Hayal işte...

Hiç düşündünüz mü, Kürt sorunumuz olmasa mesela… Bu coğrafyada yaşayan bütün halklar kendi kimlikleriyle, dilleriyle, kültürleriyle, değerleriyle barış içerisinde, güven içerisinde, birbirlerine saygıyı esas alan bir eşitlik içerisinde yaşasalar…

Devlet herkese eşit mesafede duran bir anlayışla yönetilse, anayasası İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinden ilhamla hazırlanmış kısa ama herkesin kendisini güvence altında hissettiği bir anayasa olsa…

Siyasi partilerin birbirleriyle rekabeti daha fazla demokrat, daha fazla özgürlükçü olmaya dair olsa, insanlar seçimlerde tercihlerini kutuplaşmadan, kamplaşmadan, daha iyi bir yönetim arayışına en yakın gördüklerine bakarak yapsalar…

İnsanlar birbirleriyle “Bir zamanlar…” diyerek acıyla andıkları hatıralarını paylaşırken, o kayıp zamanların devletini, toplumunu biraz da şaşkınlıkla yad etse, “ilginç zamanlarmış” dese, “tuhaf zamanlarmış” dese ve yaşadıkları zamanın bedeli ödenmiş kıymetine şükretse…

Yurttaşların en önemli sorunları kendilerini bilimde, kültürde, sanatta daha iyi geliştirmek, bunun imkanlarını sağlamak, bu amaçla dayanışmak ve bir zamanlar “kutsal” denilen devleti gündelik hayatta daha fazla önemsizleştirmek gibi sorunlara kafa yormak olsa…

Dış politikasında komşularıyla ve diğer ülkelerle ilişkileri karşılıklı fayda denklemine göre kurulsa, kimselerle kavgalı olmasak, ordu sadece meraklısının meslek olarak yaptığı alelade bir iş olsa, dünyada savaşlar, çatışmalar, işgaller, mülteciler sorunları olmasa…

Hiç düşündünüz mü, Alevi sorunumuz olmasa mesela… İnsanların birbirlerinin inançlarıyla, inançsızlıklarıyla, ibadetleriyle, ibadet mekanlarıyla bir “sorunu” olmasa…

Herkes kendi inancını gizlemeden saklamadan özgürce ve başkasının inancına da saygı duyarak yaşasa, kendini ona buna dayatmaya, başkasını hakir görmeye tevessül edenin karşısına yasalar çıksa ve o yasalar “Bu ülkede herkes kimliğiyle, değerleriyle eşit yurttaştır” diyen yasalar olsa…

Ülkenin geçmişi okullarda bir “yüzleşme” dersi olarak okutulsa, kuşaklar arasındaki yegane “sorun”, “Biz neler gördük, yaşadık” diyen yaşlılara gençlerin “Zor zamanlarmış ama yani siz de hayatı birbirinize ne diye yıllarca zindan etmişsiniz ki” diye sitem etmesi olsa…

Hayal işte…

***

Diyarbakır’daki Dicle Toplumsal Araştırmalar Merkezi’nin (DİTAM) “Barışı ıskalamadan geleceği kurmak” başlıklı çalıştayında Vahap Coşkun ve diğer katılımcıların sunumlarını dinlerken kendimi böyle bir hayal kurarken buldum…

Bu ülkede bir “barış geleneği” yok. Devletin de yok toplumun da yok. Zaten mesele öncelikle bu yüzyılda hâlâ “kutsal” diye tarif edilen devlet aklının kendi önemini çeşitli iç ve dış “düşmanlar” üzerinden inşa etmesi. Toplumu da buna göre şekillendiriyor ve böylece etnik, dinî, ideolojik, siyasal kisvelerle birbirine karşı konumlandırılmış toplumu daha “rahat” yönetiyor. Başka türlü yönetmek nedir bilmiyor.

Tarihimiz, “Bu kış komünizm gelecek”, “laiklik elden gidiyor, rejim tehlikede”,  “bölücülük azdı”, “mezhebî bölücülük tehlikesi” konseptlerinden ibaret bir tarih. Üstelik buna da tuhaf bir demagoji ile “millî birlik ve beraberliğimizi bozmak isteyenler var”, “devletin bekası” söylemleri eşlik ediyor.

Toplum sürekli bu birlik ve beraberliği bozmak isteyen iç ve dış düşmanlara karşı “alarmda” olmak zorunda. “Normal” nedir bilmiyoruz, “Kürt sorunu olmasa” nedir düşünemiyoruz, “Herkes eşit yurttaştır” nedir bilmediğimiz, düşünemediğimiz gibi. Bildiğimiz ve bilmemiz gereken tek şey, “kutsal devlet” etrafında kenetlenmek ve nasıl bir şey olduğunu merak etmenin, sormanın, tartışmanın dahi kuşkuyla karşılandığı birlik ve beraberliğimizi iç ve dış mihraklara karşı korumak için her an tetikte olmak zarureti…

***

Toplantı sonrası biraz da pandemi kuşatması nedeniyle epeydir görüşemediğimiz eski (ama eskimeyen) arkadaşlarımla görüşmek için birkaç gün fazladan kaldım Diyarbakır’da. Herkes dert küpü. Covid19 vakalarının burada yeniden pik yapması da cabası.

Barış konulu bir toplantı için geldiğimi öğrenen Amedliler serzenişte bulundu, “Ma bu toplantıları burada değil batıda niye yapmıyorsunuz? Türklerin barışa ihtiyacı yok mu?”

Meselemiz biraz da bu zaten.

Barış herkesin paylaştığı ortak bir isteğimiz olmadığı müddetçe, kapalı kapılar arkasında seçime endeksli yeni bir “süreç” hesaplarından nihai bir barış ihtimali gelir mi gündemimize, emin değilim.

Barış sözcüğün en geniş ve olumlu manasında sarsıcı bir yeni durum. Ve belki de önce hayalini kurmaya ve o hayalin peşinden yürümeye ihtiyacımız var.

Gelecek yazım da Diyarbakır’ın düşündürdüklerine dair olacak…

30 Temmuz 2021 P24 Blog - Hayal işte…



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İlla da İzmir...

#ŞehirNöbeti notları :)

Dersim'de hakim kanaat: Gülistan Doku...