Kırmanciye beleke, yara ve Nazımiye kaymakamı

20 yıl öncesi ile günümüzü kıyaslıyorum. Her seferinde Dersim’i daha yorgun, daha hüzünlü görüyorum. Dersim’i, Munzur’u ve insanlarımızı…

Dersim dertli, yaralı bir coğrafya. Büyüklerimizin deyişiyle gün yüzü görmemiş insanların yurdu. Dağları, ormanları, suları, doğası ile dünyanın en güzel yerlerinden olup da aynı zamanda insanlarının oldum olası memleketlerinde devlet nezdinde, memleketleri dışında her yerde hem devlet hem de toplumun önemli bir kesimi nezdinde “olağan şüpheli” muamelesi gördükleri bir yer.

Öncesi bir yana, 1937-38’de devletin “kara yara”, “çıbanbaşı” teşhisi ile “kökten bir ameliyatla” kesip atmak istediği, yapabilse yok etmek istediği bir yer. Yüksek sesle söylenmiyor olsa bile günümüzde de memleketin Kürt sorunuyla birlikte “en mühim dahili müşkülesi.”

1930’lu yılların sonuna değin dönemin gazetelerindeki tanımlama ile yurdun en “cahil, vahşi, ilkel” yöresi iken, insanlarına “haşarat” denirken, hummalı ve sistematik bir asimilasyon politikası ile yurdun okuma-yazma oranı en yüksek şehri olmasına rağmen bu böyle.

Çünkü Dersim devletin “makbul vatandaş” kırmızıçizgilerini nereden baksan “ihlal” eden bir özelliğe sahip. Nüfusunun büyük çoğunluğu itibarıyla Kürt, Zaza, Alevi-Kızılbaş… Hiç sözü edilmese de bazı ilçe ve köylerinde Türk ve Sünni vatandaşlar da yaşar. Bir zamanlar Ermeniler de. Ermeni tarihçi Andranik, 1900 yılında Tiflis’te yayımlanmış Dersim isimli kitabında, Ermenilerin Dersim’de Kürtlerle dostane bir hayatları olduğunu yazmış. En azından inançları ve Ermeni oluşlarıyla ilgili bir sorunları olmadığını.

Biz Dersim için “Kırmanciye beleke” deriz. Dersim’in etnik ve inançsal çeşitliliğini anlatan güzel bir tariftir bu. Kırmanciye, Kırmançların ülkesi manasındadır. Belek, Türkçe’de “bebek kundağı” anlamında kullanılıyor, Kürtçe ise “alaca” yani “çeşitli” demek. Kırmanciye beleke, Türkçe tam karşılığı olmasa da sanırım “çeşitli Kürtlüklerin, Kırmançların ülkesi” olarak çevrilebilir. Ne var ki Dersim’in en anlamlı özelliği olan çeşitlilik, egemen devlet nezdinde bir “sorun.” Türk ve Sünni-Hanefi olma mecburiyetine karşı bir direniş…

Hapishaneden çıktıktan sonra, aradaki hasret yıllarının ardından ilk kez Dersim’e gittiğimde yaşadığım heyecanı anlatamam. “Bugünleri görmek de varmış” cümlesi pelesenk olmuştu dilime. Hapisten çıkmış ve askerliğini de yapmış (bir ay bedelli) olmanın güveniyle peş peşe kimlik kontrollerinden geçerken “panik” olacağım hiçbir yasal sorunum yoktu. Muhtemelen GBT kontrolünde önüne düşen sicil bilgilerim yüzünden bana kötü kötü bakan güvenlik görevlileri ile de kayda değer bir sorun yaşamadım, takipler filan ise zaten olmazsa olmaz rutin uygulamalardı.

