Onuruyla yazmak ve yaşamak için…
Değerli takipçilerim, sevgili arkadaşlar. “Şahsi” bir
maruzatıma dikkatinizi çekmek durumundayım. Anlayışınıza sığınarak…
Yıllardır Türkiye şartlarında yazarak çizerek hayatını idame
ettirmek gibi “olmayacak” bir işi başarmak gayretindeyim. Açıkçası; kaleminiz “satılık”
değilse, değer ve duyarlılıklarınızı koruyarak, dürüst ve vicdanlı olmayı temel
önceliğiniz sayarak, sırtını şuraya veya buraya dayayarak değil okurlarınızın
ilgi ve güvenini esas alarak ve bu ilgi ve güveni istismar edecek tutumlara
prim vermeden yazıyorsanız bu gayretiniz daha da meşakkatli bir hal alıyor…
Yaşadığımız ülkenin, bir parçası olduğumuz toplumun ve
kuşkusuz dünyanın meselelerine dair vicdan ve hakkaniyet ölçüleri dahilinde bir
görüşü olmak; barış, özgürlük, demokrasi ve insanlık değerlerine dair bir
duruşun ve tutumun sahibi olmak; hasbelkader yaşadığı deneyimlerden çıkardığı ders
ve sonuçları paylaşarak anlamlandırmak, her şeyden önce ciddiyetle taşımak
gereken bir sorumluluk… Bu sorumluluk duygusu, yazmamın temel gerekçelerinden
biridir.
Yazı deneyimim hayli eski. Ama öncesi bir yana, 2002’de
hapishaneden çıktığımdan bu yana, gazetecilikle birlikte “asli” işim. Bunu bir “iş”
olarak tarif etmek, doğrusu, benim tercihim olmaktan ziyade, her şeyi
alınabilir-satılabilir bir “meta” haline getiren kapitalist dünyanın dayatması
ve bu da ister istemez bir “realite”.
Laf aramızda, birkaç kez deyim yerindeyse arkadaşlarımın “gazına”
gelerek başka “işler” yapmaya yeltendiğim oldu. Ticaret yapma girişimlerim akamete
uğradı, beraberinde beni de “perişan” ederek. “Perişan” diyorum ama aslında
bugünden bakıldığında oldukça komik hikayeler. Bilen biliyor, bir gün yazacağım…
Bu girişimlerimden öğrendiğim; “ticari zeka” diye bir şey olduğu ve bende bu
zekadan eser olmadığı. Kusursa, kusur. Ama gerçek, bu.
İnsan bildiği, sevdiği işi yapmalı. Bu, “klişe” cümle kendi
başına elbette ki doğru ama hayatta karşılığı ne kadar var; esas mesele bu olsa
gerek… Yine de ben bu “girişimlerimden” böyle bir sonuç da çıkardım ve halen de
zorluyorum, gördüğünüz üzere…
Habercilik, editörlük deneyimlerim bir yana bugüne değin
değişik mecralarda yazdım. Yazılarım, varsa eksikleriyle yanlışlarıyla birlikte
benimdir. Ne var ki ülkemizdeki “yaftalama” hastalığına, yazdığım mecralar
nedeniyle, çokça maruz kaldım. Yazılarınızı dahi okumadan “şu” veya “bu”
olduğunuza karar veren bir okur (!) profili var ve ağzınızla kuş tutsanız,
bağımsız bir yazar olmaya akıl sır erdirmesi zordur. Yaftalama hastalığından
muzdarip olanların yanı sıra, malum, bir de görüşlerini beğenmediği yazarlara
hakaret etmeyi, küfretmeyi, hatta tehdit etmeyi adeta “iş” haline getirmiş
olanlar var. Zamanla çok da önemsememeyi öğrendim. (Haddini hududunu çok aşmış
olanları yargıya havale ettiğim de oldu.)
Neyse. Konuyu dağıtmayayım.
En son yazdığım yer de ekonomik nedenlerle yazarlarına telif
ödeyemeyeceğini bildirince ve ben de spor olsun diye yazan tuzu kurulardan olmadığım,
böyle bir “şansım” veya “lüksüm” olmadığı için düzenli olarak günlük yazı yazmıyorum
bir süredir.
Yazmıyor olmamın en geniş manasında medyada büyük bir “boşluk”
yarattığını iddia edecek değilim elbette.
Ama, sağolsunlar, “Ne oldu ki, neden yazmıyorsun?” diye
soran okurlarım var. Bunlardan bazısı, asla iyi niyetlerinden kuşku duymuyorum
ama, mevzunun “ekonomik” bir boyutu da olabileceğini düşünmeden, “Korktun mu? Gözünü
korkuttular herhalde, eleştirel yazılar yazınca” (vb.) dediler. Bu ve benzer
sorulara bu yazıyla topluca cevap vermiş oluyorum.
Bu ara “patreon” diye bir şey keşfettim, aslında keşfetmedim
tabii, bu sistem aracılığıyla okurlarının, takipçilerinin desteklemesine imkan tanıyan
internet siteleri, gazeteciler, yazarlar olduğunu gördüm. Bu şekilde insanların
bütçelerini sarsmayan mütevazı katkılarla işsiz gazeteciler, yazarlar
okurlarının desteğiyle “işlerini” yapmayı sürdürme imkanı buluyorlar.
Sistem İngilizce, destek için sadece yabancı para birimleri
esas alınıyor; bunlar birer dezavantaj tabii.
Uzun lafın kısası, ben de denemeye karar verdim ve bir
patreon hesabı oluşturdum: www.patreon.com/CaferSolgun
Orada şöyle bir “tanıtım” yazısı karşılıyor sayfaya gireni:
“Aslında bütün meselemiz; bir varmış ile bir yokmuş
arasındaki mesafe kadar olan ve büyüklerimizin ‘üç günlük dünya’ diye
tanımladıkları hayatı doğru ve anlamlı yaşayabilmek. Çabamızın özeti, bu...
Birbirimize yalnız olmadığımızı hatırlatmamız gereken bir zamandayız galiba.
Türkiye şartlarında bağımsız, objektif bir gazeteci yazar
olmak, hiçbir zaman bu dönem kadar ‘müşkül bir iş’ olmamıştı herhalde... Bir
başka ifadeyle değer ve duyarlılıklarını, duruşunu koruyarak ‘işini’ yapmak...
Bu yüzden dayanışmaya ihtiyacımız var. Yazarak çizerek
onuruyla yaşamını idame ettirmek ve nefesi yettiğince, kalemi yazdığınca
gerçeğin, hakikatin sözcülüğünü yapmak için...
Burada eski ama ‘eskimemiş’ olduğunu düşündüğüm bazı
yazılarımı da paylaşacağım ama esas olarak bazen gündeme dair bazen tarihten
güncelliğe yüzleşme sorun ve gerçeklerimiz üzerine yazılarımla görüşlerimi
dikkatinize getirmeye çalışacağım.
Katkılarınız için teşekkürler...”
İlgi ve bilginize diyerek dikkatinize getirmek istedim…
Saygılar.
2 Haziran 2020
Hayırlı olsun. İyi yazmalar. Okurun bol olsun Cafer.
YanıtlaSil