Ana içeriğe atla

Birbirimize sonradan utanacağımız yanlışlar yapmamak için...

Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada Alevi yurttaşları ayağa kaldıran küçük çaplı bir “olay” yaşandı. Can Yayınları tarafından 1982 yılında yayınlanan Nabokov’un “Lolita” isimli romanında “inzest” (ensest) sözcüğü Türkçeye “Kızılbaş” olarak çevrilmişti. Kitabın çevirmeni, Fatih Özgüven idi. 

Haklı tepkiler yazar ve çevirmen Özgüven’in kulağına gidince, yazar ve hukukçu Erdal Doğan aracılığıyla kamuoyuna gayet düzgün bir özür mesajı yayınladı, halen de bu cahilliğinin, yanlışının utancını yaşadığını vurgulayarak. Can Yayınlarından ise hala herhangi bir açıklama yapılmış değil.

Erdal Öz’ün kurucusu olduğu, yayınladığı edebiyat eserleriyle tanınan Can Yayınları’nın bu “Görmedim, duymadım, bilmiyorum” tutumu herhalde okurları nezdinde kolay kolay unutulmayacak bir iz bırakmış olmalıdır. Dileyelim ki bu yayınevi, diğer yayınevleri, yazar ve çevirmenler hayli gecikmiş olarak işlerini daha düzgün ve özenli yapmaları gerektiği dersini almışlardır.

Maalesef demek gerekir, Alevilere yönelik bu birbirinden iğrenç ve alçakça iftiraların, karalamaların, hakaretlerin evveliyatı oldukça eski. 

“Dönüm noktası”, denilebilir ki Yavuz Sultan Selim’in halifeliği Osmanlıya getirmesi ve Sünniliğin Osmanlının “resmi inancı” olmasıdır. Bu dönem Anadolu’daki Alevi, Kızılbaş, Bektaşi topluluklar için kanlı, karanlık bir tarihin başlangıcı olmuştur. 

Egemen İslam anlayışı dışındaki mezhep ve inanç grupları yoğun, yaygın ve sistematik bir baskı ve asimilasyon cenderesi içerisine alınırken bu devlet politikası şeyhülislam fetvalarıyla da gerekçelendirilmiş, meşrulaştırılmak istenmiştir.

Birkaç örnek verilebilir: 

Yavuz Selim’in Şeyhülislamı Müftü El Hamza’nın 1512 yılında, Alevi kırımına cevaz veren bir fetvası vardır ve özetle şöyledir: 

“… biz dahi şeriatın hükmü ve kitaplarımızın nakli ile fetva verdik ki adı geçen toplum Kızılbaşlar-Kâfir ve dinsizdirler ve de her kimse ki onlara uyup o sapık dinlerine razı ve yardımcı olurlarsa onlar da kâfir ve dinsizlerdir. Bunları dahi öldürüp, toplumlarını darmadağın etmek tüm Müslümanlara vacip ve farzdır. Müslümanlardan ölen said ve şehid olup cennete girer ve onlardan ölen aşağılık cehennemin dibindedir, bunların hâli kâfirlerin hâlinden daha fena ve çirkindir.” 

Kanuni Sultan Süleyman’ın şeyhülislamı Ebu Suud’un fetvaları da insan olanın kanını donduran türdendir. “Alevi taifesini yeryüzünden silmek gerek” denilen bu fetvalarda, Alevilerin tövbelerinin dahi “makbul ve muteber” olmadığı, Alevi öldürenlerin “gaza-i ekber” ve “şehadet-i azime” olacağı, mal, mülk ve kadınlarının da Müslümanlar için “ganimet” olduğu söylenmektedir. (Bu tür şeyhülislam fetvalarına orijinal dilleriyle yer verdiğim kitaplarım: Dersim… Dersim… -2010, Gayrı resmi Cumhuriyet -2012, Alevi sorunu: Nereden nereye -2014)

Güner Ümit, Mehmet Ali Erbil gibi medya maymunu şovmenlerin; Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Reşat Nuri Güntekin gibi edebiyatçıların; bulmacalarda Aleviliğin “sapık bir mezhep” olarak tarif edilmesinin; yıllarca TDK sözlüklerinde Kızılbaşlığın karşılığının bu şekilde verilmesinin; çevirmenlerin “ensest” sözcüğünü “Kızılbaşlık” olarak çevirecek denli kendilerinden geçmelerinin temelinde bu uzun tarih sürecinde şekillendirilmiş yalan, tahrifat ve iftiralar vardır. 