Neredeyse 20 yıl oluyor ve bu süre boyunca yaz veya kış bulabildiğim her fırsatta Dersim’e giderim, gidiyorum. Nefes almak için. Kendimi dinlemek için. Arınmak ve yeniden kavilleşmek, ikrar vermek için. Hep aynı heyecanla. İster istemez 20 yıl öncesi ile günümüzü kıyaslıyorum zihnimde. Her seferinde Dersim’i daha yorgun, daha hüzünlü görüyorum. Dersim’i, Munzur’u ve insanlarımızı…

Biraz enteresan bir memleket olduğumuz doğrudur. Avuç içi kadar şehir. Herkes gayet politik, bilinçli, her şeyi gördüğü, bildiği havasında. Ne var ki memleketin gerçek sorunları orta yerde dururken “yüksek siyaset” yapmaktan bu sorunları nasıl çözmeliyiz konusuna gelemiyoruz bir türlü. O sorunlarla ilgili (mesela işsizlik, uyuşturucu) devleti sorumlu görmekte ne kadar haklı isek, çözümü konusunda herkesin kendini sorumlu gördüğü bir çaba içerisine girmekte de bir o kadar hadi sorumsuz, isteksiz demeyeyim, yorgun bir tavır içindeyiz… Bari iğneyi kendimize batıralım…

Yara

Yakın zamanda Yara-Yıllar Sonra Dersim (Lorya-2B Yayıncılık, 2022) başlıklı bir kitabım yayınlandı. Orada son 20 yıl içerisindeki Dersim tartışmalarının kısa tarihçesi var. Dersim’e dair kişisel hissiyatım da.

Şu satırlar Yara’dan:

“Yıllar sonra Dersim’de idim... ‘İçeri’den çıkanın, çıkınca ilk ne yaptığı merak edilir. Ben toprağa bastım. Cezaevinin köhne kapılarından bir bir çıktıktan sonra, cezaevinin dış kapısı önünde beni bekleyen arkadaş ve yakınlarımın, gardiyan ve askerlerin şaşkın bakışları altında cezaevinin dış bahçesindeki toprak bölgeye yöneldim. Toprağın üzerinde dakikalarca durdum öylece. Yıllarca demirden ve betondan kafesler içinde, ‘gri’ bir dünyada yaşarken, yağmurun uzaktan getirdiği toprak kokusunu saygı ve minnet duygusuyla dolduruyordum içime.

O toprak kokusu ve yüksek duvarların üzerinde beliren gökkuşağının renkleri, bir ‘Hayat devam ediyor’ duygusu uyandırırdı bende. Toprak, mahpus yıllarım boyunca hep artan bir özlem olarak büyüdü içimde. Yıllar sonra Dersim’de idim işte ve o zaman adını koydum bu özlemin; toprak, Dersim demekti benim için...

Yıllar sonra Dersim’de idim işte. Dersim'e yıllar sonra ilk geldiğimde bana eşlik eden duygu, ‘Bugünleri görmek de varmış’ idi. Bu cümle takılıp kalmıştı dilime. Hayatın başka ve en uç boyutlarında adalet ve özgürlük değerleri için belirsiz geleceklerin üzerine üzerine yürürken ayrımına varmıştım bunun ve bir de uzun mahpusluk yıllarında yaşamak bir sabır sınavı demek iken; Dersim, memleketim olmaktan ibaret bir yer değildi benim için…

Sadece atalarımın yurdu demek değildi. Doğasıyla dünyanın en güzel köşelerinden biri de değildi sadece... 38 de değildi, ölülerimiz, sürgünlerimiz, subay ailelerine ‘besleme’ verilenlerimiz... Suskunluğumuz, hasretimiz, acımız, sevincimiz de değil... Dersim, bir tutsak ve suskun sevdaydı kendisini anlatan her şeyi taşırken yorgun omuzlarında...

Yıllar sonra idi ve Dersim, yeni bir kavilleşmenin adı olmuştu yoluma... ‘Bugünleri görmek de varmış’ dedirten... Bugünleri görmek de varmış, daha da göreceklerimizden, yaşayacaklarımızdan başka... Bir ‘kendi olmak’ çabasının mukadderatı ile yüzleşirken...”

