Ana içeriğe atla

"Oranın" ve "buranın" ormanları...

 Bu yaz da ülkenin önemli gündemlerinden biri orman yangınlarıydı. Her yaz binlerce hektar orman alanı kül oluyor. Yangınlarda bilinçli, bilinçsiz insan aktiviteleri ve dikkatsizliklerinin rolü büyük. Özellikle de ülkemizde.

Dahası şu veya bu “bahane” ile tepesi attığı için bulunduğu yerdeki ormanları yakmaya yeltenen hasta kişiler de eksik değil. Hatırlanacaktır; geçtiğimiz temmuz ayında Manavgat’taki orman yangınıyla ilgili 16 yaşındaki C.Y., Akseki’deki yangınla ilgili olarak ise Ali Y. İsimli kişiler “kasten orman yakmak” suçlamasıyla tutuklanmışlardı.

Bu yaz hava sıcaklıklarının “mevsim normallerinin üzerinde” seyretmesinin ülkenin (ve Avrupa’nın) dört bir yanında meydana gelen orman yangınlarının nedenlerinin başında geldiğini de kaydetmek gerek.

Bazı çevrelerin empoze ettiği “PKK yaktı” şayiası boşa çıkarken durumdan vazife çıkaran bazı çetevari grupların pompalı tüfeklerle yol kesip adeta Kürt yurttaş avına çıkmaları da herhalde düşündürücü bir manzara arz ediyordu.

Avrupa Orman Yangını Bilgi Sistemi (EFFIS) verilerine göre, Türkiye'de 2008 ila 2020'de her yıl ortalama 20 bin 760 hektarlık alan yanarken, bu miktar son 8 ayda tam yüzde 755 arttı: 2021'in ocak ile ağustos ayları arasında kül olan ormanlık alan 177 bin 476 hektar… 

Antalya ve Muğla’da meydana gelen yangınlar, doğal olarak endişe yarattı. Bu endişeyi ağırlaştıran asıl etken ise, Tarım ve Orman Bakanlığı, Orman Genel Müdürlüğü gibi konuyla doğrudan ilgili olması gereken kurumların yangınlara müdahale edecek yeterli araç ve donanıma sahip olmadıkları gerçeği idi. Yangın uçakları “eski” imiş meğerse ve bakımı için para lazımmış!

Yurttaşların sosyal medyada başlattıkları yardım çağrıları, “Devletimizi aciz göstermek istiyorlar” tepkisiyle karşılansa da sonuçta komşu ülkelerden ve İsrail’den, İspanya’dan gelen yangın söndürme uçakları ile yangınlar kontrol altına alınabildi…

Burada biraz durmak gerek… “Devletimiz” yangınları söndürmede yetersiz ise bu durumu eleştirmek, protesto etmek, hatta ilgili ve yetkili kişilerin istifasını istemek, hesap sormak vatandaş olmanın, yurttaş olmanın gereğidir, sorumluluğudur.

AKP iktidarları 20 yıl boyunca ve halen bu gerçeği bir türlü idrak edemediler, benimseyemediler, içselleştiremediler.

Yangın mı çıktı? “Devletimiz” gereğini yapar. Yapmazsa, yapacak hazırlığı, donanımı yoksa ne olacak? “Devletimiz” ile birlikte oturup yağmur duası yapmakla yetinecek, yangını mı seyredeceğiz? Kaldı ki seyretmeyi bile neredeyse imkânsız hâle getirmek istediler: RTÜK yangın haberleriyle ilgili TV kanallarını uyardı çünkü! 

Yine de, belirtmemek eksiklik olur; memleketin batısındaki yangınlar endişe yaratacak boyutta gündem haline gelince ilgili ilgisiz bakanlar, devlet kurumları, Saray erbabı seferber oldu, açıklamalar yapıldı, yangın bölgelerindeki çalışmalar denetlendi, vb.

Ve şimdi burada da biraz durmak ve düşünmek gereği var.

