Hadi ya? Sen mi? Gerçekten?

Sigarayı bıraktım! Biraz idare edeceksiniz beni, mecbur. Yeni başlangıçlar için asla geç değildir.

Malum, içenler için, özellikle de “tiryaki” olanlar için sigara, gündelik hayatın adeta “olmazsa olmaz” bir parçası. Sevinçli bir haber alırsın, keyiften sigara yakarsın; üzücü bir haber alırsın, dertten sigara yakarsın; yemekten önce, yemekten sonra, yatmadan önce, uykun kaçınca, meyhane sofrasında, arkadaşlarla sohbet ederken, yalnızken, okurken, yazarken... Böyle uzayıp gider liste. Tiryaki olan için hayat ve insan hallerinin neredeyse herhangi bir “istisnası” yok; her halükarda sigara yakılır, tüttürülür...

Kuşkusu olan var mıdır? Çok açık ki bu bir “bağımlılık” hali. “Tiryakilik” dediğimiz başka bir anlama gelmiyor yani. “Bağımlı” değil de “tiryaki” deyince mevzunun iradeye dair ifade ettiği can sıkıcı anlam (=zayıflık) ortadan kalkmış olmuyor. Uyuşturucu, madde bağımlılığı gibi bağımlılık türleriyle ilgili ahkam kesecek bir bilgim veya deneyimim yok; ama bilenler, sigara, tütün bağımlılığının (“tiryakiliğin”) “madde” bağımlılığının en ağır türü olduğunu söylüyorlar. Doğrudur.

Yıllarca sigara tiryakiliğinin bir “irade zayıflığı” konusu olarak ele alınmasını doğru bulmamış, kabul etmemiş, itiraz etmişimdir; “Ne alakası var? Sigara içmeyenler, sigarayı bırakanlar sağlam iradeli mi oluyor yani? Saçma!” Malum; insan, davranışlarını gerekçelendirme mahareti olan bir canlı. Benimki de o hesap. Farkında olmadan demagoji yapmak da denebilir. Sigarayı bırakan, başka bir konuda “iradesiz” davranabilir, zayıflık gösterebilir elbette; ama bu sigara, tütün “tiryakiliğinin” bir irade meselesi olmadığına delalet değildir.

“Bırakmak istiyorum tabii ama bırakamıyorum işte” diyenlerin en “makul” görünen gerekçesi, herhalde, “Ama yani kafam çalışmıyor o zaman” mazeretidir. Kendimden biliyorum. Sigara yoksa, okuyamam. Sigara içmeden, yazamam. Tamam, zararlı ama sigarasız da kafam çalışmıyor işte... Cidden buna şartlanıyor insan ve gerçekten de okuması lazım, okuyamıyor, yazması lazım, yazamıyor... Ama gerçekte düpedüz bir kendini kandırma durumu oluyor bu.

***

“Küsuratı” da var aslında ama 1980 yılını baz alırsak, 40 yılı aşkın bir süredir sigara içiyorum. Daha çok, tütün sarıyorum. Tütün daha “organik” ya, katkısız, sahici! Rahmetli babam da tütün sarardı. Tabakasını saklıyorum hâlâ, içindeki tütün ve sigara kağıdıyla birlikte...

İlk hapishane deneyimim, 1978’dir (Kasım). Çocuk denilebilecek bir yaşta, lise 1 öğrencisiyken. 1979 Şubat ayında çıktım. Sağmalcılar’a girip Sinop’tan çıktım. Şu meşhur Sinop kale hapishanesinden. Bir yıl sonrasında yeniden tutuklandım (Mart) ve bu kez 7.5 yıl hapis yattım. Bunu hatırlatmamın nedeni, esas olarak hapishanede sigaraya başlamış olmam. Bazı “sorumlu” arkadaşların imtiyazları vardı (ne de olsa sorumlu adamlar, kafaları devrim ve mücadele meseleleriyle meşgul hep, sigarasız olur mu!) ama komün kişi başı 10 sigara verirdi. İlk zamanlar aldığı sigarayı bitiremeyen ve daha tiryaki arkadaşlara “destek” atan ben, giderek “10 sigara yetmiyor” diye şikayet eden biri olup çıktım.

