Ana içeriğe atla

Bir takım tuhaf işler...

 Helallik istiyorsunuz ama…

Gün içerisinde sokağa çıkma kısıtlaması kaldırıldı. Otobüsler, minibüsler, metrobüsler, metrolar, velhasıl toplu taşıma araçları “olağan” seferlerine başladı. Şehirler arası yolculuk serbest bırakıldı. Kısıtlama öncesi sanki tatil ilan edilmiş gibi büyük şehirlerden tatil beldelerine, memleketlerine, köylerine giden vatandaşlar dönüş yolunda. Havalar da ısındı, vatandaşlar boş vakitlerini parklarda, bahçelerde değerlendirmeye çalışıyor. AVM’ler de açıldı. Ama kafeler, restoranlar, yeme içme mekanları kapalı. “Gel-al” ve paket servis usulü çalışmaya devam edecekler…

Telefondaki mütevazı bir kafe-restoran işletmecisi arkadaşım, İçişleri Bakanlığı’nın 16 Mayıs genelgesindeki “önlemleri” hatırlattıktan sonra sordu; “Nedir bu işin sebeb-i hikmeti? Sen anladıysan bana da anlat.”

Sonra cevabımı beklemeden (zaten ne cevap verebilirdim ki?) devam etti: “Açık hava kısımlarında hizmet verin deseler anlarım, kapasitenizin yarısı kadar müşteri kabul edeceksiniz deseler anlarım, denetimleri sıklaştıracağız ona göre deseler anlarım. Her taraf kapalıyken size ayrıcalık tanıyamayız, tabii ki siz de kapalı olacaksınız deseler onu da anlarım. Ama yani bunlar sadece yeme içme mekanlarını kapatarak ne yapmaya çalışıyorlar? Gücümüz tükendi. Burnumuzdan geldi. Üstüne üstlük helallik istiyorlar bir de.” 

Hak vermekten ötesi gelmedi elimden, dilimden. Onun anlamadığı benim anladığım bir hikmeti yoktu tabii ki bu şaşkın uygulamanın. Bir de ben malum olanı ilan ve ifade etmiş olayım: Esnaf zorda… Yeme içme mekanları zorda… İnsanların psikolojisi bozuldu… 

Kuşkusuz ki pandemi ile mücadele etmenin gerektirdiği “normal” yaşam tarzından ödün vermeyi zorunlu kılan kısıtlamalar olacak. Vatandaşın gözünden kaçıyor sanılan çifte standartlara sapmadan ama. İnsanların yan yana geleceği düğün, dernek, toplantı, cenaze gibi etkinlikler yasaklanırken “lebalep” dolu salonlarda parti kongreleri yapmayacaksınız. İnsanlar hayatını kaybeden yakınlarına karşı son görevlerini yapamamanın üzüntüsü ile kahrolurken “lebalep” cenaze törenleri de yapmamanız gerektiği gibi. Bunların hepsi yapıldı ama…

Pandemi varken “normale” dönmek, zor. Ama kısıtlamalardan ziyade asıl hız ve önem vermek gereken, aşılamanın yaygınlaştırılması. Kademeli şekilde “normale” dönme çabasına ancak etkili ve yaygın bir aşılama eşlik ederse önlemlerin bir anlamı olur. Bunu söylemek için “uzman” olmak gerekmiyor herhalde…

#GoTurkiye 

Aşı demişken… Kültür ve Turizm Bakanlığı bir video reklam hazırlamıştı. Reklam filmindeki gayet kanlı canlı mutlu insanların yüzlerinde -nedense sarı renkte- maskeler vardı ve maskelerin üzerinde de, “Enjoy, i’m vaccinated” yazıyordu, yani Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları turistlere, “Keyfini çıkarın, ben aşılandım” diyordu. Daha önce de Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, “Turistlerin göreceği herkesi mayıs sonuna kadar aşılamış olacağız” demişti. 

Mevzunun özü turizmi canlandırmak, bu turizm sezonunu da geçen seneki gibi ıskalamamış olmak elbette. Sayın iktidar sözcüleri yüksek sesle söylemekten kaçınsalar da ekonomik kriz var. Turizm gelirlerine duyulan ihtiyaç biraz da bundan. İyi de turistler memlekete davet edilirken bunu kendi vatandaşını düpedüz aşağılayarak yapmak zorunda mısınız? 

