Ana içeriğe atla

"Mezhebi kimlik" rahatlığı

Rekabet, politika yapmanın “fıtratında” var ama etnik ve dini meselelerin siyasete böylesine “rahat” malzeme edilmesi, olmaz.

CHP lideri ve Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Alevi” başlığıyla 19 Nisan’da Twitter’da yayınladığı üç dakikalık video çok ilgi gördü, kısa sürede izlenme rekoru kırdı. Pek tabii seçime endeksli siyaset gündeminin de başlıca konularından biri oldu. Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan Kılıçdaroğlu’nun “Alevi” başlıklı açıklamasını hedef alan konuşmalar yaptı.

Mesela şöyle dedi:

“Bu zata kimse inancını, mezhebini, meşrebini sormadı. Bu zatı kimse bu kimlikleri üzerinden herhangi bir ithama da maruz bırakmadı. Niçin yaşın 74’e geldikten sonra, birden bire mezhebi kimliğinle kamuoyunun huzuruna çıkma ihtiyacı duydun?” (23 Nisan 2023)

Katıldığı bir başka toplantıda yaptığı konuşmada yine bu konuya değindi ve şöyle dedi: “Hedeflerinize ulaşamayacaksınız, milletimizi etnik mezhep ile fitne sokamayacaksınız. 'Aleviyim' diyor, biz senin Alevi olmandan rahatsız değiliz, ama bizim Alevilik diye bir dinimiz yok, bizim Şiilik diye bir dinimiz yok bizim tek dinimiz Müslümanlık. Biz, Türk ile Kürt ile Laz ile Çerkez ile Gürcü ile Abhazlar ile hep bir olacağız, ülkemizi böldürtmeyeceğiz. İyi ki Alevi olduğunu söyledin, bizim böyle bir derdimiz yok.” (25 Nisan 2023)

Meselenin ne olduğunu bilmiyor ve Erdoğan’ın sözlerinden hareketle bir fikir sahibi oluyorsanız, sanırsınız ki Erdoğan’ın “Bu zat” ve “Bay Kemal” (bir süredir “Bay bay Kemal”) şeklinde hitap ettiği Kemal Kılıçdaroğlu “Alevicilik” yapıyor, “mezhebi bölücülük” yapıyor, “etnik ve mezhebi fitne fesat” konuşmaları yapıyor...

Nitekim bu “fitne fesat” işlerine tepkili AKP’li bazı vatansever (!!!) provokatörler Adıyaman’ın Kahta ilçesinde Kılıçdaroğlu’na saldırmaya çalıştılar. Bir vatan ve din sever (!) meczup da mezarlıkta depremde hayatını kaybedenler için Fatiha okuyan Kılıçdaroğlu’na “Fatiha okumayı bilmezsin sen!” diye bağırdı.

Yandaş medya da Reis’ten aldığı işaretle feveran etmeye başlayınca, ister istemez kuşkuya düştüm ve dönüp birkaç kez Kılıçdaroğlu’nun söz konusu videosunu izledim. Sayın Kılıçdaroğlu, “Bu gece sizinle çok özel, çok hassas bir konuda konuşmamızın zamanı geldi” diyerek başladığı konuşmasında genç seçmenlere hitaben şöyle demiş:

“İlk oyunu verecek olan sevgili evlatlarım, ben Aleviyim. Hak Muhammed Ali inancı ile yetişmiş samimi bir Müslüman’ım. Allah’ın verdiği bir canım var, kul hakkı yemem. Harama el uzatmam. Kimliklerimiz bizi biz yapan varlığımızdır. Ve elbette onurla sahip çıkmamız gerekir, onları seçemeyiz. Onlarla doğarız, büyürüz ve yaşarız. Ancak hayatta seçebileceğimiz çok önemli şeyler var. İyi bir insan olmayı, dürüst olmayı, ahlaklı olmayı, vicdanlı olmayı, erdemli ve adil olmayı seçebiliriz. Daha iyi bir yaşamı özgür ve zengin bir ülkede yaşamayı seçebiliriz. Ve bu seçimlerimiz hem bizi, hem içinde bulunduğumuz toplumu hızla değiştirebilir. Artık kimlikleri konuşmayacağız, başarıları konuşacağız. Artık ayrışmaları ve farklılıkları konuşmayacağız. Ortaklıklarımızı ve ortak hayallerimizi konuşacağız. Bu değişim seferimize katılacak mısın? Bu değişimde benimle birlikte duracak mısın? ‘Alevi olmaz’ diyen bu sisteme ‘Doğru olan, dürüst olan, ahlaklı olan olur’ diyecek misin?”