Egemen ve yaygın inancın dışındaki “farklı” inanç ve ibadet biçimlerinin bu tarzda küfür ve hakaretlerle özdeşleştirilmesi, toplumda halen etkisini sürdüren utanılası bir gerçeğimizdir. 

Devlet ve Diyanet işleriyle iştigal edenler bu utancın asli sorumlusu iken birçok sözüm ona “aydın”, “entelektüel”, yazar-çizer, sanatçı ve medya erbabı da bu utancın bir parçası olmuşlar, olabilmişlerdir.

Herkesin kendi inanç ve ibadetini kimseler tarafından aşağılanmadan, horlanmadan, alçakça iftiralara karşı kendini savunmak durumuna düşmeden özgürce yaşadığı bir ülke ve toplum olmak, barış içerisinde bir arada yaşamak özlem ve isteğimizin olmazsa olmaz gereğidir, sorumluluğudur…

Birbirimize karşı sonradan utanacağımız yanlışlar yapmamak için…

CS. 16 Eylül 2021 TKNMZHBR




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Murat öldü Cafer"

“Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... Önce “Murat çok hasta, hastanede” haberini aldım. Nesi var ki? Kanser... “Ne kanseri?” bile diyemedim. Alacağım cevaptan korktum. En kötüsü olmasından.  En kötüsüymüş... Hangi hastanede? Geleyim, göreyim, moral olur, iyi gelir belki, ne bileyim. “Gelsen de göremezsin ki. Yoğun bakımda. Entübe edildi. Belki bir mucize olur diye bekliyoruz işte.” Bir mucize olur belki. Bir mucize olsa. Bir mucize olsun... Daha çok genç yahu! Ölecek değil ya!  Öldü... “Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... İnsan evladı tuhaf bir varlık. Telefon ekranındaki “Murat öldü Cafer” mesajına bir süre bakakaldım öylece. Nasıl olduysa, bir üzüntü emojisi ile yanıt vermeyi akıl edebildim. Bir şey...

İlla da İzmir...

 Hep siyasi gündemin iç karartıcı sorunlarına dair yazacak, konuşacak değiliz ya... Dedim ve İzmir’deki imza buluşmasını paylaşayım sizinle istedim. Buyurun: Geçtiğimiz 16 Aralık cumartesi günü İzmir’de imza günüm vardı, Yakın Kitabevinde. Ne zamandır İzmir’e gitmek için “bahane” lazımdı; bundan âlâ bahane mi olur :) Fakat bir şanssızlıktır tuttu yakamdan ve bir türlü bırakmadı. Bakın nasıl... İzmir’de aile çevremden insanların yanı sıra birçok da arkadaşım var. Bir arkadaşım da yeni eve taşındı ve bizim “Kaptan” Mithat ayda birkaç kez gidiyor İzmir’e ve dönüşte Erhan’ın yeni evinin manzarasını öve öve bitiremiyor. Kaptan zevk sahibi adamdır, beğeni ölçüleri vardır, estetik duygusu gelişkindir; Siirtlidir ama bizim gibi (“bizim” derken kendimi kastediyorum, yanlış anlaşılmasın) köylü de değildir yani. O övüyorsa demek ki harbiden güzel manzarası var evin. Velhasıl bu da bizim arkadaş grubu için imza etkinliğinin yanında bir başka “bahane” idi. (Belki de asıl “bahane.”) Yakın Kitabe...

'Kontrol'lü mü? 'Tiyatro' mu? 'Darbe' mi?

Belki biraz uzun bir yazı olacak, ama mevzu önemli ve doğru anlaşılması gerek... 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde bu alçakça girişimi kınayan birkaç tivit attım ve çok "ilginç" ve düşündürücü tepkiler aldım. Darbe girişiminin ilk saatlerinde ve izleyen günlerde de darbeye karşı demokrasiyi savunmanın "ilkesel" bir anlamı, değeri olduğuna dair görüşlerimi yazmış, paylaşmıştım. Darbeye karşı demokrasiyi savunmak, ideolojik, siyasi görüşlerimiz, tercihlerimiz ne olursa olsun, hepimiz için bir "ortak payda" anlamı taşır; en azından, naçizane, yıllardır nefesim, kalemim yettiğince böyle olması gerektiğini savunuyorum. "İyi darbe-kötü darbe"? Bunu önemsemem boşuna değil. Zira biliyorum ve biliyoruz ki, toplumda öteden beri "iyi darbe, kötü darbe" şeklinde bir kötü yaklaşım tarzı var. "Düşman" bellediğine "karşı" ise o "iyi" darbedir ve kendisine karşı ise, "kötü." Bu, sadece kötü değ...