Bu reklam filmlerini ‘meramımızı nasıl anlatmış’ diye kontrol eden, denetleyen işini bilen kimseler yok mu? Tepkiler üzerine “Ne var ki bunda? Gayet iyi olmuş” diyenlere (Ali Atıf Bir mesela) rağmen film kaldırıldı neyse ki. Şimdi bu reklam filmine ne kadar para harcadınız, neticede harcanan vatandaşın parası diye sorsak birileri “müzmin muhalif ne olacak!” diye yerinden zıplar mı acaba?

Diyarbakır simgesi heykeller

Benzer bir tuhaflığa da Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin kayyım başkanının uygulamasında tanık olduk. Şehrin havaalanı kavşağı üzerine, memlekete gelenlere “hoş geldin” niyetine bazı heykeller dikilmişti. Sözüm ona şehri simgeleyen bu heykeller en hafif deyişle birer zevksizlik abidesiydi; Diyarbakır karpuzu içinden fırlamış bir toraman, elinde kadayıf tepsisi tutan biri… Tepkiler üzerine o heykeller kaldırıldı. Bu garabet işe ne kadar para harcandığını kayyım açıklamasından dolayı biliyoruz; tam 4 milyon 412 bin TL! O para çöpe gitti yani… 

Sedat Peker videoları

Eskiden “mafya” denirdi, şimdilerde “organize suç örgütü” deniyor. Anladığım kadarıyla bu mafya gruplarının liderleri devletle ilişkilerine göre sınıflandırılıyor. Bilinen bilinmeyen, görünen görünmeyen alanlarda devletle iş tutan veya devletin bazı “işlerini” gören mafyacılara “saygın iş adamı” deniyor. “Yılın iş adamı” türü ödüller veriliyor. Normal vatandaşların hayal bile edemeyeceği ölçüde “ifade özgürlüğü” haklarına sahip oluyorlar. Misal, kendilerince “düşman” belledikleri için “oluk oluk kanlarını akıtacağız” türü açıklamalar yapabiliyorlar. Bu açıklamalar üzerine her nasılsa soruşturma açıldığında ise “ifade özgürlüğü” denilerek dava açılmasına bile gerek görülmüyor. Bazıları için özel af yasaları bile çıkarılabiliyor ihtiyaca binaen. Devletten uzak duran veya uzaklaşan ya da devletle bilemediğimiz nedenlerle “işi” bitenler ise “saygın iş adamı” türü yaftalardan arındırılıp direkt “organize suç örgütü lideri” olarak lanse ediliyorlar. Buradaki kritik ölçü, devletle ilişki biçimi… Çok iyi bildiğimiz mevzular değil ama görünen bu.

Evet, Sedat Peker videolarından bahsediyorum. Bu yazıyı kaleme aldığımda seri videolarının beşincisini yayınlamıştı. Neler söylediğini burada sıralayacak değilim; takip edenler biliyordur ve zaten takip etmeyen pek kimse de yoktur sanırım. Uyuşturucu tacirliği, cinayet, mala çökme, yolsuzluk ve tüyler ürperten bir sürü iddia…

Normalde bu iddialar “ihbar” kabul edilir ve savcılar harekete geçer. “Film” gibi izliyoruz işte; bakalım izleyen bölümde neler anlatacak?

Yakın zamana kadar “Sedat Bey”, “Reis” diye hitap edilen, memleket meseleleri üzerine demeçler veren, mitingler düzenleyen Sedat Peker ne veya neler oldu da “dışlandı”, “organize suç örgütü lideri” oldu, yurt dışına kaçtı, ne yapmaya çalışıyor, görünen filmlerin içyüzünde ne tür pazarlıklar dönüyor; bakalım anlatacak mı ve öğrenebilecek miyiz?

İlginç olan, konuşmalarının sonunu “Turan” sloganlarıyla getiren Peker’in bolca sol tandanslı referanslara başvurması. İlk konuşmasında “düşmanımız ama” şerhi düşerek Seyit Rıza’nın sözlerini kullandı. Kim olduğunu anlayamadığımız “çakma solculara” kızgın ama “asıl” solculara gayet saygılı. 