Açık söyleyeyim; bu sözlerde mezhepçilik, ayrımcılık, bölücülük, fitne-fesat (vb.) görenin eğer aklıyla, zekasıyla ilgili ciddi bir sorunu yoksa fena halde kötü niyetlidir.

***

Belki “hangi konuda değiller ki?” denilebilir ama özellikle bu konuda acayip düzeyde çifte standartları var; “insan gerçekten hayret ediyor.”

2011 seçimlerinde Sayın Erdoğan, Kılıçdroğlu’nun hasbelkader Alevi oluşunu miting meydanlarında yuhalatmıştı. 2014 yılındaki cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında Kılıçdaroğlu’na Alevi kimliğini açıklama çağrısı yapmıştı: “Kılıçdaroğlu, sen kendin Alevi olabilirsin. Ben sana saygı duyarım. Bundan da çekinme, korkma. Bunu da rahat rahat söyle. Ben de Sünniyim, ben de bunu rahat rahat söylüyorum.”

“Ben rahat rahat söylüyorum” derken, rahatlıkları gerçekten de öyle böyle bir “rahatlık” değil; eğer bunun adı “rahatlık” ise... 

“Ben Sünniyim” dediklerinde eleştirmeye kalkarsanız “dinimize dil uzattı” muamelesi görmeniz işten bile değil. Ama siz de kalkıp “Alevi” lafı ederseniz “fitne-fesat” çıkartmış olmakla suçlanırsınız...

Türk olduğunuzu her türlü söyleyebilir, bağırabilir, çığırabilirsiniz; sorun yok. Ama birisi de “E ben de Kürdüm kardeşim” derse bölücülükle yaftalanması kuvvetle muhtemeldir (Necmettin Erbakan’ın kemikleri sızlıyordur)...

“Gayrımüslim” bahsine girmiyorum bile. Onlar duruma göre “gavur”, duruma göre “kafir” ve duruma göre adları küfür, hakaret niyetine kullanılabilir olanlardır çünkü (“Bana affedersiniz Ermeni bile dediler”)...

2015 yılında Trabzon Çaykara’daki bir “şehit cenazesine” katılan Cumhurbaşkanı Erdoğan, cenaze için toplanan vatandaşlara bir eli Türk bayrağına sarılı tabut üzerinde olacak şekilde konuşma yapmıştı. Bunu herhangi bir muhalif siyasetçinin yaptığını düşünebiliyor musunuz? (Bırakalım bir eli tabutta cenaze törenini miting meydanına çevirmeyi, CHP lideri Kılıçdaroğlu 2019 yılında Ankara Çubuk’ta katıldığı cenaze töreninde yumruklu saldırıya uğramış ve saldırgan için yandaş medya “Büyüksün Osman amca” tezahüratları yapmıştı...)

Aynı yıl Erdoğan, Batman’da partisinin düzenlediği mitinge elinde Kur’an ile çıkmıştı. Daha yakın tarihlerden de “gayet rahatız” örnekleri verilebilir. Misal, Kemal Kılıçdaroğlu’nun kalabalık bir ortamda yanlışlıkla seccadeye basması, sonradan özür dilemesine ve hatta Diyanet’ten de seccadenin bir “kutsiyeti” yok açıklaması yapılmasına rağmen, sayın Reis’in diline pelesenk oldu. 2 Nisan günü İstanbul Bağcılar’daki mitinginde kürsüye seccade ile çıktı... 8 Nisan günü, İstanbul Başakşehir’de katıldığı açılışta yaptığı konuşmada, “Birileri seccadelerin üstüne ayakkabıyla basabilir. Eee ne yapalım. Bunları da iyi tanımak lazım. Kıblesi Kabe olmayanın artık seccadesi nereye bakar bilemem” dedi...

Geçtiğimiz 21 Nisan günü restorasyonu tamamlanan Sultanahmet Camisinde konuşan Erdoğan, cami avlusunu miting meydanına çevirmekte bir mahsur görmedi ve muhalefeti yuhalayan cami avlusundaki taraftarlarına, “Yuh yetmez, 14 Mayıs'a kadar gece gündüz çalışacağız ve onları siyasi mevta haline getireceğiz. 14 Mayıs bunların sonu olmalı” dedi.

Var mı Kılıçdaroğlu veya herhangi bir muhalif siyasetçide bunları yapacak, söyleyecek “rahatlık”?

Belirtmeden geçmeyeyim: Sayın Kılıçdaroğlu o “Alevi” başlıklı açıklamasını yaparak miting meydanlarında, daha önce yaşandığı türden kimliğinin bir kutuplaştırma malzemesi olarak kullanılmasının önüne geçmek istedi. Başarılı da oldu gibi görünüyor.

