Gezi davası... Boş çuval dik durmaz

 “Bekliyordum, biliyordum böyle olacağını” diyenler vardı elbette ama Gezi davasında karar duruşması öncesi, yakın çevremde gözlemlediğim bir iyimserlik de vardı; Osman Kavala’ya “yattığı süre göz önüne alarak” gerekçesiyle bir miktar ceza verir ama serbest bırakılmasına karar verirler. Diğer sanıklar da ya beraat eder ya da hafif cezalar alırlar…

Ancak birinin AKP’den milletvekili adayı ve “Reis sevdalısı” olduğu ortaya çıkan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, bir üyenin muhalefet şerhiyle, “bekliyordum” diyenleri bile şaşırtan bir karar verdi: Osman Kavala ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Can Atalay, Mine Özerden, Yiğit Ali Ekmekçi, Tayfun Kahraman için ise, “Hükümeti devirme suçuna yardım” (TCK 312) suçundan 18’er yıl hapis cezası ile birlikte tutuklama kararı verildi. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası, yani Osman Kavala’nın da dediği gibi, ellerinde “ip” olsa idam edecekler…

Açıklanan karara bakarak ve tabii yargının içerisinde bulunduğu siyasi iradeyle gayet “uyumlu” hali nedeniyle, “belliydi böyle olacağı” demek, kolay. Ne var ki kararın açıklanmasının ardından insanların son derece anlaşılır, haklı tepkileri, kararın bu denli “ağır” olmasının beklenmediğini de ortaya koyuyor. Herkeste bir anda “bir şey yapmak lazım” duygusu öne çıktı. Yanı sıra, Gezi’nin ne olup ne olmadığına dair binlerce paylaşım yapıldı, “ben de oradaydım” denildi. Tepkiler haklı ve anlaşılır tabii ki, ancak gerçekçi olmak gerekirse halihazırda “bir şey yapacağız ve bu ağır hukuk skandalının sorumlularını geri püskürteceğiz” kudreti yok elimizde…

Öncelikle şunun altını çizmek gereği var. Ortada adli bir hata veya skandal, savcının, mahkemenin yanlış bir karar vermesi durumu yok. Meselenin adli, hukuki boyutu Kavala ve diğer “sanıkların”, avukatların savunmalarıyla ziyadesiyle ortaya konuldu. Bir ciddi iddianın (“hükümeti devirmek”) bu denli çürük, mesnetsiz, aslında olmayan “delillerle”, keyfi ve sübjektif bir şekilde böylesine “ağır” bir hükme konu olması, sadece darbe dönemi hukuku ve yargılamalarıyla kıyaslanabilir. “Olay” mahkemede cereyan ettiği için “dava” diyoruz ama bu aslında yargı eliyle sürdürülen bir siyasi operasyon. Bir siyasi tercihin, bir siyasi stratejinin mahkeme eliyle yürütülmesi durumu ile karşı karşıyayız ve bu duruma bir anda gelinmiş de değil…

Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan bu davanın “savcısı” iken, iktidar koalisyonunun siyasi tercih ve hassasiyetleriyle ters düşen en ufak bir “aykırı” kararlarında savcıların, hakimlerin oradan oraya sürüldüğü, görevden alındığı, hatta meslekten ihraç edildiği bir yargı düzeni varken Gezi davası kararının şaşkınlık yaratmasına muhtemelen birileri gülmekten kendilerini alamamışlardır. Saflığımıza yanalım…

 Bu davanın başından beri sayın Erdoğan’ın apaçık biçimde TCK’da bir suç fiili olarak düzenlenmiş “yargıyı etkileme” çabası içerisinde olduğunu biliyoruz. (Konuyla ilgili yazılarımdan birinde bu konuya dikkat çekmiştim.) Nitekim mahkeme kararının ardından yine “savcı” edası ve üslubuyla Kavala için davanın temyiz sürecinde olduğuna aldırış etmeden “Türkiye’nin Soros’u” dedi, “Gezi olaylarının perde arkası koordinatörü” dedi.

 Davanın savcısı Erdoğan, hüküm verenler kendilerini her kararlarında iktidara sadakatlerini kanıtlamakla yükümlü gören hakimler olunca, gerçekten de başka türlü bir karar bekleyenlerin “saflığına” gülüyorlarsa, yeridir…

 Ancak komik değilse bile trajikomik olan iktidar politika ve uygulamaları nedeniyle patlak vermiş spontane bir sosyal hareketin bir kişi ve ona “yardım ettikleri” suçlamasıyla yargılanan kişiler nezdinde mahkeme edilmesidir. Dersim’de bu tür mesnetsiz ve nafile çabalara karşılık, “Xaşiya tole pay ra nêvindena” denir. Yani, boş çuval ayakta (dik) durmaz.

 Gezi davası, Türkiye’nin demokrasi ve adalet mücadelesinin ayrılmaz bir parçası ve şimdiden bu mücadelenin “simgesi” haline gelmiş bir davadır. Hâlâ uykularını kaçırdığı anlaşılan Gezi korkusunun bedelini birkaç kişiye ödetmek istiyorlar ama asıl kararı verecek olan tarihtir ve bu bedeli göğüsleyenler, başta hayatını kaybedenlerimiz olmak üzere, hep gururla anılacaklardır. Bu gerçeği hangi mahkeme kararı değiştirebilir?