Çünkü hemen her vesileyle “büyük, güçlü” oluşuna vurgu yapılan, “birlik-beraberlik” halinde etrafında kenetlenmemiz istenen “devletimiz”, orman yangınlarıyla ilgili görmezden gelinemez, kabul edilemez, anlayışla karşılanamaz bir çiftestandartla hareket ettiğini bir kez daha sergilemekten geri durmadı.

Bakın Bodrum, Manavgat, Marmaris gibi tatil beldelerinde çıkan yangınlar memleketin, siyasetin, devletin gündemi iken aynı günlerde Dersim'de de ormanlarımız yanıyordu...

Hozat, Çemişgezek kırsalında askeri bir operasyon sonrasında 30 Temmuz gününde başlayan orman yangınları, etkili bir müdahale olmayınca kısa sürede Dersim coğrafyasının neredeyse tamamına yayıldı. Munzur Vadisi, Pülümür Vadisi, Kutu Deresi, Roj Vadisi ve Nazımiye’de yangın rüzgarın da etkisiyle büyük ve geniş bir alana yayıldı, bazı köylere ve hatta şehir merkezine yakın yerlere (Çiçekli, Merxo, Turunçmek/Aktulun) kadar ulaştı.

İlk günlerde belediyeler ve sivil gönüllülerin yangına müdahale etmesine “yasak bölge” ve “güvenlik” gerekçe gösterilerek izin verilmedi.

Ancak iki haftayı aşkın bir süre sonra, başta Dersimliler olmak üzere duyarlı yurttaşların, AKP Tunceli İl Başkanı muhteremin deyişiyle kopardığı “yaygaranın” ardından yangınlara daha etkili müdahale edilmeye başlandı. Bölgenin sarp yapısı nedeniyle karadan ziyade havadan müdahale gerekliydi. Uçak değilse bile iki yangın söndürme helikopterinin, yerel birimlerin çalışması ve yurttaşların gayreti sonucu yangınlar ancak bugünlerde kontrol altına alınabildi…

Tunceli Valiliğinin “örtü yangınları sadece” (ne demekse!) diye küçümsediği yangınların Dersim coğrafyasındaki tahribatı ne oldu, henüz bilmiyoruz…

Aynı günlerde Bingöl Yayladere, Kiğı, Bitlis ve Hakkari’de meydana gelen yangınların tahribatını da henüz bilmediğimiz gibi…

Memleketin “orasındaki” bu yangınlarla ilgili AKP’li yerel yetkililer ve valiler dışında Ankara’dan hiçbir yetkili herhangi bir açıklama yapmadı, “devletimiz güçlüdür, söndüreceğiz o yangınları” diyen bile olmadı. Bölgeye bakanlar gitmedi. Duyarlı yurttaşların kopardığı “yaygara” olmasa medyada haber bile olmayacaktı belki…

Bu, maalesef yıllardan beri böyle.

Memleketin doğusu söz konusu olunca sadece “devletimiz” de değil, egemen medya ve kıblesi devlet olanlar da kafasını öte tarafa çeviriyor. “Çakıl taşı” demagojisi yapan siyaset erbabı ve Kürt avına çıkmak için “aport” vaziyetinde bekleyen marjinal vatandaş türü ise zaten “yansın bize ne” havasında…

Orman yangınlarının yukarıda değindiğim nedenleri arasında tamamen “bize özgü” bir neden daha var ve ona da kestirme bir deyişle “güvenlik” diyorlar… Askeri operasyonlar esnasında, bu operasyon planlamalarının bir parçası olarak ormanların yakıldığı iddiaları var. Bölgedeki kalekolların etrafındaki ormanlık alanların “güvenlik” gerekçesiyle “tehlike” arz ettiği için yakıldığı iddiaları da var. İddia işte…

Gerçi bu satırların yazarı 15 Ağustos 2006 günü Dersim’de Zel Dağı eteklerindeki ormanlık arazi üzerinden bir savaş helikopteri geçtikten sonra oradaki ormanların yandığına tanık olmuştur ama yine de “iddia” diyelim “devletimiz” kızmasın…

Ama bu “iddia” değil hepimizin ezber etmesi gereken bir olgu: Ormanlar yeryüzünün hayat kaynağı ortak değerlerimizdir. İnsan dışında çok sayıda canlının da yaşadığı yerlerdir. İnsan icadı yargıları, önyargıları, “oranın ormanı, buranın ağacı” gibi ayrımları yoktur. “Bölücü” değillerdir mesela. Korumak ortak sorumluğumuzdur.

