Bir varmış bir yokmuş veya Cumhur'un Kürtlerle sınavı

Belirli bir düşünce, hedef veya iddia doğrultusunda tutarlı olmak meselemiz var. Bizim siyasiler için çok yabancı bir kavram bu, “tutarlı” olmak...

Türkiye siyasetindeki zikzak pratikleri, kuşkusuz birkaç yazı kapsamına sığdırılabilecek gibi değil. Abartısız ciltler dolusu kitap konusu olacak kadar uçsuz bucaksız zenginlikte bir konu bu. Dönemlere ve kendi içinde konu başlıklarına, sağ veya sol iddialı partiler gibi kategorilere tasnif edilerek bakılsa da aynı sonuçla karşılaşırız.

AKP’nin 20 yılındaki politik “değişim ve dönüşümünü”, trajik manevralarını, velhasıl nereden nereye geldiğini, neler derken ne olduğunu anlatan, hatırlatan bir araştırma hazırlığına girişmiştim önceki sene. Pandemi nedeniyle kapanmış olmayı bu şekilde değerlendirmek istemiştim. Doğrusunu isterseniz, üstesinden gelemedim. Tabii ki vazgeçmiş değilim, tarihe not düşmek bakımından önemsediğim bir tarih kesiti bu. Ancak 2023 yılına yetiştiremedim işte. Tembelliğimden değil, “sigarayı bıraktım performansım düştü” diye bir mazeretin ardına sığınmam da doğru ve samimi bir izahat olmaz. Mesele konunun hayli geniş ve çok zengin olması. O kadar çok “Ne dediler ne oldu” tarzı çelişkiler, zikzaklar, savrulmalar, dün dediğini bugün yadsıyan pratikler var ki, başka işlerinin arasına sıkıştırılarak üstesinden gelmek mümkün görünmüyor.

Hemen şunu önemle belirteyim ki, mesele değişim, dönüşüm değil aslında. Ertuğrul Özkök gibi “dönekliğe” ya da “dansözlüğe” methiye düzecek değilim (teşbihler adı geçen muhtereme ait) ama belirli bir haydi ideoloji demeyeyim düşünce, amaç, hedef veya iddia doğrultusunda tutarlı olmak meselemiz var. Bizim siyasiler için çok yabancı bir kavram bu, “tutarlı” olmak...

Fikirler, düşünceler, politik öncelikler, önermeler elbette hayatın kendi diyalektiği içerisinde değişirler, değişmeli, olgunlaşmalıdırlar; düşünsel tutuculuğun, değişik siyasi görüngüleriyle düşünsel yobazlığın, bağnazlığın kimseye sağlayacağı bir fayda yok, aksine zararları var.

İkisini birbirine karıştırmamak için değişim, dönüşüm ile zikzak, savrulma, tutarsızlık kavramları arasındaki farkı akılda tutmak lazım.

Kritik seçime sayılı günler var ve siyasi tercihlerini netleştirmeye çalışırken, bu tutarsızlık konusunun önemli olduğu kanısındayım.

Çünkü öne çıkan adaylar, liderler nezdinde “güven” meselesi bir kriter olarak çok dillendirilen bir şey. Kimisi “Reis”e güveniyor, kimisi “Bay Kemal”e, peşi sıra parti tercihleri geliyor. “Başkan”ın yanı sıra parlamento seçimleri de aynı seçimde yapılacağı için.

Bir lidere, daha genel bir ifadeyle bir siyasetçiye neden, neye göre, hangi ölçülere bakarak güven duymalıyız? Kuşkusuz bunlardan biri uzun yıllardır iktidarda ise, bu başlı başına demokratik bir yurttaş sorumluluğuyla sorgulanması gereken bir “özellik” oluyor. Ne demişti, ne yaptı, ne oldu türü sorular bu bağlamda anlam kazanıyor; tutarlılık dediğim de bu zaten.

