bütün kulları, siyahlar ve beyazlar, Yahudiler, Hıristiyanlar, Müslümanlar ve Budistler el ele tutuşup siyahların eski bir ilâhîsini söyleyecekler: Sonunda özgürüz! Sonunda özgürüz! Şükürler olsun Ya Rabbim! Sonunda hepimiz özgürüz!"

Gündelik yaşamın "sorunla", "krizle" anılır olan hay huyu içerisinde, farkında mısınız, hayallerimiz, umutlarımız da giderek daha fazla muğlaklaşıyor, belirsizleşiyor ve birbirimize "Nasılsın?" diye sorduğumuzda "İyiyim" diyebilmek bile gelmiyor içinden çoğumuzun; "İdare eder" deyip geçiştiriyoruz...

Kuşkusuz sorunsuz bir hayat ancak sözcüğün gerçek manasında bir "hayal" olabilir, ama sorun var "sorun" var; bizimkisi "olağan" denebilecek "sorun" kategorisinde değil maalesef. Söz gelimi en önemli gündelik sorunu "Bu akşam hangi sinemaya gitsek, nerede yemek yesek, yaz bitmeden hangi güneşi bol ülkede yapsak tatilimizi" (vb) olan bir kuzey Avrupalı ile aynı sorunlar değil bizim zihnimizi meşgul eden...

Geldik gidiyoruz dünyadan adeta "kader" imiş gibi çocuklarımıza miras bıraktığımız sorunlarımıza bakın... Hala bir Kürt sorunumuz var mesela. Bu sorunun kaynaklık ettiği başka sorunlarımız da. Operasyon, çatışma, ölüm kalım haberleri ve beraberinde "Kökünü kazıyacağız" minvalinde açıklamalar. Herkesin kendince savunduğu bir "barış" ve "çözüm" anlayışı var; kimisi "çözüm" derken "kökünü kazımayı" kast ediyor, kimisi hendek ve barikatların arkasına geçip "özerklik" ilan etmeyi. Sorunumuzun "ne" olduğu konusunda bile iyi kötü asgari bir mutabakat sağlamaktan uzağız... Diyarbakır, Mardin ve Van büyükşehir belediyelerine kayyım atanması sorunun demokratik meşruiyet sınırları içinde çözümü konusunda elle tutulur gözle görülür somutlukta bir karamsarlık doğurdu. İnsanlar biraz şaşkın, biraz çaresiz, çokça da yorgun...

Alevilerin "eşit yurttaşlık" talepleri orta yerde duruyor mesela ve Diyanet, Zorunlu Din Dersleri, Cemevleri gibi konularda kesin bağlayıcılığı olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına rağmen hem de. Alevi yurttaşların bile taleplerine sahip çıkma hali mecali kalmadı... 

Kadına yönelik şiddet ve cinayet haberleri neredeyse "rutin" bir hal aldı ve hatta bunun bir "milli güvenlik sorunu" olarak ele alınması gerektiği bile konuşuluyor... 

Yargıya güven, hukuk, adalet kavramları birçok insan için adeta anlamını yitirdi. Siyaset kurumunun öncülük ettiği kutuplaşma, bir toplumu "toplum" yapan en temel değer yargılarını bile erozyona uğrattı, vicdani ve etik değerlerimiz hadi can çekişiyor demeyeyim ama ağır yaralı...

Martin Luther King'in "hayali" Amerika'daki koyu ırkçılığı, ayrımcılığı kökten çözmüş olmasa bile geri püskürten bir toplumsal duyarlılığı açığa çıkardı, cesaretlendirdi, ırkçılığın Amerika'nın "kaderi" olmadığını kanıtladı.

Ve bizim de yukarıda sadece hemen akla gelenleri hatırlattığım sorunlarımızı bir "kader" gibi kuşaktan kuşağa taşıma yükümlülüğümüz yok. Bu basit gibi görünen gerçeği hep hatırımızda tutmamız gerek öncelikle. 

