Ana içeriğe atla

Sezen Aksu ile mücadele etmek?

“Cennet vatan” tasavvuru sizinki gibi olmayanın “dilini kesmek”, “kafasına sıkmak” hakkını size kim verdi?

Şu son bir haftada “gündemimiz” olan gelişmelere bakın; Sezen Aksu 2017 yılındaki Kültür Bakanlığından bandrolü de alınmış bir şarkısındaki sözleri üzerinden alenen iktidar koalisyonu liderleri, sözcüleri ve yandaşları tarafından “linç” edilmek istendi… Sedef Kabaş, bir TV programında günler öncesinden sarf ettiği sözleri nedeniyle “Cumhurbaşkanına hakaret” suçlamasıyla tutuklandı. “Olağanüstü” toplanan RTÜK o TV kanalına cezalar yağdırdı…

Bazen kendinizi ne denli “Biraz iyimser olmak gerek” diye zorlasanız da, galebe çalan bu “gündem” oluyor sonuçta. Eğer bunun adına “umut” veya “iyimserlik” diyeceksek, cami mihrabından düpedüz “Dilini keseceğiz” şeklinde tehdit edilen, adliye önünde “kafalarına sıkacağız” açıklamaları yapılan Sezen Aksu, toplumun hemen her kesimi tarafından sahiplenildi. AKP’ye yakın çevrelerde bile “Bu kadarı da biraz fazla, ne demiş ki kadın?” tepkileri gelişti. Sorunu “dini hassasiyetler” üzerinden gündemleştirme ve kamplaşmaya sürükleme zorlaması, tutmadı.

Söz konusu olan Sezen Aksu çünkü… Kendisini ister etnik, ister dini, ister siyasi ve ideolojik açıdan ne şekilde tanımlarsa tanımlasın, yarım asırlık bir zaman boyunca ve hala bu toplumun bütün yurttaşlarının hayatına, duygularına, derdine, davasına, acısına, sevincine duruşu, tutumu ve şarkılarıyla içtenlikle temas etmiş biri yani

Sezen Aksu’nun tehditlere cevabı, kendine yakışan şekilde oldu. “Avcı” başlığı taşıyan bir şarkı yazdı ve “Sen beni sezemezsin/ Dilimi ezemezsin/ Nereye baksam acı/ Nereye baksam acı/ Kim yolcu kim hancı/ Dur bakalım/ Beni öldüremezsin/ Sesim, sazım, sözüm var benim/ Ben derken ben herkesim” dedi. 

Aras Yayınevi Genel Yayın Yönetmeni Rober Koptaş önayak oldu, şarkının sözleri Ermeniceye çevrildi ve ardından 50’den fazla dile. Herhalde bu bir dünya rekorudur.

Sedef Kabaş konusunda ise; cezalandırılan TV kanalındaki sözlerine itirazınız olabilir, “seviyesiz” bulabilirsiniz, siz de kendi görüşünüzü ortaya koyarak karşı çıkar, eleştirirsiniz. Yazı ise onlarca “yazar” sıfatı taşıyan kişi var köşe başlarında, TV programları ve her bir konunun “uzmanı” yorumcular var. Tutuklama gerektiren ne var ortada? Hele ki gecenin bir vakti evi basılarak… 

“Cumhurbaşkanına hakaret” diye gün gün çetelesi tutulan, binlerce soruşturmaya konu olan bir “suç” dünyanın demokrasi kabul edilen hangi ülkesinde var? 

Bilinir ki siyasetçi olmak, “yönetici” pozisyonunda bir makam mevki sahibi olmak; seveni kadar sevmeyeni, beğeneni kadar beğenmeyeni, destekleyeni kadar eleştireni, kızanı, protesto edeni olmayı göze almayı gerektiren bir “iş”tir. 

Batı ülkelerinde zam yaptı diye, insanların özgürlük alanını kısıtlayan bir karar aldı diye, şu veya bu ülkeye asker yolladı diye (vb) protesto edilmeyen, eleştirilmeyen, didik didik edilmeyen siyasetçi var mıdır? Kararları, politikaları nedeniyle kafasına çürük yumurta, ezik domates atılan siyasiler de az değildir. Ama o ülkelerde protestocular, olağan güvenlik önlemleri dışında “alındılar, tutuklandılar, terörist ilan edildiler” gibi bir muamele görmüyorlar. Hele ki yazı yazdı veya bir TV programında şunu dedi diye evleri basılıp tutuklanmıyorlar. Sanatçılar “dilini keseceğiz” tehditlerine maruz kalmıyorlar…

Denilebilir ki, “Burası Türkiye.” Doğru, burası Türkiye. 

