Ana içeriğe atla

Zor bir yılın ardından

Neresinden bakılsa, zor bir yıldı 2020. Covid-19 salgını ile başladı öyle de bitiyor ve aşı ile ilgili umut veren gelişmeler olsa da, ne zaman ve nasıl biteceği hala “müphem” bir konu olarak gündemimiz olmaya devam ediyor…

Salgın devam ederken Elazığ ve İzmir’de canımızı yakan depremler oldu ve depremler, bir deprem ülkesi olduğumuz gerçeğini bize bir kez daha hatırlattı. Olası İstanbul depreminde, İstanbul’da neler olabileceğine dair kabustan farksız felaket senaryolarını da… Beraberinde, nicedir “bir deprem ülkesi” olduğumuz bilinen bir gerçek olmasına karşın oturduğumuz binalar itibarıyla buna ne denli hazırlıksız olduğumuz da, yine “tabak gibi” ortaya çıktı. 

Merkezi ve yerel yönetimlerin sorumluluğunun altını kalınca çizelim, tamam. Deprem vergilerinin akıbetini de soralım, hakkımızdır, görevimizdir. Ne var ki üç kuruş hesabı yapan müteahhit ve ev sahibi vatandaşın aslında ve sonuçta kendi hayatını riske atan sorumsuzluğu da var. Yıkıldı yıkılacak durumdaki virane binaların “kentsel dönüşüm” kapsamına alınmasına, “seneye benim evim daha çok değerlenecek” hesabıyla direnen vatandaşların sayısı hiç de az değil. O sağlıksız, güvenliksiz evlerde kirada oturanların ise, çaresizliklerine yanmaktan başka elinden gelen fazla bir şey yok maalesef. “Oturmayın o binalarda” diyen yetkililerin bu suçlayıcı sözlerini hayret ve şaşkınlıkla karşılıyor ve “Ne yapalım peki?” diye soruyorlar hayıflanarak, “keyfimizden değil, yokluktan, yoksulluktan…”

Yoksulluk, işsizlik, pahalılık, enflasyon, memleketin 2020 yılı içerisinde artık gizlenemez hale gelen yakıcı gerçeklerinden, gündemlerinden biri. İktidar sözcülerine kalsa ekonomik kriz filan yok. İşsizlik artmıyor, azalıyor. Dövizin önlenemeyen yükselişi de o kadar önemsenecek bir şey değil. Her şey gayet yolunda… 

Maliye ve Hazine Bakanı enteresan bir şekilde istifa etti. Bakan değişti, Merkez Bankası başkanı değişti. Ekonomi bürokrasisi değişti. Bunlar durduk yere olan şeyler değil. Sebeb-i hikmetini anlamak ve anlamlandırmak için illa da ekonomist olmaya gerek yok. Ve zaten kriz var mı yok mu sorusunun cevabını en iyi bilenler, kimsenin kuşkusu olmasın, kabaca “dar gelirli” diye tanımlanan yurttaşlar… Geliri olduğu yerde sabit dururken giderlerin fahiş yükselişi karşısında ezilen vatandaşa “kriz yok, her şey tıkırında” demek, onunla alay etmekten farksız bir tutum ve söylem…

Siyaset cephesinde ise yeni bir şey yok dense yeridir… Bildik polemikler, atışmalar, yer yer seviyesizleşen tartışmalar… 

Anket şirketlerinin açıkladığı verilere bakılacak olursa, Cumhur İttifakı yüzde 50’nin altında, Millet İttifakı partilerinin oyları yükselişte. Ancak Millet İttifakı da yüzde 50’yi aşan bir oranı yakalayabilmiş değil. İktidar koalisyonu yıpranıyor, seçmen nezdindeki inandırıcılığı ve desteği eriyor, ekonomi ve yargıdaki çöküntü, belirsizlik ve güvensizlik de doğal olarak iktidarın hanesine yazılıyor. Fakat başta CHP olmak üzere muhalefet partilerinin de hala memleketi daha iyi yönetecekleri, sorunları çözecekleri konusunda seçmene yeterince güven verebildikleri söylenemez. Bu kadar yıpranmış bir iktidar karşısında gümbür gümbür gelen bir muhalefet olmamasını başka türlü yorumlamak mümkün değil. 

Dış siyaset gündemi için de çok şey söylenebilir. 2021 yılına devreden ve her biri aynı zamanda birer iç siyaset konusu haline gelmiş olan ciddi sorunlar ve cevabını arayan soru işaretleri var. 

