Ana içeriğe atla

Bu zorunlu eziyete son verin!

Demokrasi bir eşit yurttaşlık rejimi ise bu zulme, toplumu daha fazla bölüp parçalamadan son vermek gerekir. 

Anayasa Mahkemesi (AYM), bir Alevi yurttaşın 2014 yılında zorunlu din dersi ile ilgili yaptığı başvuruyu nihayet karara bağladı (8 Nisan 2022). Karara göre zorunlu din dersleri, “Ebeveynlerin eğitim ve öğretimin kendi dinî ve felsefi inançlarına göre yapılmasını sağlama hakkını ihlal” ediyordu. Kararın ayrıntılı gerekçesi henüz açıklanmadı ama belli ki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) bu konuda daha önce vermiş olduğu kararlar, gerekçenin temel dayanağı olacak. 

AİHM bu konuda ilk kararını 2007 yılında Hasan Zengin isimli yurttaşın iç hukuk yollarıyla sonuç alamaması üzerine vermişti. AİHM kararına göre din dersi “nesnel, çoğulcu ve eleştirel” değildi, “farklı din ve inanışlara ilişkin yeterli bilgiler” içermiyordu ve bu nedenle de “zorunlu” olmamalıydı.

AİHM 2014 yılında Cem Vakfı üzerinden çok sayıda yurttaşın başvurusunu da aynı şekilde karara bağladı. Türkiye adına yapılan savunma ve itirazlar kabul görmedi ve zorunlu din derslerinin ayrımcılık ve mağduriyetlere neden olduğuna ilişkin AİHM kararı kesinleşmiş oldu.

Ne var ki zorunlu din dersi “zorunlu” olmaktan çıkartılmadı. AİHM’in cemevleriyle ilgili kararında olduğu gibi (2016) “yok” sayıldı. Sadece dostlar alışverişte görsün misali adı Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi olan zorunlu din dersi kitaplarında Alevi, Bektaşi inancına kısmen ve o da tamamen Sünni-Hanefi bakış açısı esas alınarak, “İslam düşüncesinde tasavvufi yorumlar” başlığı altında yer verildi.

Şunu da eklemek gerek; bu ders kitaplarında yok sayılan sadece Alevilik de değil; Caferî, Şii, Şafiî gibi mezhepler ve onların gelenekleri, inançsal ritüelleri de “yok.”

Bu derslerin uygulama boyutu, zorunlu olması kadar vahim sonuçlar yaşanmasına neden oluyor. İşlerini dürüstçe yapma gayretindeki iyi niyetli öğretmenleri tenzih ederim ama öğretmenlerin büyük çoğunluğu, muhtemelen o şekilde talimatlandırıldıkları için, özellikle Alevi öğrencileri “imana getirmek” gibi bir “misyonla” hareket ediyorlar… (Google arama motoruna “Din dersi, öğretmen, Alevi” yazın, bir şekilde çeşitli mecralarda haber olmuş binlerce “Din dersi öğretmeninden Aleviler hakkında skandal sözler” türü başlıkla karşılaşacaksınız…)

Bilindiği üzere din dersinin zorunlu tutulması, 12 Eylül faşizminin getirdiği bir uygulama. Darbecilerin yaptığı anayasa ile “zorunlu” hale getirildi. Darbe yıllarında Dersim başta olmak üzere Alevi yurttaşların yoğun olduğu yerlere cami yapma seferberliği başlatıldı. Dersim’de “cemaatsiz camiler” açıldı ve yetmedi, Alevi çocukları yatılı imam hatip okullarına yollanarak apaçık bir zulüm ve asimilasyon cenderesi içine alındı…

Zulüm, eziyet derken belagat yapmıyorum. Bu uygulamayı başka bir sözcükle ifade etmek imkansız çünkü.

Düşünün ki Alevisiniz ve çocuğunuz matematik, fen bilgisi gibi derslerle birlikte “zorunlu” din dersi de görüyor. Ailesinden, yakın çevresinden gördüğü ile bu derslerde kendisine anlatılanların, empoze edilenlerin hiçbir alakası yok. Bırakalım “alakası” olmasını, üstüne de çok sayıda örnek olayda tanık olduğumuz gibi öğretmen “Aleviler şudur budur” diye toplumda halen yaygın olan birbirinden iğrenç önyargılardan, yalan, iftira ve karalamalardan dem vuruyor. O çocuk eğer Aleviliğini gizlemeyi becerememişse bir de sınıftaki, okuldaki arkadaşları tarafından itiliyor kakılıyor…

Kaldı ki Alevi olmanız da şart değil. Zaten mesele, tıpkı Diyanet gibi Alevilere yapışıp kalmış olmasına rağmen, din ve inanç özgürlüğü hakkını savunmak, sahiplenmek meselesidir. İnançları –ya da inançsızlığı– üzerinden yurttaşlar arasında ayrımcılık yapmak, bazı yurttaşları alenen mağdur etmek, anayasasında “demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti” yazılı olan bir devletin işi olabilir mi?