Ama bu Türkiye Avrupa Birliği’ne üye olmaktan en azından “resmen” vazgeçmiş değil. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin altındaki imzasını geri çekmiş de değil. Dolayısıyla mevzu hak, hukuk, adalet ve bir bütün olarak demokrasi standartları ise herhalde mesela Kuzey Kore’yi veya Afganistan’ı filan ölçü alacak değiliz. “Burası Türkiye” diyerek demokrasinin evrensel normlarını kendi enteresan örneğimize benzetmek gibi akıntıya karşı kürek çekmek değilse çabamız…

Sahi, sizin gibi düşünmeyenin, sizin gibi inanmayanın, “cennet vatan” tasavvuru sizinki gibi olmayanın “dilini kesmek”, “kafasına sıkmak” hakkını size kim verdi? Kim ya da kimlerin, kime ya da kimlere karşı böyle bir “hakkı” olabilir?

“Nice badireler” atlatarak bugünlere gelmiş, farklılıklarıyla anlamlı, değerli bu ülkeyi bu kafa ile yönetmek, Sezen Aksu ile mücadele etmek raddesine gelmişse, herkesin şapkasını önüne koyup düşünmesinin zamanı gelmiştir ve geçmektedir…

Maksat kayda girsin: Sezen Aksu ile karşı karşıya gelen, kaybeder…

26 Ocak 2022

P24 - Sezen Aksu ile mücadele etmek? (platform24.org)



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Murat öldü Cafer"

“Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... Önce “Murat çok hasta, hastanede” haberini aldım. Nesi var ki? Kanser... “Ne kanseri?” bile diyemedim. Alacağım cevaptan korktum. En kötüsü olmasından.  En kötüsüymüş... Hangi hastanede? Geleyim, göreyim, moral olur, iyi gelir belki, ne bileyim. “Gelsen de göremezsin ki. Yoğun bakımda. Entübe edildi. Belki bir mucize olur diye bekliyoruz işte.” Bir mucize olur belki. Bir mucize olsa. Bir mucize olsun... Daha çok genç yahu! Ölecek değil ya!  Öldü... “Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... İnsan evladı tuhaf bir varlık. Telefon ekranındaki “Murat öldü Cafer” mesajına bir süre bakakaldım öylece. Nasıl olduysa, bir üzüntü emojisi ile yanıt vermeyi akıl edebildim. Bir şey...

İlla da İzmir...

 Hep siyasi gündemin iç karartıcı sorunlarına dair yazacak, konuşacak değiliz ya... Dedim ve İzmir’deki imza buluşmasını paylaşayım sizinle istedim. Buyurun: Geçtiğimiz 16 Aralık cumartesi günü İzmir’de imza günüm vardı, Yakın Kitabevinde. Ne zamandır İzmir’e gitmek için “bahane” lazımdı; bundan âlâ bahane mi olur :) Fakat bir şanssızlıktır tuttu yakamdan ve bir türlü bırakmadı. Bakın nasıl... İzmir’de aile çevremden insanların yanı sıra birçok da arkadaşım var. Bir arkadaşım da yeni eve taşındı ve bizim “Kaptan” Mithat ayda birkaç kez gidiyor İzmir’e ve dönüşte Erhan’ın yeni evinin manzarasını öve öve bitiremiyor. Kaptan zevk sahibi adamdır, beğeni ölçüleri vardır, estetik duygusu gelişkindir; Siirtlidir ama bizim gibi (“bizim” derken kendimi kastediyorum, yanlış anlaşılmasın) köylü de değildir yani. O övüyorsa demek ki harbiden güzel manzarası var evin. Velhasıl bu da bizim arkadaş grubu için imza etkinliğinin yanında bir başka “bahane” idi. (Belki de asıl “bahane.”) Yakın Kitabe...

'Kontrol'lü mü? 'Tiyatro' mu? 'Darbe' mi?

Belki biraz uzun bir yazı olacak, ama mevzu önemli ve doğru anlaşılması gerek... 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde bu alçakça girişimi kınayan birkaç tivit attım ve çok "ilginç" ve düşündürücü tepkiler aldım. Darbe girişiminin ilk saatlerinde ve izleyen günlerde de darbeye karşı demokrasiyi savunmanın "ilkesel" bir anlamı, değeri olduğuna dair görüşlerimi yazmış, paylaşmıştım. Darbeye karşı demokrasiyi savunmak, ideolojik, siyasi görüşlerimiz, tercihlerimiz ne olursa olsun, hepimiz için bir "ortak payda" anlamı taşır; en azından, naçizane, yıllardır nefesim, kalemim yettiğince böyle olması gerektiğini savunuyorum. "İyi darbe-kötü darbe"? Bunu önemsemem boşuna değil. Zira biliyorum ve biliyoruz ki, toplumda öteden beri "iyi darbe, kötü darbe" şeklinde bir kötü yaklaşım tarzı var. "Düşman" bellediğine "karşı" ise o "iyi" darbedir ve kendisine karşı ise, "kötü." Bu, sadece kötü değ...