***

 Bu vesileyle Gezi protestoları sırasında o dönem yazdığım Taraf gazetesinde neler yazdığıma baktım. İlkeli olmak iyidir, önemlidir. Sonradan utanç duymazsınız. “Bunları ben mi yazmışım?” diye düşünmez ve unutturmaya çalışmazsınız… Bazı örnekler vererek “kayıtları” yenilemiş, “tarafımı” da güncellemiş olayım:

 …Bir süredir toplumda, giderek büyüyen bir kaygı, endişe birikimi vardı. Hemen her eleştirel yaklaşımın, demokratik protestonun “kötü niyetli” olarak damgalanması ve sokaklar söz konusu olunca gaza boğularak bastırılması, bu birikimi “patlama” noktasına getirmişti. Bu “patlamanın” adı, Gezi Parkı oldu. İktidar partisinin bunu doğru okuması, köklü bir muhasebe yapması lazım... 5 Haziran 2013.

 …Gezi, uzun süreden beri ilk defa “sessiz çoğunluğun” sandık dışında siyasete müdahil olduğu ender sivil halk direnişi örneklerinden biridir. Siyasal tarihimize şimdiden böyle geçti. (…) binlerce insanın iktidara karşı birikmiş öfkelerini, tepkilerini, korkularını, taleplerini, iktidar tarafından umursanmamaya isyan ederek sokaklarda, meydanlarda dile getirmesidir… 7 Haziran 2013.

 …Gezi direnişi, biraz da Türkiye’de ciddi bir “muhalefet boşluğu” yaşandığı için ortaya çıkmıştır. Bir başka ifadeyle korku, tedirginlik, öfke biriktiren sosyal kesimlerin duyarlılıklarını yansıtan, temsil eden bir siyasi yapının olmayışı nedeniyle... 24 Haziran 2013.

 …Gezi’nin siyasetini yapmanın “püf noktası”, daha fazla demokrasi ve özgürlüklerden, toplumsal barıştan, “zamanın ruhuna” uygun bir gelecek tasavvuru olmaktan yana safını “net” belirlemektir. Bu ihtiyacı görmeyenlerin, kendini buna göre düzenleme yeteneği olmayanların geleceği de yoktur... 24 Haziran 2013.

***

Unutmuyoruz…

Gezi’de insanlarımızı yitirdik. Binlerce kişi yaralandı. On kişi gözlerine gaz fişekleri isabet ettiği için kör oldu. Binlerce kişi gözaltına alındı, işkence gördü…

 Mehmet Ayvalıtaş (20), İstanbul. 2 Haziran 2013 günü Gezi Parkı’na destek için otoyol kapatıldığı sırada üzerine sürülen aracın çarpması sonucu öldü.

Abdullah Cömert (22), Antakya. 3 Haziran 2013 günü protesto eylemi sırasında başına isabet eden biber gazı kapsülü nedeniyle öldü.

Mustafa Sarı (27), Adana. 5 Haziran 2013 günü polis komiseri olarak protesto eylemine müdahale ederken tedbir alınmamış bir altgeçit inşaatından düşerek hayatını kaybetti.

İrfan Tuna (47), Ankara. 6 Haziran 2013 günü Gezi direnişini bastırmak için polisin kullandığı aşırı miktardaki biber gazından etkilenerek kalp krizi geçirdi, öldü.

Selim Önder (88), İstanbul/İzmir. Taksim civarından geçerken yoğun gaza maruz kaldı, İzmir’e döndükten birkaç gün sonra kalp yetmezliği nedeniyle hayatını kaybetti.

Ethem Sarısülük (26), Ankara. 1 Haziran’da eylem sırasında polis tarafından başından vurularak ağır yaralandı. 12 Haziran’da beyin ölümü gerçekleşti.

 Zeynep Eryaşar (50), İstanbul. 15 Haziran 2013 günü Avcılar’da polisin aşırı miktarda kullandığı göz yaşartıcı gaza maruz kaldığı için kalp krizi geçirerek öldü.

Medeni Yıldırım (18), Lice. 28 Haziran 2013 günü Lice’ye bağlı Kayacık Köyü’nde “kalekol” yapılmasını protesto eden köylülerin üzerine askerler tarafından açılan ateşle öldürüldü.

Ali İsmail Korkmaz (19), Eskişehir. 2 Haziran 2013 günü katıldığı protesto yürüyüşünde polis ve sivil giyimli saldırganlar tarafından feci şekilde dövüldü, başına aldığı darbeler nedeniyle beyin kanaması geçirdi. Yunus Emre Devlet Hastanesi’nde görevli doktorlar tarafından tedavi yerine önce polise ifade vermeye gönderildi. 20 saat geciken müdahalenin ardından 38 gün yoğun bakımda kaldıktan sonra 10 Temmuz 2013’te hayatını kaybetti.

Ahmet Atakan (22), Antakya. 10 Eylül 2013 günü Ankara’da ODTÜ ve Tuzluçayır’daki protestolara destek vermek için Antakya Armutlu’da yapılan eylemde polis tarafından kafasından gaz fişeğiyle vuruldu, çatıdan düşerek öldü.

Serdar Kadakal (37), İstanbul. 14 Eylül 2013 günü Kadıköy’de emniyet güçleri tarafından yoğun ve yaygın şekilde biber gazı kullanımının ardından kalp krizi geçirerek öldü.

Berkin Elvan (15), İstanbul. 15-16 Haziran 2013 akşamı, Okmeydanı’ndaki evinden ekmek almak için çıktı, polisin gaz fişeğiyle başından vuruldu. 269 gün komada kaldı, 15. yaşına komada girdi. 11 Mart 2014’te öldüğünde 16 kiloydu.

29 Nisan 2022 

P24 Blog - Gezi Davası… Boş çuval dik durmaz




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İlla da İzmir...

#ŞehirNöbeti notları :)

Dersim'de hakim kanaat: Gülistan Doku...