Öncesinde, dışarıda da cebimde sigara olurdu genellikle. Ama içime çekmeden içer, daha çok arkadaşlara verirdim. Yüksek sesle dillendirmesem de aslında sevmiyordum sigara içmeyi. Bunun nedenini anlamak için çocukluğuma inmek lazım tabii.

İlkokul çağında dört kafadar, bir gün bir paket yabancı sigara bulmuştuk (adını da hatırlıyorum, “Kent”). Kim, nereden buldu o kadarını hatırlamıyorum. Yabancı sigaranın yasak olduğu zamanlar, “kaçak” satılıyor yani, el altından. Biz dört çocuk, mahallede komşumuz Gezer Ablagilin evinin yanındaki boş arsada oturduk bir köşeye, önümüze sigara paketi ve çakmağı koyduk ve bir saat içinde peş peşe yakarak bir paket sigarayı bitirdik! Ne anlarız sigara içmekten... Ben hasta oldum, birkaç gün yatak döşek yattım, okula gidemedim; ateşim çıktı, ikide bir kusuyorum, bir şey yiyemiyorum, vs. Velhasıl bu deneyim nedeniyle sigaradan nefret ettim. Okuldan, mahalleden arkadaşlarım ve evde de babam içmesine rağmen, o yıllarda hiç heves etmedim sigaraya.

İstanbul’a gelene kadar, lise okumak için... Bu arada sorsanız, “devrimciyim” artık. Ve sigara içmek adeta devrimci olmanın en belli başlı gereklerinden biri. Bir de çay tabii. Çay neyse de sigara işinin beni hayli zorladığını itiraf edeyim. “Gerekli” hallerde kimseden geri kalmamak adına içime çekmeden içiyor, içer gibi yapıyorum; dernekte, kahvede, arkadaşlarla beraberken yani. Bir boykot eylemi nedeniyle ilk hapishaneye girdiğimde, Sağmalcılar’da, bir sigara kısıtlaması yoktu hatırladığım kadarıyla.

Komün işlerine İbrahim Dayı adında yaşça hepimizden büyük bir arkadaş bakıyordu. “Sen içme sigara!” demişti bana, “ama çok canın çekerse gel iste benden.” Bozulmuştum buna. Çocuk muamelesi görmeye yani. Ama çok da sorun etmemiştim. Zaten o 3-4 ay oldukça “hareketli” geçti; Filistinli iki gerilla firar etti, firar esnasında cezaevi bahçesinde yakalanan iki arkadaşımızın geri verilmesi için “isyan” ve açlık grevi başlattık, Sinop Hapishanesi’ne sürgün edildik, vs.

Asıl sigaraya başlamam, ikinci hapishane sürecimde oldu; 1980-1987. Öylesine içerken kısa sürede “tiryaki” olup çıktım. Sigaranın yetmediği durumlar çok oldu o yıllar boyunca. İstanbul’daki kışla cezaevlerinde, Davutpaşa, Metris, Sağmalcılar Özel Tip ve tekrar Metris hapishanelerinde kaldım o zaman. Sağmalcılar’da kaldığımız süre boyunca tek tip elbise direnişi vardı ve hücrelerdeydik. Sigarasız kaldığımız durumlarda ne tür “yaratıcı” yol ve yöntemlerle koğuşlar, hücreler arasında sigara alışverişi yaptığımızı anlatmaya başlasam, kitap olur, o derece...

Çıktıktan sonra (1987), artık “tiryaki” oldum diyecek kadar vardı açıkçası. O yıllarda otobüs, minibüs, şehirler arası otobüs, tren, her yerde içiliyordu sigara. Sigara içmeyenler için eziyet yılları dense, yeridir...

90’lı yıllarda, Kürt davası nedeniyle mahpus yattığım yıllarda tütüne başladım. (Aslında bir müddet öncesinde başlamıştım tütüne. Muş, Bitlis, Adıyaman tütününü herkes bilir de qewaşe Şemzina –Şemdinli– tütününü bilen bilir.) O yıllardan biraz bahsetmem lazım.

Zira 1994 yılında her sene belli bir dönemde bir ay süreyle sigara içmemeye başladık, “talimat” gereği. Sigara direnişi adını koymuştum buna. 12 Eylül dönemindeki işkenceleriyle namlı Diyarbakır E Tipi Hapishanesi’ndeydim o zaman. (Yakın zamanda kapatıldı ve “müze” yapılması gündemde, nihayet!)

