Ana içeriğe atla

Sahici ve işleyen bir demokrasi için...

Sedat Peker videoları, tweetleri ve bu videolarda gündeme getirdiği iddialar iktidar partisi ne kadar görmezden, duymazdan gelerek gündemden düşürmek istese de insanların dilinde. AKP’nin “cevap vermezsen, konuşmazsan, muhatap almazsan gündem de olmaz” şeklinde özetlenebilecek “sessiz kal” taktiği benimsediği görülüyor. Buna yargının iddialarla ilgili soruşturma başlatmaktan uzak durmasını da eklemek gerekir. 

Sessiz kalınca…

Peki böyle olunca ne oluyor? 

Peker’in iddiaları gündemden mi düşüyor? İddiaların hedefindeki Süleyman Soylu’nun itibarı korunmuş mu oluyor? Binali Yıldırım’ın oğlu Erkam Yıldırım’ın Venezuela’ya neden gittiğine dair uyanan merak tatmin mi ediliyor? Peker’in “kibrit kutusuna koyacağım onları” dediği, Fatih Altaylı’nın deyişiyle “işlerini sınıf atlama tahtası” olarak kullanan gazetecilerin inandırıcılıklarına halel gelmemiş mi oluyor? Mafyacılarla al takke ver külah ilişkiler içerisindeki iş insanları “sıkıntı yok” diye gevşiyorlar mı? Adları “faili meçhul” cinayetlerle özdeşleşmiş “derin” kişilerin üzerindeki şaibe bulutları dağılmış mı oluyor? “Çökerek” ele geçirilmiş sosyetik otellerde bila bedel tatil yaptığı iddia edilen yargı mensupları kaldıkları yerden “adalet” dağıtmaya gönül ve vicdan rahatlığıyla devam mı ediyor?

Listeyi uzatmak mümkün ve bu soruların hiçbirine kanımca “olumlu” cevap vermek olanağı yok. Bu sessizlikle geçiştirme tutumu, tam aksine, birincisi Sedat Peker’in gizemli popülaritesini artırıyor ve ikincisi, ortaya attığı iddiaların inandırıcılık oranı yükseliyor. En temkinli yaklaşan insanlar bile, “Demek ki var bir şey” diye düşünüyor.

Nasıl düşünmesin ki, konuşan “içeriden” biri. “Derin” ve kirli işlerin adamı. Yakın zamana kadar Rabia ve kurt işaretleri yaparak iktidar koalisyonu lehine mitingler yapan, muhalif çevreleri tehdit eden ve dokunulamayan biri. Sanat, siyaset, iş çevreleriyle “ahbap” olmuş, çekinilen, korkulan ve “Buyur Reisim” diye hitap edilen biri…

“Sükut ikrardan gelir” diye bir atasözü var ve birbirinden ağır bu ithamlar, iddialar soruşturulmadığı, sağlam bir hukuki yaklaşım gösterilmediği müddetçe “güçlü devlet” sloganıyla nasıl bir çürümenin perdelenmek istendiğini merak eden insanlar azalmayacak, artacaktır. 

HDP’nin kapatılması

Anayasa Mahkemesi (AYM), Yargıtay Başsavcılığı’nın Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) kapatılması istemiyle açtığı davayı dosyadaki eksikleri gerekçe göstererek iade etmişti. Başsavcılık alelacele hazırlandığı besbelli olan dosyayı güncelleyerek davayı tekrar açtı. 

Bir zamanlar “demokrasilerde partileri seçmenler kapatır” şeklinde bir duyarlılık vardı. Ama görüyoruz ki o duyarlılıktan eser kalmamış ve parti kapatma devri bitmemiş. HDP’nin politikalarını beğenirsiniz beğenmezsiniz. Beğenirseniz desteklersiniz, beğenmezseniz eleştirirsiniz, desteklemezsiniz, oy vermezsiniz. Mesele bu değil. Mesele, bir siyasi partinin (hem de parlamentodaki üçüncü büyük siyasi partinin) mahkeme edilerek kapatılmak istenmesidir. Bu, ilkesel olarak karşı çıkmak gereken bir girişimdir. Tıpkı 2008’de iktidar partisi AKP’nin de kapatılmak istenmesine karşı çıktığımız gibi.

HDP kapatılabilir; peki HDP seçmenleri ne olacak? Milyonlarca seçmenin tercih ve iradesine yargı eliyle darbe vurulacak ve bu darbenin asıl yaraladığı, demokrasi olacak. Bu nedenle HDP’nin kapatılmak istenmesine karşı çıkmak, öncelikle demokrasiyi savunmanın gereğidir… Parti kapatmalar konusunda belki de en duyarlı olması gereken bir partinin (AKP) biraz da MHP’nin desteğine duyduğu mecburiyet nedeniyle gelmiş olduğu nokta, sadece kendisi için değil demokrasi adına da, büyük bir kayıp ve ayıptır…

#HADİ 

9 Haziran günü bazı yurttaşlar sosyal medyada Hak, Adalet, Demokrasi İstiyoruz #HADİ etiketiyle bir kampanya başlattılar. Kısa sürede yaygınlaşan kampanyaya çok sayıda yurttaş, kendi sorunları, talepleri, beklentileri üzerinden ses verdi. 

