'Senin bıyıkların daha güzel, hem senin sakalların var onun yok'
Kuzumla son Dersim ziyaretimizin notlarına devam edeyim...
Tabii önemli şeyleri yazıyorum, her şeyi birebir yansıtmak kolay değil, söz
konusu olan "Dersim" ve sana hissettirdikleri olunca...
Pertek'te çok oyalanmadık. Daha önce olsa tanıdığım belediye başkanından "Gelmişsin, bir çayımı içmeden gitmişsin" serzenişine neden olmamak için Belediye'ye uğrardım. Şimdiki belediye başkanını tanımıyorum, bir gün tanışırız elbet. Arada Kenan Başkan'a selam etmiş olayım. Bir sigara içimi bekledikten sonra minibüse bindik ve bizi yolculamaya gelen kardeşimle dönüşte Elazığ'da görüşmek üzere sözleştik.
Pertek-Merkez yolunu yaptıklarını duymuştum. Güzel olmuş. Darısı diğer ilçe yollarının başına... Öncesinde olduğu gibi Zerya'nın elinden fotoğraf makinesi düşmedi. Fotoğraf makinesini yanımıza almayı da o istemişti zaten. Dersim'de boynunda asılı oldu hep. Şimdiden gazeteciliğe özeniyor, gazeteciler fotoğraf çeker ya. Aksilik, makinenin hafıza kartının yuvası bozuktu (yapamadım bir türlü, ihmalkarlık...), o yüzden sınırlı sayıda çekip kaydedebiliyor. Sonrasında cep telefonumdan resimler çekmeye devam etti. Arada video da çekti tabii. Doğa ile çok ilgili. "Aa, ne güzel ağaç! Çok değişik" diye yol boyunca gördüğü ağaçları, dağları, tepeleri gösterip durdu bana.
***
Çok uzadı, değil mi?
Pertek'te çok oyalanmadık. Daha önce olsa tanıdığım belediye başkanından "Gelmişsin, bir çayımı içmeden gitmişsin" serzenişine neden olmamak için Belediye'ye uğrardım. Şimdiki belediye başkanını tanımıyorum, bir gün tanışırız elbet. Arada Kenan Başkan'a selam etmiş olayım. Bir sigara içimi bekledikten sonra minibüse bindik ve bizi yolculamaya gelen kardeşimle dönüşte Elazığ'da görüşmek üzere sözleştik.
Pertek-Merkez yolunu yaptıklarını duymuştum. Güzel olmuş. Darısı diğer ilçe yollarının başına... Öncesinde olduğu gibi Zerya'nın elinden fotoğraf makinesi düşmedi. Fotoğraf makinesini yanımıza almayı da o istemişti zaten. Dersim'de boynunda asılı oldu hep. Şimdiden gazeteciliğe özeniyor, gazeteciler fotoğraf çeker ya. Aksilik, makinenin hafıza kartının yuvası bozuktu (yapamadım bir türlü, ihmalkarlık...), o yüzden sınırlı sayıda çekip kaydedebiliyor. Sonrasında cep telefonumdan resimler çekmeye devam etti. Arada video da çekti tabii. Doğa ile çok ilgili. "Aa, ne güzel ağaç! Çok değişik" diye yol boyunca gördüğü ağaçları, dağları, tepeleri gösterip durdu bana.
Ben yol boyunca nerede, hangi arkadaşın evinde kalırız diye
düşünüyordum. "Uygun musunuz" diye gelişimizi haber ettiğim
arkadaşlar, sağolsunlar, "Ne demek... Başımız üstüne" demişlerdi.
Şehre girişte kimlik kontrolü için durduk, ama bu kez minübüsün içine göz
atmakla yetindi görevli polisler, "devam edin."
Golê çetu... eski zamanlardan farklı bir görünüme bürünmüş,
bir park alanı yapmışlar, Munzur ise orada artık bir "göl" olmuş,
orada baraj su tutmaya başladığında kıyıda oturup gözyaşı döken yaşlılarımızı
hatırladım.