Hapishane tıklım tıklım. En çok 40-50 kişinin kalmasına uygun koğuşlarda 150, 170 kişi kalıyoruz. Malum, önüne geleni eğer öldürmediyseler “yardım-yataklıktan”, “üyelikten” içeri attıkları bir dönemdi. Mahpusların büyük çoğunluğu, köylü. İster istemez akılları fikirleri ailelerinde, mahkemeden ceza çıkıp çıkmayacağında... Eğitim ve toplantı aralarında havalandırmada volta atarken herkes peş peşe tütün sarıp efkarla dumanını savurarak içiyor... Kaldığım koğuşta 170 kişiyiz. İğne atsan yere düşmeyecek kadar kalabalığız yani. Üst kat yatakhane, yerlerde yataklar. Alt kat sözüm ona yemekhane, orası da tıklım tıkış. Aralarda herkes aynı anda havalandırmaya çıktığında Kapalıçarşı kalabalığından farksız bir görüntü ortaya çıkıyordu; neyse ki volta düzeni ve “raconu” diye bir şey var...

Bu bir ay sigara içmeme mevzusu nereden çıktı? İrademizi keskinleştirmemiz lazım imiş. Bu arada tütün, sigara içmeyince elde kalacak parayla hasta arkadaşlarımızın beslenmesi için bal, süt filan alabilecekmişiz. Peki ama herkes karşı çıkar buna? İnsanlar zaten dertli, bir de sigaraları ellerinden alınınca... Ona da bir “çare” bulduk: Kararı kitleye mal edeceğiz. O nasıl olacak?

Şöyle olacak. Toplandık. Yönetimden bir arkadaş (Quto idi galiba? Diyarbakırlı) gayet ajitatif bir konuşma yaparak toplantının gündemini açıkladı: Devrim, mücadele, fedakarlık... Hasta, tedavi için beslenmeye ihtiyaç duyan arkadaşlarımız var... Biz ise tütün, sigara derdindeyiz... Nereye kadar arkadaşlar?

Mevzuyu bilmesem ben de etkilenirdim yani Quto’nun konuşmasından, o derece. Velhasıl neticede, diğer koğuşlardaki toplantılardan 1 ay sigara içmeyelim kararı çıktığını söyledi. Koğuş olarak biz ne diyelim bu fedakar çıkışa? Herkes aynı anda söz istemek için elini kaldırdı. Quto göz ucuyla bana baktı; “Biz katılmıyoruz buna?” filan deyip isyan mı edeceklerdi, yoksa?

En istekli söz isteyenlerden biri, Urfalı Cüncü idi. Quto ona söz verdi... Cüncü, heyecanlı bir ses tonuyla Kürtçe, Türkçe karışık “Arkadaşlar! Hevalno! Kurdino!” diyerek söze başladı...

Uzattım. İlginizi çektiyse, devamını haftaya anlatırım. Bu arada adı bende saklı Cüncü ile ara sıra görüşüyoruz, Urfa’ya yolum düşerse söz verdim görüşeceğiz, kendisinden onayını alsam iyi olur; belki anlatma diyecek, bilmiyorum...

***

“Nereden icap etti yani bu tütün, sigara hikâyeleri?” şeklinde olası sorulara cevap: Sigarayı bıraktım! Biraz idare edeceksiniz beni, mecbur. Bunu duyan arkadaşlarımın neredeyse tamamı, “Hadi ya? Gerçekten? Sen?” diyorlar, “ağır tiryaki” hallerimi bildikleri için. Evet, ben. Gayet de ciddiyim. Bu bir başarı ise eğer, bunu öncelikle kızım Zerya’nın mücadelesine borçlu olduğum da kayda geçsin.

Subliminal mesaj: İradenize ve umutlarınıza sahip çıkın. Yeni başlangıçlar için asla geç değildir. Kendinize dikkat edin. Ömrünüzü uzatın. Daha görecek zamanlar var. Nisan, Mayıs, olmadı Haziran’da seçim var, o da aklımızda olsun...

6 Ocak 2023 

P24 - Hadi ya? Sen mi? Gerçekten? (platform24.org)




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İlla da İzmir...

#ŞehirNöbeti notları :)

Dersim'de hakim kanaat: Gülistan Doku...