Yapılan paylaşımlar ekolojik sorunlardan eşit yurttaşlık sorunlarına değin geniş ve çeşitli bir yelpazede hak, adalet ve demokrasi istemlerini seslendiren nitelikteydi. 

Bu nitelikte yurttaş girişimleri iktidar koalisyonunu ne denli etkiler bilemiyorum ama muhalefet partilerinin daha etkin ve etkili olması yönünde zorlayıcı bir rol oynar diye düşünüyorum.

Herkesin kendi kimliği, değerleri, inancıyla özgür ve güvenli olduğu bir ülkede yaşamak istek ve hasretimiz, çocuklarımıza daha iyi bir gelecek hazırlamak, miras bırakmak sorumluluğumuzun gereğidir…

Sahici, işleyen bir demokrasi havayla su kadar yaşamsal ihtiyacımızdır.

CS. 10 Haziran 2021 TKNMZHBR

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Murat öldü Cafer"

“Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... Önce “Murat çok hasta, hastanede” haberini aldım. Nesi var ki? Kanser... “Ne kanseri?” bile diyemedim. Alacağım cevaptan korktum. En kötüsü olmasından.  En kötüsüymüş... Hangi hastanede? Geleyim, göreyim, moral olur, iyi gelir belki, ne bileyim. “Gelsen de göremezsin ki. Yoğun bakımda. Entübe edildi. Belki bir mucize olur diye bekliyoruz işte.” Bir mucize olur belki. Bir mucize olsa. Bir mucize olsun... Daha çok genç yahu! Ölecek değil ya!  Öldü... “Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... İnsan evladı tuhaf bir varlık. Telefon ekranındaki “Murat öldü Cafer” mesajına bir süre bakakaldım öylece. Nasıl olduysa, bir üzüntü emojisi ile yanıt vermeyi akıl edebildim. Bir şey...

İlla da İzmir...

 Hep siyasi gündemin iç karartıcı sorunlarına dair yazacak, konuşacak değiliz ya... Dedim ve İzmir’deki imza buluşmasını paylaşayım sizinle istedim. Buyurun: Geçtiğimiz 16 Aralık cumartesi günü İzmir’de imza günüm vardı, Yakın Kitabevinde. Ne zamandır İzmir’e gitmek için “bahane” lazımdı; bundan âlâ bahane mi olur :) Fakat bir şanssızlıktır tuttu yakamdan ve bir türlü bırakmadı. Bakın nasıl... İzmir’de aile çevremden insanların yanı sıra birçok da arkadaşım var. Bir arkadaşım da yeni eve taşındı ve bizim “Kaptan” Mithat ayda birkaç kez gidiyor İzmir’e ve dönüşte Erhan’ın yeni evinin manzarasını öve öve bitiremiyor. Kaptan zevk sahibi adamdır, beğeni ölçüleri vardır, estetik duygusu gelişkindir; Siirtlidir ama bizim gibi (“bizim” derken kendimi kastediyorum, yanlış anlaşılmasın) köylü de değildir yani. O övüyorsa demek ki harbiden güzel manzarası var evin. Velhasıl bu da bizim arkadaş grubu için imza etkinliğinin yanında bir başka “bahane” idi. (Belki de asıl “bahane.”) Yakın Kitabe...

'Kontrol'lü mü? 'Tiyatro' mu? 'Darbe' mi?

Belki biraz uzun bir yazı olacak, ama mevzu önemli ve doğru anlaşılması gerek... 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde bu alçakça girişimi kınayan birkaç tivit attım ve çok "ilginç" ve düşündürücü tepkiler aldım. Darbe girişiminin ilk saatlerinde ve izleyen günlerde de darbeye karşı demokrasiyi savunmanın "ilkesel" bir anlamı, değeri olduğuna dair görüşlerimi yazmış, paylaşmıştım. Darbeye karşı demokrasiyi savunmak, ideolojik, siyasi görüşlerimiz, tercihlerimiz ne olursa olsun, hepimiz için bir "ortak payda" anlamı taşır; en azından, naçizane, yıllardır nefesim, kalemim yettiğince böyle olması gerektiğini savunuyorum. "İyi darbe-kötü darbe"? Bunu önemsemem boşuna değil. Zira biliyorum ve biliyoruz ki, toplumda öteden beri "iyi darbe, kötü darbe" şeklinde bir kötü yaklaşım tarzı var. "Düşman" bellediğine "karşı" ise o "iyi" darbedir ve kendisine karşı ise, "kötü." Bu, sadece kötü değ...