"Ma ne olmuş? Spor da yapmayax?"

Albert Camus sever misiniz? Çok sevdiğim yazarlardandır ve bu da onun sözüdür: “İnsanı savunuyorum. Çünkü düştüğünü gördüm.”

Bana, “İyi, hoş, güzel yazıyorsun da uzun yazıyorsun yaw” diyen Kaptan da “Gerisini getireceksin değil mi şu sigara hikâyesinin?” diye hatırlattığına göre, ister istemez seçime endeksli siyasi mevzuların öne çıktığı egemen gündeme rağmen başladığı sözü bitirmemek olmazdı tabii. Bu arada aynı günlerde sigarayı bıraktığımız için birbirimizi “ortak” ilan ettiğimiz hukukçu arkadaşım da aynı beklenti içinde. Kendisi hukukçu olmanın yanında –belki de önünde– aynı zamanda bir “film okuma uzmanı.” Film analizleri konusunda her zaman anlaştığımız söylenemez gerçi; ama mühim olan sigarayı terk etme konusunda aynı kararlılığı paylaşıyor olmamız. (Bu film okuma konusunu anlatırım belki sonra. Şimdilik susma hakkımı kullanıyorum.)

Neyse. Okurda “Memleketin gündemi ne sen ne anlatıyorsun?” isyanına sebep olmadan hızla hikâyenin sonunu merak edenler için kaldığım yerden devam edeyim.

1995 yılı sonuna doğru, hayret, ilk defa kendi talebim doğrultusunda üç gün süren hayli çileli bir yolculuğun ardından Bursa Özel Tip Hapishanesine geldim. Diyarbakır DGM haksız ve fahiş bir “ceza” vermiş, avukatlarım, “Böyle şey mi olur? Yargıtay bozar kesin” demiş bana ve ama Yargıtay 9. Dairesi de onaylamış cezayı. Ben de biraz kafa dinleyeyim bari, kitap okuyayım, ziyaretçilerime yakın olayım diye yaşam şartları itibarıyla daha oturmuş ve daha az sorunlu bir yer olduğu için Bursa’ya gelmek için başvurmuşum ve kabul edilmiş, gelmişim. Bursa’da bütün koğuşlarda (“koğuş” yerine “blok” deniyordu aslında) kaldım. Anlatacağım hikâye G Blokta geçiyor. Sene 1996. (G Blokun Serdar’lı, Masdar’lı, Adem’li, Nafiz’li, Bahri’li, Şakir’li Pala İbo’lu, Yılmaz’lı efsane mahpuslarına selam olsun.)

Koğuşta Fahri (asıl adı bende saklı) adında Urfa, Birecikli bir arkadaş vardı. (Bursa’dan “felaket arkadaşlarımın” yüzünde hemen bir tebessüm belirdiğinden eminim.) Orta boylu, 30’lu yaşlarda, zayıf, saçları önden hayli dökülmüş, davranışları itibarıyla Diyarbakırlıların “qırıx” (kırık) tabir ettikleri türden ve biraz da “köylü kurnazı” özellikleri olan bir arkadaştı. Sert ama sempatik bir şivesi vardı. Eleştiriden pek hazzeden biri değildi; ha eleştirmişsin ha etinden bir parça koparmışsın, öyle. Hemen celallenir ve bağırıp çağırarak savunmaya geçer, nedense sesini yükselttiğinde haklı çıkacağına inanırdı. Sertliği, bağırıp çağırması filan muhatabında genellikle gülümsemeyle karşılanır, o da misal, “Ne gülüyorsun heval? Biraz ciddi ol!” diye daha da celallenirdi.

“Sigara direnişi” başladı. Sigaralar, tütünler toplandı, komün dolabına kilitlendi. Komüncülerin ve komün dolaplarının yanına yaklaşmak ne mümkün. Bu bir ay süresince aman kimse kimseye fazla bulaşmasın, kazasız belasız geçsin işte temennileriyle başlamıştık “direnişe.” Her sabah eğitim çalışması esnasında aynı temennileri yineleyerek başlıyorduk güne.