Bu arada adama düne kadar “saygın iş adamı” yaklaşımı gösterenlerden bugüne değin birinin bile samimi -ya da numaradan- özeleştiriye benzer bir laf ettiğini duymuş değiliz. 

***

Çinliler eskiden beddua niyetine sevmedikleri kişilere “İlginç zamanlarda yaşayasın” derlermiş, “başından dert eksik olmasın” manasında. Gerçekten “ilginç” zamanlar yaşıyoruz, hangi “günahın” bedeli ise artık…

CS.17 Mayıs 2021 TKNMZHBR



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Murat öldü Cafer"

“Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... Önce “Murat çok hasta, hastanede” haberini aldım. Nesi var ki? Kanser... “Ne kanseri?” bile diyemedim. Alacağım cevaptan korktum. En kötüsü olmasından.  En kötüsüymüş... Hangi hastanede? Geleyim, göreyim, moral olur, iyi gelir belki, ne bileyim. “Gelsen de göremezsin ki. Yoğun bakımda. Entübe edildi. Belki bir mucize olur diye bekliyoruz işte.” Bir mucize olur belki. Bir mucize olsa. Bir mucize olsun... Daha çok genç yahu! Ölecek değil ya!  Öldü... “Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... İnsan evladı tuhaf bir varlık. Telefon ekranındaki “Murat öldü Cafer” mesajına bir süre bakakaldım öylece. Nasıl olduysa, bir üzüntü emojisi ile yanıt vermeyi akıl edebildim. Bir şey...

İlla da İzmir...

 Hep siyasi gündemin iç karartıcı sorunlarına dair yazacak, konuşacak değiliz ya... Dedim ve İzmir’deki imza buluşmasını paylaşayım sizinle istedim. Buyurun: Geçtiğimiz 16 Aralık cumartesi günü İzmir’de imza günüm vardı, Yakın Kitabevinde. Ne zamandır İzmir’e gitmek için “bahane” lazımdı; bundan âlâ bahane mi olur :) Fakat bir şanssızlıktır tuttu yakamdan ve bir türlü bırakmadı. Bakın nasıl... İzmir’de aile çevremden insanların yanı sıra birçok da arkadaşım var. Bir arkadaşım da yeni eve taşındı ve bizim “Kaptan” Mithat ayda birkaç kez gidiyor İzmir’e ve dönüşte Erhan’ın yeni evinin manzarasını öve öve bitiremiyor. Kaptan zevk sahibi adamdır, beğeni ölçüleri vardır, estetik duygusu gelişkindir; Siirtlidir ama bizim gibi (“bizim” derken kendimi kastediyorum, yanlış anlaşılmasın) köylü de değildir yani. O övüyorsa demek ki harbiden güzel manzarası var evin. Velhasıl bu da bizim arkadaş grubu için imza etkinliğinin yanında bir başka “bahane” idi. (Belki de asıl “bahane.”) Yakın Kitabe...

'Kontrol'lü mü? 'Tiyatro' mu? 'Darbe' mi?

Belki biraz uzun bir yazı olacak, ama mevzu önemli ve doğru anlaşılması gerek... 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde bu alçakça girişimi kınayan birkaç tivit attım ve çok "ilginç" ve düşündürücü tepkiler aldım. Darbe girişiminin ilk saatlerinde ve izleyen günlerde de darbeye karşı demokrasiyi savunmanın "ilkesel" bir anlamı, değeri olduğuna dair görüşlerimi yazmış, paylaşmıştım. Darbeye karşı demokrasiyi savunmak, ideolojik, siyasi görüşlerimiz, tercihlerimiz ne olursa olsun, hepimiz için bir "ortak payda" anlamı taşır; en azından, naçizane, yıllardır nefesim, kalemim yettiğince böyle olması gerektiğini savunuyorum. "İyi darbe-kötü darbe"? Bunu önemsemem boşuna değil. Zira biliyorum ve biliyoruz ki, toplumda öteden beri "iyi darbe, kötü darbe" şeklinde bir kötü yaklaşım tarzı var. "Düşman" bellediğine "karşı" ise o "iyi" darbedir ve kendisine karşı ise, "kötü." Bu, sadece kötü değ...