ABD’de Biden dönemi başlıyor ve S-400 başta olmak üzere mevcut sorunların bu dönemde kolayca çözülebileceğine dair herhangi bir işaret yok. Aksine gerilim potansiyeli yüksek bir sürece girilmesi daha ciddi bir olasılık. Suriye ve Irak’ın yanı sıra İran’a karşı izlenecek tutum, Türkiye ile ilişkileri doğrudan etkileyecek bir nitelik taşıyor. AB ile ilişkiler, Kıbrıs, Doğu Akdeniz krizi, dış politikada önemli konu başlıkları olmayı sürdürecek…

Seneye erken seçime gidilebileceği yüksek sesle dillendirilen bir olasılık. Ne var ki Erdoğan ve iktidar partisi kaybedeceğini gördüğü bir erken seçim kararı almaz. Bu noktada MHP’nin tutumu tayin edici bir önem ifade ediyor. Güç kaybeden bir MHP’den de erken seçim isteği gelmesi, olası görünmüyor. Bir de “yönetemiyor” olmak faktörü var; erken seçim ihtimalini güçlendiren en önemli etken de bu olacak kanısındayım.

*** 

Zor ve zorluklarıyla iz bırakan bir yıl oldu 2020. Bu zorluklar, siyasiler için olduğu kadar toplumun da ciddi bir muhasebe yapmasına vesile olursa anlam ve değer kazanır. Ve bu muhasebenin ölçüleri de barış, adalet ve bir bütün olarak insanlık değerleri olmalı. 

Daha iyi, daha özgür, daha adil, sağlıklı ve yaşanılası bir dünya ve ülke olmak, sadece dilek ve temennilerimizin değil, çabamızın da temeli olmalı… Hem bunu hak ettiğimiz için ve hem de bu, çocuklarımıza karşı taşıdığımız bir gelecek sorumluluğu olduğu için…

CS. 8 Aralık 2020. TKNMZHBR



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Murat öldü Cafer"

“Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... Önce “Murat çok hasta, hastanede” haberini aldım. Nesi var ki? Kanser... “Ne kanseri?” bile diyemedim. Alacağım cevaptan korktum. En kötüsü olmasından.  En kötüsüymüş... Hangi hastanede? Geleyim, göreyim, moral olur, iyi gelir belki, ne bileyim. “Gelsen de göremezsin ki. Yoğun bakımda. Entübe edildi. Belki bir mucize olur diye bekliyoruz işte.” Bir mucize olur belki. Bir mucize olsa. Bir mucize olsun... Daha çok genç yahu! Ölecek değil ya!  Öldü... “Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... İnsan evladı tuhaf bir varlık. Telefon ekranındaki “Murat öldü Cafer” mesajına bir süre bakakaldım öylece. Nasıl olduysa, bir üzüntü emojisi ile yanıt vermeyi akıl edebildim. Bir şey...

İlla da İzmir...

 Hep siyasi gündemin iç karartıcı sorunlarına dair yazacak, konuşacak değiliz ya... Dedim ve İzmir’deki imza buluşmasını paylaşayım sizinle istedim. Buyurun: Geçtiğimiz 16 Aralık cumartesi günü İzmir’de imza günüm vardı, Yakın Kitabevinde. Ne zamandır İzmir’e gitmek için “bahane” lazımdı; bundan âlâ bahane mi olur :) Fakat bir şanssızlıktır tuttu yakamdan ve bir türlü bırakmadı. Bakın nasıl... İzmir’de aile çevremden insanların yanı sıra birçok da arkadaşım var. Bir arkadaşım da yeni eve taşındı ve bizim “Kaptan” Mithat ayda birkaç kez gidiyor İzmir’e ve dönüşte Erhan’ın yeni evinin manzarasını öve öve bitiremiyor. Kaptan zevk sahibi adamdır, beğeni ölçüleri vardır, estetik duygusu gelişkindir; Siirtlidir ama bizim gibi (“bizim” derken kendimi kastediyorum, yanlış anlaşılmasın) köylü de değildir yani. O övüyorsa demek ki harbiden güzel manzarası var evin. Velhasıl bu da bizim arkadaş grubu için imza etkinliğinin yanında bir başka “bahane” idi. (Belki de asıl “bahane.”) Yakın Kitabe...

'Kontrol'lü mü? 'Tiyatro' mu? 'Darbe' mi?

Belki biraz uzun bir yazı olacak, ama mevzu önemli ve doğru anlaşılması gerek... 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde bu alçakça girişimi kınayan birkaç tivit attım ve çok "ilginç" ve düşündürücü tepkiler aldım. Darbe girişiminin ilk saatlerinde ve izleyen günlerde de darbeye karşı demokrasiyi savunmanın "ilkesel" bir anlamı, değeri olduğuna dair görüşlerimi yazmış, paylaşmıştım. Darbeye karşı demokrasiyi savunmak, ideolojik, siyasi görüşlerimiz, tercihlerimiz ne olursa olsun, hepimiz için bir "ortak payda" anlamı taşır; en azından, naçizane, yıllardır nefesim, kalemim yettiğince böyle olması gerektiğini savunuyorum. "İyi darbe-kötü darbe"? Bunu önemsemem boşuna değil. Zira biliyorum ve biliyoruz ki, toplumda öteden beri "iyi darbe, kötü darbe" şeklinde bir kötü yaklaşım tarzı var. "Düşman" bellediğine "karşı" ise o "iyi" darbedir ve kendisine karşı ise, "kötü." Bu, sadece kötü değ...