Sabahları havalandırma kapıları açılınca bazı arkadaşlar herkesten önce erken kalkıp spor yapıyordu. Hatırladıklarım; Serdar, Nafiz, Adem. Bir de ben, bazen aksatsam da. Koğuş günlük nöbetçisi kahvaltı ve sonrasında sayım için arkadaşları uyandırmadan, sporcular duş yapıp giyinmiş olurdu. Sabah 7:30’da yarım saat kadar sıcak su akıyordu. Sporcular duşlarını yaparken, günlük koğuş nöbetçisi gözetiminde bidonlara bulaşık, çamaşır (vb.) ihtiyaçlar için sıcak su da doldururlardı.

“Sigara direnişi” günlerinde, Fahri de sabah sporuna başladı. Birkaç dakika koşuyor, birkaç dakika da kültür fizik egzersizleri yapar gibi yapıyor, gözü saatte, sıcak su saati gelince hemen banyoya koşuyor.

Ne var ki banyoda fazla oyalanıyor ve bazen bidonları dolduramıyoruz, bazen duş yapamayan arkadaşlar oluyor. Koğuş nöbetçisini de bizi de bunalıma sokuyor resmen. Mecburen uyarıyoruz, “Fahri çabuk ol yaw!” diye. Sıcak su saati sınırlı olduğu için duş süresi de sınırlı olmak zorunda; birkaç dakika... Velhasıl Fahri’nin spora başlaması her gün tekrarlanan küçük çaplı krizlere neden oldu. Fahri ise eleştirilere, uyarılara, “Ma ne olmuş!” diye cevap veriyor, “Spor da yapmayax? Sporcu hizibi olmuşsuz başımıza! Wey?”

Hamdullah’ın koğuş nöbetçisi olduğu bir gün, olanlar oldu. (Hamdullah’ın da asıl ismi bende.) Hamdullah aynı zamanda Fahri’nin oda arkadaşı. Mardinli. Ailenin bütün erkekleri içeride. Ağır başlı, olgun, düzgün bir arkadaş. Yaşça da Fahri’den büyük. Fahri’nin aksine uzun boylu, yapılı, pos bıyıklı. Hamdullah, kolay kolay kızmaz kimseye ama o gün Fahri’ye kızdı, duş yerinden bir türlü çıkmak bilmeyince. Duş yeri dediğim, naylon perde ile kapatılmış küçük bir yer.

“Bak perdeyi açıyorum ona göre!” dedi Hamdullah.

Fahri biraz panikledi, “Yaw ayıp diye bir şey var Hamdi, duymadın hiç? Patlama çıkıyorum işte!”

“Orada ne yaptığını biliyorum ben!” 

“Ma ne yapıyorum? Duşta ne yapılır? Allahallah!”

Tesadüf ben de oradayım ve bu tartışmaya tanık oldum. Fahri havlusunu beline sarmış olarak dumanlar arasında çıktı az sonra. “Sen ne demek istiyorsun? Ne biçim konuşuyorsun?” diye celallenmeye devam ederek. 

Hamdi, “Burada sigara içiyorsun, bilmiyorum mu sandın?”

“Sigara mı? Ne sigarası ya? Rüya mı görüyorsun sen?”

“Odada da tuvalete giriyorsun çıkmıyorsun, neden acaba?”

“Yaw Hamdi heval iyi misin sen? Tuvalette ne yapılır yani?”

Söylene söylene gitti. Banyodaki dumanlar sadece sıcak su dumanı değildi gerçekten de. Sıcak su buharı, sigara dumanını kamufle etmek içindi yani...

Sayım ve kahvaltıdan sonra sabah toplantısının gündemi bu konu oldu tabii. Divanda Nafiz vardı. “Olaydan” haberi olmuştu tabii. Ama daha Nafiz konuyu açmadan Fahri’nin eli havadaydı. Hamdi bunu görünce o da söz istemek için elini kaldırdı. Meseleden haberi olanlar, sigarasızlık asabiyetini unutmuş, kıs kıs gülüyordu. Nafiz, Fahri’ye söz verdi. 

“Heval, Hamdullah arkaaş bana komplo yapıyor. Bana niye bunu yapıyor bilmiyorum. Araştırılsın. Benim odam da değiştirilsin.”

“Ne komplosu bu?”

“Duş yapıyorum, diyor sigara içiyorsun! Afedersin tuvalete gidiyorum, diyor sigara içiyorsun! Sigarasızlık başına vurmuş herhalde!”