Daha özgür, daha demokratik, herkesin kendi kimliği, inancı, değerleri ile barış içerisinde birlikte yaşadığı bir ülke olmayı hayal etmekten, umut etmekten vazgeçmeyelim... Hayallerimizi, umutlarımızı üstümüze çöreklenen sorunların insanın içini karartan psikolojisine kurban etmeyelim. Bir dönem siyasilerin dilinde bir slogan olarak bizleri heyecanlandıran "Biz birlikte Türkiye'yiz" duygusunu gerçekleştirmeye ihtiyacımız var çünkü...

Ne güzel demiş Yunus Emre: "Gelin tanış olalım, işi kolay kılalım."

Cafer Solgun. 28 Ağustos 2019/TKNMZHBR 




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Murat öldü Cafer"

“Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... Önce “Murat çok hasta, hastanede” haberini aldım. Nesi var ki? Kanser... “Ne kanseri?” bile diyemedim. Alacağım cevaptan korktum. En kötüsü olmasından.  En kötüsüymüş... Hangi hastanede? Geleyim, göreyim, moral olur, iyi gelir belki, ne bileyim. “Gelsen de göremezsin ki. Yoğun bakımda. Entübe edildi. Belki bir mucize olur diye bekliyoruz işte.” Bir mucize olur belki. Bir mucize olsa. Bir mucize olsun... Daha çok genç yahu! Ölecek değil ya!  Öldü... “Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... İnsan evladı tuhaf bir varlık. Telefon ekranındaki “Murat öldü Cafer” mesajına bir süre bakakaldım öylece. Nasıl olduysa, bir üzüntü emojisi ile yanıt vermeyi akıl edebildim. Bir şey...

İlla da İzmir...

 Hep siyasi gündemin iç karartıcı sorunlarına dair yazacak, konuşacak değiliz ya... Dedim ve İzmir’deki imza buluşmasını paylaşayım sizinle istedim. Buyurun: Geçtiğimiz 16 Aralık cumartesi günü İzmir’de imza günüm vardı, Yakın Kitabevinde. Ne zamandır İzmir’e gitmek için “bahane” lazımdı; bundan âlâ bahane mi olur :) Fakat bir şanssızlıktır tuttu yakamdan ve bir türlü bırakmadı. Bakın nasıl... İzmir’de aile çevremden insanların yanı sıra birçok da arkadaşım var. Bir arkadaşım da yeni eve taşındı ve bizim “Kaptan” Mithat ayda birkaç kez gidiyor İzmir’e ve dönüşte Erhan’ın yeni evinin manzarasını öve öve bitiremiyor. Kaptan zevk sahibi adamdır, beğeni ölçüleri vardır, estetik duygusu gelişkindir; Siirtlidir ama bizim gibi (“bizim” derken kendimi kastediyorum, yanlış anlaşılmasın) köylü de değildir yani. O övüyorsa demek ki harbiden güzel manzarası var evin. Velhasıl bu da bizim arkadaş grubu için imza etkinliğinin yanında bir başka “bahane” idi. (Belki de asıl “bahane.”) Yakın Kitabe...

'Kontrol'lü mü? 'Tiyatro' mu? 'Darbe' mi?

Belki biraz uzun bir yazı olacak, ama mevzu önemli ve doğru anlaşılması gerek... 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde bu alçakça girişimi kınayan birkaç tivit attım ve çok "ilginç" ve düşündürücü tepkiler aldım. Darbe girişiminin ilk saatlerinde ve izleyen günlerde de darbeye karşı demokrasiyi savunmanın "ilkesel" bir anlamı, değeri olduğuna dair görüşlerimi yazmış, paylaşmıştım. Darbeye karşı demokrasiyi savunmak, ideolojik, siyasi görüşlerimiz, tercihlerimiz ne olursa olsun, hepimiz için bir "ortak payda" anlamı taşır; en azından, naçizane, yıllardır nefesim, kalemim yettiğince böyle olması gerektiğini savunuyorum. "İyi darbe-kötü darbe"? Bunu önemsemem boşuna değil. Zira biliyorum ve biliyoruz ki, toplumda öteden beri "iyi darbe, kötü darbe" şeklinde bir kötü yaklaşım tarzı var. "Düşman" bellediğine "karşı" ise o "iyi" darbedir ve kendisine karşı ise, "kötü." Bu, sadece kötü değ...