İktidara aday olanın işi, nereden baktığına bağlı olarak daha zor da denebilir daha kolay da. Kolay, çünkü parayla değil nasıl olsa vaatler sıralıyorsun, insanları umutlandırıyorsun. Zor, çünkü “köprüyü geçene kadar” ise sıraladığın vaatler, bunları elbet hatırlayan ve hatırlatan birileri olacaktır ve elde ettiği başarıyı sürekli kılma isteği sekteye uğrayacaktır.

Fakat herhalde öncelikli olarak uzun süredir iktidarda olanın “neydi ne oldu” pratiğinde bir tutarlılık aramak önemlidir. Seçmen nezdinde güven tazelemesi de, normalde, büyük ölçüde buna bağlıdır denilebilir. İç ve dış politika, demokratikleşme, yargı, hukuk, adalet, ekonomi gibi birbirinden önemli ve neticede gündelik hayatlarımıza doğrudan etki eden konuların tümüne birden bakmak, yukarda belirttiğim nedenle, zor. Ama belli bir konuya odaklanmak, en azından ana hatlarıyla bizi bir sonuca götürür sanırım. Benim tercihim Kürt sorunu üzerinden iktidar partisinin performansını ya da baş döndürücü zikzaklarını hatırlamak...

Bunun da nedeni Kürt seçmenin bu seçimlerde destek verdiği tarafa kazandıracak, dolayısıyla diğer tarafa kaybettirecek önemli bir rol oynayacak olması. Bu, hemen bütün siyasi yorumcuların hemfikir oldukları bir gerçeklik. Bunu herkes gibi Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan da biliyor, görüyor elbette.

Son birkaç yıl içerisinde, ortada ve ufukta maalesef herhangi bir “emare” dahi olmamasına karşın, “Yeni bir çözüm süreci başlar mı acaba?” gibi olasılıklar dillendirenler oldu. Kimsenin niyetini sorgulamak işim değil, ama objektif olarak bu tür rivayetler AKP’nin yürüttüğü “Yaparsa Reis yapar” propagandasına hizmet ediyor, insanların kafasını karıştırıyordu. Bu, sonuçları seçimlere yansıyacak bir etki yaratamazdı; nitekim kimsenin bu tür bir rivayeti dillendirdiği yok artık.

AKP’nin Kürt sorunu bağlamında bazı “sürprizler” yapabileceğine dair “kulis” rivayetleri yazanlar oluyordu ve halen de var. Sanırım vazifeli olmaktan ileri gelen bir hassasiyetle yapıyorlar bunu. Zira izliyorum, bakıyorum, satır aralarını da okumaya çalışıyorum ama Kürt seçmeni olumlu manada şaşırtacağı söylenen bu “sürprizlere” ilişkin en ufak bir somut ipucu göremiyorum. Tam bir çaresizlik içindeler. Bir yandan Kürt seçmeni tavlamak, en azından kafasını karıştırmak, blok halinde tutum almasını önlemek lazım; bir yandan da bunu sağlamak için bir şeyler yapmak...

2019 yerel seçimlerinde İstanbul’da Ekrem İmamoğlu’na destek veren Kürt seçmenin kafasını çelmek için “İmralı’dan mektup var!” taktiğine başvurmaları, Kürtler üzerinde bir hükmü, etkisi varmış gibi Osman Öcalan’ı TRT’ye çıkarmaları da benzer bir çaresizliğin dışavurumuydu...

Bir ara tekrar aynı “çaresizliğin gözü kör olsun” taktiğine başvuracaklarını düşündüren sözleri oldu Erdoğan’ın; Edirne’de mahpus Selahattin Demirtaş’a “İmralı senden hesap soracak” filan demişti, hatırlarsanız. Umduğu etkiyi yaratmadığından olsa gerek, bu sözlerin devamı gelmedi. İmralı’daki mahpusların tecrit durumu da sürüyor. Değil ona buna hesap sormak, ayar vermek, ailesiyle görüşmesine bile izin verilmiyor.

