Ana içeriğe atla

Toplumu toplum yapan değerler aşınmışsa...

Ülkede artık gizlenemez boyutlarda bir ekonomik kriz var, yükselen bir enflasyon, bunaltan bir hayat pahalılığı, işsizlik ve belki de bu tabloyu daha da ağırlaştıran bir gelecekten yana umutsuzluk, karamsarlık, belirsizlik psikolojisi var. “Günü kurtarmak” bile kendi başına bir “başarı” haline geldi. “Yaşam memnuniyeti” anketlerinde hayatlarından memnun ve mutlu olmayanların oranı azalmıyor, artıyor. İşsizlik oranları içerisinde gençlerin oranı görmezden gelinemeyecek boyutlarda ve üniversiteli gençlerin hayallerini süsleyen şey, Avrupa…

Birkaç dakikalık bir Google taramasıyla kısa bir paragrafa sığdırdığım bu gerçeklerle ilgili sayısal verilere ulaşabilirsiniz. Ama daha da önemlisi kendinizden ve çevrenizden hareketle ne durumda olduğumuza dair küçük çaplı anketler yapabilirsiniz ve herhalde en sahici, inandırıcı olanı da bu şekilde elde edeceğiniz veriler olacaktır. 

Bu iç karartıcı ekonomik, toplumsal ve psikolojik realiteyi daha da belirgin kılan başka gerçeklerimiz de var. Misal, yargıya güven yerlerde sürünüyor. Adalet duygumuz yaralı; can çekişiyor da diyebilirsiniz. İktidar koalisyonunun desteği her geçen gün erirken muhalefet partilerine ilgi aynı oranda büyümüyor, artmıyor. Bu yüzden “Yarın seçim olsa…” konulu anket ve araştırmalarda kararsızlar önemli bir yer tutuyor. AKP-MHP koalisyonunun ülkeyi iyi yönetmediğini düşünenler içerisinde önemli bir grup, “ana” olanı başta gelmek üzere, muhalefet partilerinin iktidar olmaları halinde her şeyin bugünden daha iyi olacağı konusunda ciddi tereddütlere sahip. 

Kürt sorunu, Alevilerin talepleri gibi konulara girmiyorum bile. Yukarıda bahsettiğim karamsarlık ve gelecekten yana belirsizlik duygusunun ağırlığı, kıyaslamak ne denli doğrudur bilemiyorum ama belki de en çok Kürt ve Alevi yurttaşların durumunu anlatıyor.

“Emevi camisinde namaz kılmak” hedef ve hayaliyle yürütülen Suriye politikasının sonucu 5 milyonu aşkın Suriyeli mülteci oldu. Mülteci sorunu AB ile ilişkilerde yeni bir “koz” olarak işlevlendirildi. Halihazırda bu insanların Avrupa ile aralarına girmiş paralı bekçiliğini yapıyoruz. Bu “parlak” buluşun kaçınılmaz sonuçlarıyla ilgili ise iktidar sahiplerinin gerçekçi bir politikası bulunmadığını yaşayarak görüyoruz: Ne denli “ensar” dense, “büyük devletiz kucak açtık” dense de ırkçılık tırmanıyor. En ufak bir kıvılcımda ırkçı saiklerle galeyana gelip tekbir çekerek din kardeşlerini katletmeye hazır bir toplumsal birikim oluştuğunun son örneği Ankara Altındağ’da görüldü…

“Ciğerlerimiz yanıyor” diye günlerce üzüldüğümüz orman yangınları gibi herkesin aynı duygu ve duyarlılığı paylaşması gereken bir konuda bile “kutuplaşma” yaşandı. “Yangınları PKK çıkardı” zannıyla yol kesip linç edecek Kürt arayanlar gördük. Yangınlara havadan müdahale edilememesi üzerine komşu ülkelerden yardım talep edenlerin topluca “devletimizi aciz göstermek isteyen hainler” şeklinde yaftalandığına tanık olduk. Her yıl binlerce hektar ormanın yandığı ülkemizde ilgili bakanlık ve kurum yöneticilerinin tedbir almadıkları, hazırlık yapmadıkları, velhasıl görevlerinin gereğini yapmadıkları için bırakalım istifa etmeyi, istifa çağrılarına celallendiklerini gördük.

*** 

Tabloyu daha fazla çeşitlendirmek mümkün ama herhalde bu kadarı da yeterlidir.

Yaşadığımız dünyada “dikensiz gül bahçesi” misali gündelik sorunları, dertleri olmayan bir ülke yok. 

Her ülkenin kendi gerçeklerine, şartlarına göre ekonomik, sosyal veya siyasal sorunları, eksikleri, yetersizlikleri ve bunlarla ilgili gündemleri var.

Mesele bu değil ama. 