Eğer demokrasi bir eşit yurttaşlık rejimi ise bu zulme, bu eziyete daha fazla geç kalmadan, toplumu daha fazla bölüp parçalamadan son vermek gereği vardır.

Hayra mı yormak lazım emin değilim, ama şu satırları yazana değin Saray Hükümetinden veya iktidar partisinden herhangi bir ilgili, yetkili muhterem AYM kararına ilişkin bir açıklama yapmadı. Daha önce AYM’nin bazı kararlarına ilişkin, “Tanımıyoruz bu kararı, saygı da duymuyoruz” türü açıklamalar yaptıklarını hatırlıyoruz. Sessiz kalarak mı geçiştirecekler, bilmiyorum. Bildiğim, kararın Anayasa Mahkemesi kararı olduğu ve bir “içtihat” oluşturduğudur. Gereği yapılmalıdır yani.

Mümkündür ki siyaseten işlerine gelmiyordur ve görünen gelecekte seçim varken seçmenleri bu işe ne der hesabı yapmaktadırlar. Bu durumda, akıl vermek gibi olmasın ama, “Mahkeme kararıdır, ne yapalım, mecbur kaldık” filan diyerek topu AİHM ve AYM’ye atmak gayet makul bir seçenek olsa gerektir…

Tabii bu arada iktidar ortağı “Kapatalım gitsin bu AYM’yi” diye tutturmazsa…

15 Nisan 2022 

P24 - Bu zorunlu eziyete son verin! (platform24.org) 




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Murat öldü Cafer"

“Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... Önce “Murat çok hasta, hastanede” haberini aldım. Nesi var ki? Kanser... “Ne kanseri?” bile diyemedim. Alacağım cevaptan korktum. En kötüsü olmasından.  En kötüsüymüş... Hangi hastanede? Geleyim, göreyim, moral olur, iyi gelir belki, ne bileyim. “Gelsen de göremezsin ki. Yoğun bakımda. Entübe edildi. Belki bir mucize olur diye bekliyoruz işte.” Bir mucize olur belki. Bir mucize olsa. Bir mucize olsun... Daha çok genç yahu! Ölecek değil ya!  Öldü... “Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... İnsan evladı tuhaf bir varlık. Telefon ekranındaki “Murat öldü Cafer” mesajına bir süre bakakaldım öylece. Nasıl olduysa, bir üzüntü emojisi ile yanıt vermeyi akıl edebildim. Bir şey...

İlla da İzmir...

 Hep siyasi gündemin iç karartıcı sorunlarına dair yazacak, konuşacak değiliz ya... Dedim ve İzmir’deki imza buluşmasını paylaşayım sizinle istedim. Buyurun: Geçtiğimiz 16 Aralık cumartesi günü İzmir’de imza günüm vardı, Yakın Kitabevinde. Ne zamandır İzmir’e gitmek için “bahane” lazımdı; bundan âlâ bahane mi olur :) Fakat bir şanssızlıktır tuttu yakamdan ve bir türlü bırakmadı. Bakın nasıl... İzmir’de aile çevremden insanların yanı sıra birçok da arkadaşım var. Bir arkadaşım da yeni eve taşındı ve bizim “Kaptan” Mithat ayda birkaç kez gidiyor İzmir’e ve dönüşte Erhan’ın yeni evinin manzarasını öve öve bitiremiyor. Kaptan zevk sahibi adamdır, beğeni ölçüleri vardır, estetik duygusu gelişkindir; Siirtlidir ama bizim gibi (“bizim” derken kendimi kastediyorum, yanlış anlaşılmasın) köylü de değildir yani. O övüyorsa demek ki harbiden güzel manzarası var evin. Velhasıl bu da bizim arkadaş grubu için imza etkinliğinin yanında bir başka “bahane” idi. (Belki de asıl “bahane.”) Yakın Kitabe...

'Kontrol'lü mü? 'Tiyatro' mu? 'Darbe' mi?

Belki biraz uzun bir yazı olacak, ama mevzu önemli ve doğru anlaşılması gerek... 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde bu alçakça girişimi kınayan birkaç tivit attım ve çok "ilginç" ve düşündürücü tepkiler aldım. Darbe girişiminin ilk saatlerinde ve izleyen günlerde de darbeye karşı demokrasiyi savunmanın "ilkesel" bir anlamı, değeri olduğuna dair görüşlerimi yazmış, paylaşmıştım. Darbeye karşı demokrasiyi savunmak, ideolojik, siyasi görüşlerimiz, tercihlerimiz ne olursa olsun, hepimiz için bir "ortak payda" anlamı taşır; en azından, naçizane, yıllardır nefesim, kalemim yettiğince böyle olması gerektiğini savunuyorum. "İyi darbe-kötü darbe"? Bunu önemsemem boşuna değil. Zira biliyorum ve biliyoruz ki, toplumda öteden beri "iyi darbe, kötü darbe" şeklinde bir kötü yaklaşım tarzı var. "Düşman" bellediğine "karşı" ise o "iyi" darbedir ve kendisine karşı ise, "kötü." Bu, sadece kötü değ...