“Hamdullah sigara içmez ki?”

“Ne bilem? Canı çekmiş herhalde? Şaşırdım kaldım ben de.”

“Hamdullah neden sana komplo yapsın ki Bu biraz tuhaf değil mi?”

“Ma ben nereden bileyim? Köylüdür işte. Parti demiyor mu köylü komploculuğuna dikkat edin, en tehlikeli komploculuk köylü komploculuğudur diye.” 

Fahri’nin bu “açıklaması” herkesi güldürdü. Ama Hamdi gayet ciddiydi.

“Hem gizli gizli tuvalette, banyoda sigara içiyor, hem de utanmadan beni komploculukla suçluyor. Ben köylüyüm de o nedir? Ne zaman bajari olmuş da haberimiz olmamış?” (Bajari=şehirli.)

Fahri atıldı; “Arkaaş Birecik’i köy sanıyor herhalde! Bizi küçümsüyor! Böyle olmaz! Ben bunu kabul etmiyorum!”

Yine kahkahalar.

Hamdi, gülüşmelere çok bozulmuştu. “Bu arkadaşa yaptığı disiplinsizlikten, arkadaşını boş yere suçlamaktan, saygısızlık yapmaktan ceza verilmeli!” dedi.

O ara Şakir girdi içeri. Şakir, eğitimden sıkıldığı için eğitime girmemek uğruna her gün günlük koğuş nöbetçisine yardım etmeyi kabullenmiş, kilolu, şiveli konuşması zor anlaşılan, saçları erken yaşta beyazlamış Farqinli (Silvan) bir arkadaştı. Elinde bir şeffaf naylon torba vardı ve içinde de tütün. Torbayı Nafiz’in önüne koydu. “Fahri’nin dolabında elbiselerinin arasında buldum” dedi Fahri’nin gözlerine bakarak.

İşler sarpa sarmıştı Fahri açısından. Ama değil mi ki en iyi savunma saldırıdır! “Şakir de komplonun parçasıdır! O tütünü dolabıma kim koymuş? Belki Şakir koymuş? O da köylüdür! Ben bu suçlamaları kabul etmiyorum!” dedi ayağa fırlayarak ve odadan çıktı yapay olduğu besbelli bir haksızlığa uğramış insanlara özgü sinirle.

Hamdi, divanı ve herkesi eleştirdi, Fahri’nin hem suçlu hem güçlü tavırlarının komik olmadığını söyledi ve eğer ciddi bir ceza verilmezse bu koğuştan gitmek istediğini söyledi. (Gitti de.) Hamdi’ye temizlik, bulaşık gibi bir ceza verildi hatırladığım kadarıyla ve “bir daha yapma!” denildi. Ama adam göz göre göre sigara direnişini kırdığı halde bunu ne o gün ne de sonrasında asla kabul etmedi ve bir “komploya” maruz kaldığını yineleyip durdu. Neyse ki “dış güçler” filan demek aklına gelmedi; yoksa kompoloda dış güçlerin parmağı olduğunu da iddia edebilirdi rahatlıkla ve işin içine durduk yere gardiyanlar da girerdi...

Sonraki yıllarda bu her sene bir ay sigara içmeme “direnişini” sürdürmedik. Çünkü içine girilen süreç ne sigara ne de bir başka gündemle ötelenecek gibi değildi...

***

Doğrusu biraz da “umumi arzu üzerine” girdim ve sürdürüyorum bu sigara mevzuunu. Bir de zaten önümüzdeki günlerde ister istemez siyasetten başka bir şey konuşamaz olacağız gibi görünüyor. “Gülmek de lazım,” şiarını ara sıra hatırlatalım birbirimize bence. Hayatın başka boyutları olduğunu da tabii.

(Kaptan yine uzadı, kusura bakma artık. Seyir defterine yaz bunu da.)

Albert Camus sever misiniz? Çok sevdiğim yazarlardandır ve bu da onun sözüdür: “İnsanı savunuyorum. Çünkü düştüğünü gördüm.”

27 Ocak 2023 

P24 - “Ma ne olmuş! Spor da yapmayax?” (platform24.org)






Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İlla da İzmir...

#ŞehirNöbeti notları :)

Dersim'de hakim kanaat: Gülistan Doku...