Sorunlar olur ama bu sorunların çözüleceğine dair bir inanç da olur. Bu sorunları çözeceği iddiasıyla toplumun önüne kendi alternatifleriyle çıkan siyasiler olur. Toplum kendi doğal mecrası içerisinde akan gündelik hayatını geleceğinden yana önemli bir kaygı, endişe yaşamadan sürdürür…

Dikkat çekmek istediğim asıl sorun tam da bu. Bizde nicedir “gelecek”, bir toplumu “toplum” yapan olmazsa olmaz değerlerin aşınmasıyla ortaya çıkan kaygı ve endişelerin gölgelediği bir “belirsizlik” konusu. 

Ülkeyi yönetenler ve yönetmeye talip olanlar, günü kurtarma, birbirine galebe çalma siyasetinden kafalarını kaldırıp öncelikle bu sorunu olanca açıklığıyla görmek durumundalar…

Ülkenin gidişatı bu muhasebeyi yapmayı gerekli, hatta zorunlu kılıyor. Tabii bunun sorumluluğu duyuluyorsa…

CS. 13 Ağustos 2021. Tknmzhbr



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Murat öldü Cafer"

“Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... Önce “Murat çok hasta, hastanede” haberini aldım. Nesi var ki? Kanser... “Ne kanseri?” bile diyemedim. Alacağım cevaptan korktum. En kötüsü olmasından.  En kötüsüymüş... Hangi hastanede? Geleyim, göreyim, moral olur, iyi gelir belki, ne bileyim. “Gelsen de göremezsin ki. Yoğun bakımda. Entübe edildi. Belki bir mucize olur diye bekliyoruz işte.” Bir mucize olur belki. Bir mucize olsa. Bir mucize olsun... Daha çok genç yahu! Ölecek değil ya!  Öldü... “Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... İnsan evladı tuhaf bir varlık. Telefon ekranındaki “Murat öldü Cafer” mesajına bir süre bakakaldım öylece. Nasıl olduysa, bir üzüntü emojisi ile yanıt vermeyi akıl edebildim. Bir şey...

İlla da İzmir...

 Hep siyasi gündemin iç karartıcı sorunlarına dair yazacak, konuşacak değiliz ya... Dedim ve İzmir’deki imza buluşmasını paylaşayım sizinle istedim. Buyurun: Geçtiğimiz 16 Aralık cumartesi günü İzmir’de imza günüm vardı, Yakın Kitabevinde. Ne zamandır İzmir’e gitmek için “bahane” lazımdı; bundan âlâ bahane mi olur :) Fakat bir şanssızlıktır tuttu yakamdan ve bir türlü bırakmadı. Bakın nasıl... İzmir’de aile çevremden insanların yanı sıra birçok da arkadaşım var. Bir arkadaşım da yeni eve taşındı ve bizim “Kaptan” Mithat ayda birkaç kez gidiyor İzmir’e ve dönüşte Erhan’ın yeni evinin manzarasını öve öve bitiremiyor. Kaptan zevk sahibi adamdır, beğeni ölçüleri vardır, estetik duygusu gelişkindir; Siirtlidir ama bizim gibi (“bizim” derken kendimi kastediyorum, yanlış anlaşılmasın) köylü de değildir yani. O övüyorsa demek ki harbiden güzel manzarası var evin. Velhasıl bu da bizim arkadaş grubu için imza etkinliğinin yanında bir başka “bahane” idi. (Belki de asıl “bahane.”) Yakın Kitabe...

'Kontrol'lü mü? 'Tiyatro' mu? 'Darbe' mi?

Belki biraz uzun bir yazı olacak, ama mevzu önemli ve doğru anlaşılması gerek... 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde bu alçakça girişimi kınayan birkaç tivit attım ve çok "ilginç" ve düşündürücü tepkiler aldım. Darbe girişiminin ilk saatlerinde ve izleyen günlerde de darbeye karşı demokrasiyi savunmanın "ilkesel" bir anlamı, değeri olduğuna dair görüşlerimi yazmış, paylaşmıştım. Darbeye karşı demokrasiyi savunmak, ideolojik, siyasi görüşlerimiz, tercihlerimiz ne olursa olsun, hepimiz için bir "ortak payda" anlamı taşır; en azından, naçizane, yıllardır nefesim, kalemim yettiğince böyle olması gerektiğini savunuyorum. "İyi darbe-kötü darbe"? Bunu önemsemem boşuna değil. Zira biliyorum ve biliyoruz ki, toplumda öteden beri "iyi darbe, kötü darbe" şeklinde bir kötü yaklaşım tarzı var. "Düşman" bellediğine "karşı" ise o "iyi" darbedir ve kendisine karşı ise, "kötü." Bu, sadece kötü değ...