'Baş başa kalalım
baba'
İndik, meşhur "palavra" meydanımıza yakın bir
yerde. İki adet sırt çantamız ve bir de içinde su ve atıştırmalık yiyeceklerin
olduğu küçük bir torbamız var. Çantaları sırtlanmadan önce, "Baba"
dedi Zerya, "otelde kalalım." Yine birilerinin evinde kalacağımızı
biliyordu. "Neden ki kızım?" dedim. "Baş başa kalalım
biraz" diye cevapladı beni...
Haklıydı. Bir haftadır buralardaydık ve hep kalabalık
ortamlarda idik. Dilediğince takılamamıştı bana, oynayamamış, oynaşamamıştık,
uyumadan önce "boğuşamamış" ve sohbet de edememiştik doğru dürüst. Kuzumun
öteden beri en çok sevdiği şeyler bunlar. Uyumadan önce "boğuşmamız"
lazım biraz; "boğuşmak" dediği de, beni gıdıklamak. Tabii ben de onu
gıdıklıyorum. "Yeter" diye pes edene değin. Sonrasında sohbet
ediyoruz. Okuldan, arkadaşlarından, o gün neler yaptığımızdan, yarın neler
yapacağımızdan... Yarın deyince, "plan yapalım baba" diyor, yapıyoruz
ve o plana da uyuyoruz mümkün olabildiğince. Plana uymayınca "Ama biz plan
yapmıştık?" diye itiraz ediyor. Söz önemli kuzum için. Söz verince tutmak
gerek. Bunu biliyor. Benden yapmamızı çok istediği bir şey istediğinde,
"Söz mü?" diyerek söz alıyor mutlaka. Yapamayacağım bir şey ise söz
vermiyorum. Söz verince sözümü tutacağımı biliyor. Tabii bu onun için de
geçerli. Verdiği sözü tutuyor. Tutamadığında üzülüyor ciddi ciddi, ben
yatıştırmak durumunda kalıyorum...
Dersim'e yoğun ilgi var. Kalabalık. Ay sonundaki (temmuz)
festivale daha yoğun bir ilgi bekleniyor. İki sene üst üste son dakikada iptal
edilince bu seneki festival daha büyük bir önem kazandı. Festival günlerinde
şehrin nüfusu birkaç kat artıyor. Dört bir yandan Dersimliler akın ediyorlar
memleketlerine ve Dersim dostları da. Bu seneki festivalin diğer bir özelliği,
"komünist başkan" döneminde yapılacak olması. Fatih Maçoğlu'na yurdun
her tarafından yoğun bir ilgi var. Sırf onun elini sıkmak, iki çift laf etmek
ve fotoğraf çektirmek için binlerce insan gelecek Dersim'e, bugünden belli. Ama
benim gibi festival kalabalığından önce memleketlerine gelmeyi tercih eden
Dersimliler de az değil. Memleket esnafı yaz zamanı belini doğrultabiliyor
biraz. Memleket kendi olağan haline geri dönene değin...
Mahpustan ilk çıktığım zaman çok merak ediyordum, memleketin
şenlikli, kalabalık halini. Gördüm. Hoşuma gitti elbet. Fakat izleyen yıllarda sıtkım
sıyrıldı biraz doğrusu. Özellikle Munzur kenarlarını çöplüğe dönmüş görmek çok
zoruma gidiyordu. Biraz da bu nedenle bir panel filan için çağrılmamışsam,
festival günlerinden önce veya sonra gelmeyi tercih ediyorum memlekete.
"Peki kızım" dedim ve memleketin yıldızlı yegane
otelinin yolunu tuttuk. Çok değil, 10 sene kadar önce iki kendi halinde oteli
vardı memleketin, Demir ve Has Otel. Has otelin sahibi arkadaşım, Murat. Yıldızlı
otelde (Şaroğlu) kalacağım zaman Murat'a görünmemeye azami dikkat ediyorum,
kendimi "suçlu" ve mahcup hissediyorum. Ama kızım yanımda ve doğru
dürüst bir yerde vakit geçirsin istiyorum...