Bunu yeniden deneyebileceklerini düşünmüştüm doğrusu; Ali Kemal Özcan veya benzer bir enteresan şahıs aracılığıyla “Öcalan diyor kiii...” çıkışı yapabileceklerini yani. Bu ihtimal aklıma gelmişti ama HüdaPar’ı (manası direkt Hizbullah) “yerli ve milli” ilan edip Cumhur İttifakına dahil edebilecekleri, aklımın ucundan bile geçmemişti. Demek oluyor ki Kürt seçmenle ilgili çaresizlikleri görünenden daha fazla...

Erdoğan ve Bahçeli “Alakamız yok dediler ya, daha ne!” dediler diye adı memleketin o tarafında hâlâ “Hizbükontra” olarak canlı bu partinin evveliyatı unutulacak, görmezden gelinecek değil. Bunu açıklıkla ortaya koyan yazılar yayınlandı; bir de ben yazmayı düşünmüyorum. Benim dikkat çekmek istediğim, HüdaPar’dan dahi medet ummaları...

Anlaşılan o ki muhafazakar, müteddeyyin Kürt seçmenin kafasını karıştırmak hesabı var. HüdaPar’ın bölgede 100 bin dolaylarında bir seçmen potansiyeli var ve bu oran Cumhur İttifakını ne batırır ne de çıkarır. Aslında, batırır. Çünkü kafası karışacak hesabı yapılan Kürt seçmenin HüdaPar üzerinden yapılan bu hesaba tepkisi büyük; inanmayan misal Mehmet Metiner’e sorsun. 14 Mayıs günü göreceğiz.

Politik hassasiyet ve tecrübesini hafife aldıkları Kürt seçmen, HüdaPar’ın Cumhur İttifakına dahil edilmesi ile ortaya çıkan tabloya bakıp da ne görüyor dersiniz:

—AKP... Kürt sorunuyla ilgili bir varmış bir yokmuş tutumu içinde ve son kararı, yokmuş. Üstelik sorunun adının dosdoğru konulması ve barışçıl çözümüne dair geçmişte “Baldıran zehiri içtik” diyerek gerçekleştirdikleri girişimleri de yok sayan bir pervasızlıkla...

—MHP... “Malum” diyeyim, siz anlayın... Ellerinden gelse yeniden “Kart-kurt-kürt” zamanlarına geri çevirecekler ülkeyi, memleketi kana boyamak pahasına...

—BBP... Ona da “malum” diyelim. Muhsin Yazıcıoğlu’nun mirası üzerinden milliyetçilik oynuyorlar...

—YRP... Erbakan’ın mirasını tükettiler ve geldikleri nokta, İttifak’ın “Milli Görüşçü” ihtiyacını karşılamak ve birkaç kişiyi parlamentoya yollamak... Kürt sorunuyla ilgili Erbakan’ın düşüncelerinin kıyısında bile değiller ve aslında ne düşündükleri de meçhul...

—HüdaPar... Şeriatçı bir Kürt devleti kurma hayallerini legal parti programlarıyla perdeleyince geriye kalan IŞİD kafasında bir din bezirganı parti... Kendileri dışındaki Kürt hareketlerini “katli vacip” gördüklerini “alakamız yok” dedikleri evveliyatlarından biliyoruz...

Biraz “muhafazakar” ve çokça da milliyetçi bir bileşim olarak özetleyebiliriz herhalde bu ittifakın pür-u melalini.

Bazen spekülasyon olarak adları anılmıyor değil: “Ayhan Bilgen ve Altan Tan’ı da bu tabloya monte etsek olur mu acaba?” 

Bence olmaz.

Bu denli tutarsızlık, bu denli ilkeler değil çıkarlar etrafında birbirine yaslanma, bu denli “iktidarda kalalım da...” hırsı, bu denli seçmene “dolandırılacak süzme salak” muamelesi yapmak, olacak şey değil çünkü...

7 Nisan 2023 

P24 Blog - Bir varmış bir yokmuş veya Cumhur’un Kürtlerle sınavı



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İlla da İzmir...

#ŞehirNöbeti notları :)

Dersim'de hakim kanaat: Gülistan Doku...