3 Eylül 2021 P24 Blog - "Oranın" ve "buranın" ormanları



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Murat öldü Cafer"

“Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... Önce “Murat çok hasta, hastanede” haberini aldım. Nesi var ki? Kanser... “Ne kanseri?” bile diyemedim. Alacağım cevaptan korktum. En kötüsü olmasından.  En kötüsüymüş... Hangi hastanede? Geleyim, göreyim, moral olur, iyi gelir belki, ne bileyim. “Gelsen de göremezsin ki. Yoğun bakımda. Entübe edildi. Belki bir mucize olur diye bekliyoruz işte.” Bir mucize olur belki. Bir mucize olsa. Bir mucize olsun... Daha çok genç yahu! Ölecek değil ya!  Öldü... “Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... İnsan evladı tuhaf bir varlık. Telefon ekranındaki “Murat öldü Cafer” mesajına bir süre bakakaldım öylece. Nasıl olduysa, bir üzüntü emojisi ile yanıt vermeyi akıl edebildim. Bir şey...

İlla da İzmir...

 Hep siyasi gündemin iç karartıcı sorunlarına dair yazacak, konuşacak değiliz ya... Dedim ve İzmir’deki imza buluşmasını paylaşayım sizinle istedim. Buyurun: Geçtiğimiz 16 Aralık cumartesi günü İzmir’de imza günüm vardı, Yakın Kitabevinde. Ne zamandır İzmir’e gitmek için “bahane” lazımdı; bundan âlâ bahane mi olur :) Fakat bir şanssızlıktır tuttu yakamdan ve bir türlü bırakmadı. Bakın nasıl... İzmir’de aile çevremden insanların yanı sıra birçok da arkadaşım var. Bir arkadaşım da yeni eve taşındı ve bizim “Kaptan” Mithat ayda birkaç kez gidiyor İzmir’e ve dönüşte Erhan’ın yeni evinin manzarasını öve öve bitiremiyor. Kaptan zevk sahibi adamdır, beğeni ölçüleri vardır, estetik duygusu gelişkindir; Siirtlidir ama bizim gibi (“bizim” derken kendimi kastediyorum, yanlış anlaşılmasın) köylü de değildir yani. O övüyorsa demek ki harbiden güzel manzarası var evin. Velhasıl bu da bizim arkadaş grubu için imza etkinliğinin yanında bir başka “bahane” idi. (Belki de asıl “bahane.”) Yakın Kitabe...

'Kontrol'lü mü? 'Tiyatro' mu? 'Darbe' mi?

Belki biraz uzun bir yazı olacak, ama mevzu önemli ve doğru anlaşılması gerek... 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde bu alçakça girişimi kınayan birkaç tivit attım ve çok "ilginç" ve düşündürücü tepkiler aldım. Darbe girişiminin ilk saatlerinde ve izleyen günlerde de darbeye karşı demokrasiyi savunmanın "ilkesel" bir anlamı, değeri olduğuna dair görüşlerimi yazmış, paylaşmıştım. Darbeye karşı demokrasiyi savunmak, ideolojik, siyasi görüşlerimiz, tercihlerimiz ne olursa olsun, hepimiz için bir "ortak payda" anlamı taşır; en azından, naçizane, yıllardır nefesim, kalemim yettiğince böyle olması gerektiğini savunuyorum. "İyi darbe-kötü darbe"? Bunu önemsemem boşuna değil. Zira biliyorum ve biliyoruz ki, toplumda öteden beri "iyi darbe, kötü darbe" şeklinde bir kötü yaklaşım tarzı var. "Düşman" bellediğine "karşı" ise o "iyi" darbedir ve kendisine karşı ise, "kötü." Bu, sadece kötü değ...