Korktuğum başıma geldi; resepsiyondaki görevli değişmiş,
genç bir kız ve "oda yok" dedi. Çok hazzettiğim bir şey değildir
"Benim kim olduğumu biliyor musun?" dercesine bir tavır takınmak, ama
yani kızım yanımda, adımı söyledim ve "Valla bulacaksınız bir oda"
diye ısrar ettim. Yönetici bir arkadaş geldi ve bir oda ayarladı, sağolsun.
Orada oda ayarlanmasını beklerken telefonla oda isteyen birçok kişiye "bir
ay boyunca hiç odamız yok" dediklerine tanık oldum. Bu arada kuzumdan
ücret almadılar, "Misafirimiz o" diyerek. Normalde 6 yaşından büyük
çocuklar için ücret alıyorlar tabii, benimki 8 yaşında ama "misafir"
deyince hoşuna gitti.
Oteldeki birkaç günümüz keyifli geçti. Cebimdeki paranın
hesabını yapmayı bıraktım. Onun keyfi, mutluluğu para ile ölçülecek bir şey
değil çünkü...
Odada oyuncaklarını çıkardı dizdi, benimkiler de dahil
giysilerimizi çıkardı dolaba yerleştirdi, sanki oraya yerleşmişiz gibi bir neşe
ile... Televizyonu karıştırdı. Duş yaptık. Yatakta zıpladı. Penceremizden
görünen Munzur manzarasının resimlerini çekti. Nice ısrar ettiysem de öğlen ve
akşam yemeğimizi otelin restoranında yemeyi tercih etti. Şehre çıkmak babasının
başkalarıyla buluşması demekti, kendince "önlem" aldı... Yine de
akşama doğru çıktık dolaşmaya.
Fotoğraf makinesi boynunda, Seyit Rıza meydanında, Palavra
meydanında resimler çekti. İncik boncuk stantlarının her birinin önünde durdu,
birkaç şey aldı, annesine hediye almayı da ihmal etmedi.
Maçoğlu'nun bıyıkları
Belediye binasına uğradık. Fatih Maçoğlu ile röportaj
yapacaktım. Gününü, saatini kararlaştırmak için. Belediyedeki görevli özellikle
kadın arkadaşların "gözdesi" oldu hemen tabii. Röportaj için gün,
saat kararlaştırdık. Başkanın makam odasının önü kalabalıktı. "Fotoğraf
çektireceğiz sadece, iki dakika" diye ısrar eden, çoğu Dersim dışından
gelmiş insanlar. Görevliler "Her gün saat 14 ile 16 arası halkın
ziyaretine açık, şu anda toplantıda" filan diye lisan-ı münasiple
insanlara kırmadan bilgi vermeye gayret ediyorlardı. Fakat maalesef çoğu
açıkçası bencil bir tutum içindeydi; "Ne demek ya! İki dakika resim
çektireceğiz! Hayatta kabul etmem, bunun için geldim Tunceli'ye!"
Gürültüler üzerine Maçoğlu odasından çıktı ve ilan edilen
saatlerin dışında olmasına rağmen insanlarla fotoğraf çektirdi. Arada
selamlaştık ve Zerya da resim çektirdi. "En büyük sorunumuz bu" dedi
görevli arkadaşlar, "Kimse kırılmasın istiyoruz ama ne zaman çalışacağız,
iş yapacağız biz?"
Kolaylıklar diledim. Ertesi gün görüşmek üzere ayrıldık
oradan.
"Kızım, gördün değil mi bizim başkanın ne kadar gür
bıyıkları var?" dedim Zerya'ya.
"Senin bıyıkların daha güzel. Hem senin sakalların da
var, onun yok!" diye yanıtladı beni.***
Çok uzadı, değil mi?
Dilerseniz devam edeceğim...
3 Ağustos 2019
Yorumlar
Yorum Gönder