Hem suçlu hem güçlü bir kaymakam

Geçtiğimiz 14 Haziran günü bir polis memuru tarafından arandım, ifade vermek üzere karakola çağrıldım. Mevzu neydi, gidince öğrenebilecektim. Gittim. Nazımiye Kaymakamı Uğur Tutkan bir tweetim nedeniyle benden şikayetçi olmuş. “Olayı” hemen hatırladım elbette.

Şöyle:

Nazımiye’deki Düzgün Baba Cemevi Başkanı Sinan Kırmızıçiçek, son üç yılda cemevine kesilen fahiş cezalardan hareketle cemevlerine “ticarethane” muamelesi yapılmasını eleştiren bir konuşma yapmış. Bu açıklamanın ardından Nazımiye Kaymakamı Uğur Tutkan, beraberinde sivil giyimli bir grup silahlı güvenlik mensubu ile cemevini “ziyaret” etmiş. Bir ibadet mekanını bu tarzda “ziyaret” etmek ne demek, bunu bir kenara bırakalım. “Ziyaret” sonrası cemevi önünde ellerinde otomatik silahlar bulunan güvenlik personeliyle oradaki gazetecilere “poz” vermiş. Yaptığı açıklamada da, “Size devletin gücünü göstereceğiz” demiş…

 “Olay” sosyal medyada duyulunca çok sayıda insan gibi ben de en hafif tabirle bir ibadet mekanına yapılan bu saygısızlığı ve tehditvari tutumu kınayan tivitler yazdım. Sayın kaymakamın şikayetine konu olan tivitim şu:

“Nazımiye Kaymakamı Uğur Tutkan Düzgün Baba Cemevi’ni silahlı kişilerle adeta basıp cemevi yöneticilerini ‘Size devletin gücünü göstereceğiz’ diye tehdit etmiş gazetecilere de bu pozu vermiş… Bu zorba saygısız haddini şaşırmış memur derhal görevden alınmalıdır.”

Bilen bilir, okurlarım da bilir, küfürle, hakaretle, tehditle işim olmaz. Ama hakarete maruz kaldığımda/kaldığımızda onu yutacak da değilim. Bu sayın kaymakam haddini, hududunu aşan bu tutumu nedeniyle istifa veya görevden alma şöyle dursun en azından özür dileyeceğine, üstüne de şikayetçi olacak kadar pişkin bir devlet memuru. Görünen bu. Bildiğim kadarıyla kamu görevlisi olmak kimseye pervasızca tehdit, hakaret etme, ibadet mekanlarına saygısızlık imtiyazı vermiyor. Muhtemelen, “Ben devletim!” hissiyatı içinde hareket ediyor.

Söylemeden geçmeyeyim. Son 20 yıl içinde, ismi lazım değil, Dersim’in duyarlılıklarına en azından açıklamaları, söylemleri itibarıyla gayet saygılı davranan valiler, emniyet müdürleri de gördük. Bir keresinde Munzur Festivali’nin açılış konuşmasını yapan bir vali, gözlerimizi yaşartacak denli Dersim’e dair güzel sözler sarf etmişti. Samimi veya değil, bir “politika” gereği veya değil; bu ayrı bir konu. Ama gördüğüm ve anladığım kadarıyla devlet bölgede artık bu tür bir “hassasiyet” ihtiyacı duymuyor ve bildiğimiz devlet gibi davranıyor.

Ne diyelim; devlettir, suçluyken bile şikayetçidir, haklı olmasa da güçlüdür… Bizim de sorumluluğumuz, bu tür bir devlet anlayışına boyun eğmemektir…

17 Haziran 2022 

P24 - Kırmanciye beleke, yara ve Nazımiye kaymakamı (platform24.org)



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İlla da İzmir...

#ŞehirNöbeti notları :)

Dersim'de hakim kanaat: Gülistan Doku...