Bir de... CHP’de siyaset yapan Alevi yurttaşların şöyle bir eleştirel yakınmaları var. Bırakalım Kılıçdaroğlu’nun “mezhepçilik”, “hemşericilik” filan yapmasını tam aksi yönde abartılı bir hassasiyeti var. Misal, Dersimli veya Alevi olmak CHP’de bir şey olmak için bir “avantaj” sağlamadığı gibi tersine dezavantaj olarak görülüyor. Böyle söyleniyor ve benim gözlemim de bu yönde.

***

Rekabet, politika yapmanın “fıtratında” var kuşkusuz. Rekabet olur, eleştiriler protestolar olur, laf sokmalar olur, mizah olur; hatta “iktidara gelirsek Ankara’ya deniz getireceğiz!” türü bol keseden vaatlerin bile bir anlaşılır tarafları vardır. Fakat etnik ve dini, inançsal meselelerin bu denli taraflardan birinin elinde ve dilinde böylesine “rahat” birer siyaset malzemesi olarak kullanılması, olmaz.

“Ben yaptım oluyor” diye düşünenlerin hesapları 14 Mayıs’ta tutacak mı, göreceğiz...

28 Nisan 2023

P24 Blog - “Mezhebi kimlik” rahatlığı 



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Murat öldü Cafer"

“Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... Önce “Murat çok hasta, hastanede” haberini aldım. Nesi var ki? Kanser... “Ne kanseri?” bile diyemedim. Alacağım cevaptan korktum. En kötüsü olmasından.  En kötüsüymüş... Hangi hastanede? Geleyim, göreyim, moral olur, iyi gelir belki, ne bileyim. “Gelsen de göremezsin ki. Yoğun bakımda. Entübe edildi. Belki bir mucize olur diye bekliyoruz işte.” Bir mucize olur belki. Bir mucize olsa. Bir mucize olsun... Daha çok genç yahu! Ölecek değil ya!  Öldü... “Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... İnsan evladı tuhaf bir varlık. Telefon ekranındaki “Murat öldü Cafer” mesajına bir süre bakakaldım öylece. Nasıl olduysa, bir üzüntü emojisi ile yanıt vermeyi akıl edebildim. Bir şey...

İlla da İzmir...

 Hep siyasi gündemin iç karartıcı sorunlarına dair yazacak, konuşacak değiliz ya... Dedim ve İzmir’deki imza buluşmasını paylaşayım sizinle istedim. Buyurun: Geçtiğimiz 16 Aralık cumartesi günü İzmir’de imza günüm vardı, Yakın Kitabevinde. Ne zamandır İzmir’e gitmek için “bahane” lazımdı; bundan âlâ bahane mi olur :) Fakat bir şanssızlıktır tuttu yakamdan ve bir türlü bırakmadı. Bakın nasıl... İzmir’de aile çevremden insanların yanı sıra birçok da arkadaşım var. Bir arkadaşım da yeni eve taşındı ve bizim “Kaptan” Mithat ayda birkaç kez gidiyor İzmir’e ve dönüşte Erhan’ın yeni evinin manzarasını öve öve bitiremiyor. Kaptan zevk sahibi adamdır, beğeni ölçüleri vardır, estetik duygusu gelişkindir; Siirtlidir ama bizim gibi (“bizim” derken kendimi kastediyorum, yanlış anlaşılmasın) köylü de değildir yani. O övüyorsa demek ki harbiden güzel manzarası var evin. Velhasıl bu da bizim arkadaş grubu için imza etkinliğinin yanında bir başka “bahane” idi. (Belki de asıl “bahane.”) Yakın Kitabe...

'Kontrol'lü mü? 'Tiyatro' mu? 'Darbe' mi?

Belki biraz uzun bir yazı olacak, ama mevzu önemli ve doğru anlaşılması gerek... 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde bu alçakça girişimi kınayan birkaç tivit attım ve çok "ilginç" ve düşündürücü tepkiler aldım. Darbe girişiminin ilk saatlerinde ve izleyen günlerde de darbeye karşı demokrasiyi savunmanın "ilkesel" bir anlamı, değeri olduğuna dair görüşlerimi yazmış, paylaşmıştım. Darbeye karşı demokrasiyi savunmak, ideolojik, siyasi görüşlerimiz, tercihlerimiz ne olursa olsun, hepimiz için bir "ortak payda" anlamı taşır; en azından, naçizane, yıllardır nefesim, kalemim yettiğince böyle olması gerektiğini savunuyorum. "İyi darbe-kötü darbe"? Bunu önemsemem boşuna değil. Zira biliyorum ve biliyoruz ki, toplumda öteden beri "iyi darbe, kötü darbe" şeklinde bir kötü yaklaşım tarzı var. "Düşman" bellediğine "karşı" ise o "iyi" darbedir ve kendisine karşı ise, "kötü." Bu, sadece kötü değ...