Ana içeriğe atla

Muhalefetin siyasetsizliği

HDP ve paydaşlarının dahi vekil hesabı yapmak dışında bir anlam ve değer atfetmedikleri Emek ve Özgürlük İttifakı için de söylenmesi gereken çok şey var. TİP tartışmasına girmeyeceğim. Diğer ittifak üyesi partiler için de sadece, “Biraz ciddiyet!” diyeceğim. Kürtleri, “kitle çalışması” yürütülecek bir toplumsal kesim görmekten hala vazgeçmemiş olanlar var çünkü


 Kendini zamanın ve mekanın bilgeliğine bırak

Gün ile gecenin sayfalarını oku

Kendine istemeden önce başkalarına ver ki

Hayat sana bir bedel biçsin.

 --Zülfikar Akar

Parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimindeki bariz yenilgiyi “tam yenilmedik aslında” şeklinde gerekçelendirme gayretinde olanların öne sürdükleri en önemli argümanlardan biri, malum, 6’lı Masa. Yani birbirine benzemez görünümdeki beş partiyi ana muhalefet partisi CHP’nin etrafında biraraya getirmiş olmayı bir “kazanım” olarak sunmak. İlk bakışta bu gerçekten de bir “başarı” gibi görünüyor ve tabii ki Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun başarısı olarak değerlendiriliyor. Doğru; Kılıçdaroğlu’ndan başkası, “Halil İbrahim Sofrası” olarak da nitelendirilen bu masayı oluşturma becerisi gösteremezdi.

“Tayyip gitsin ittifakı” kurmak başarı mı başarısızlık mı?

Fakat murat edilen sonucu ortaya çıkartamayan bu “masa” meselesinin asıl tartışılması gereken boyutu başka ve gördüğüm kadarıyla o da kimsenin pek gündemi değil. 6’lı Masa birçok kez toplandı, bir “mutabakat metni” deklare etti, vs. Bunlar bir yana masadakilerin ortak muradı, Recep Tayyip Erdoğan’a karşı olmak... 

“Ben demiştim” olarak anlaşılmasın ama bazı yazılarımda üzerinde durmaya çalışmıştım; Erdoğan karşıtı olmak, ilkeli, tutarlı bir “politika” değil. 6’lı Masanın kamuoyuna verdiği imaj ve izlenim “Erdoğan karşıtı” olmak, AKP ve Erdoğan da zaten buna göre tutum takındı.

Bu bir siyasi tutum olabilir, tepkisel bir duruş olabilir, siyasi bir refleks olabilir ve dolayısıyla beraberinde seçimin bu tepkinin örgütlenmesiyle kazanılabileceği şeklinde bir strateji de oluşturulmuş olabilir. Nitekim öyleydi.

Bu stratejinin tümden dayanaksız olduğu da söylenemez: Erdoğan ve AKP 21 yıldır iktidardaydı ve bu, başlıbaşına “yıprandılar” değerlendirmesi yapmak için yeterli bir faktördü. Yanı sıra ülke sorunlarının çözümü adına artık güven vermiyordu, güven vermek şöyle dursun enflasyon ve hayat pahalılığı insanları canından bezdirmişti...

Kürt sorunu ve Alevi sorununu da kapsayacak şekilde demokrasi standartlarını yükseltmek, dış politika alanındaki belirsizlikler, mülteci meselesi gibi konularda da insanlara umut verecek durumda değildi... Ama olmadı! Çünkü “Tayyip karşıtı olmak” insanların gözünde sizi çekim merkezi haline getirmeye yetmezdi ve yetmedi.

Bu karşıtlık, CHP merkezli 6’lı Masanın AKP ve Erdoğan’ın öteden beri çeşitli biçimlerde yürüttüğü kutuplaşma siyasetine hizmet etmekten, kutuplaşma reflekslerini canlı tutmaktan başka bir şeye yaramadı. AKP’nin kutuplaşmadan medet ummasının bir mantığı var; kendisini iktidarda tutacak çoğunluğun desteğini konsolide ediyor...

Kılıçdaroğlu’nun “helalleşme” çıkışı bu nedenle önemliydi ve AKP cenahında belirgin bir telaşa da yol açtı. Ne var ki bu çıkışın kamuoyu nezdinde inandırıcı ve etkili olması sürekliliğine, CHP örgütünün sahip çıkmasına, Tek Parti CHP’si ve uygulamalarıyla (mesela Dersim 38 ile) yüzleşmesine bağlıydı. “O kadar da değil” denirse eğer, CHP, 1950’den beri olduğu gibi “ana muhalefet partisi” pozisyonunu korumaktan öteye de gidemez.

“Helalleşme” çıkışı, “Tayyip karşıtlığı” siyasetinin (!) gölgesinde kaldı. Anlamlı ama yüzeysel bir çıkış olarak, kamuoyunun önemli bir kesimi nezdinde köprüyü geçene kadar, pardon, “seçime kadar...” şeklinde anlaşıldı.

Programlar, vaatler, mutabakat metinleri (vb) işin görüntüsüydü ve esas mesele Tayyip gitsin idi. Seçmen, “gitsin”den sonrası için emin olduğu, güven duyduğu, umutlandığı bir alternatif anlamı görmedi Kılıçdaroğlu ve CHP’de.

CHP’deki “değişim” ve “muhasebe” sürecinde sürpriz yok: Değişim niyetine MYK üyeleri ve parlamento grup yöneticileri yenilendi, Kılıçdaroğlu koltuğunda ve kurultay yerel seçimlerden önce mi sonra mı toplansın tartışmaları yapılıyor. Ciddi ve köklü bir muhasebe gayreti yok. Ekrem İmamoğlu kendini açıkça ortaya koydu ama onun da “Ben daha gencim” ve “değişim şart” söyleminden başka hangi konuda neyi savunduğuna dair bir fikrimiz yok.

6’lı Masa da dağıldı zaten; Halil İbrahim Sofrasından kim ne kadar nasiplendiyse artık...

HDP’nin siyasetsizliği

HDP ve paydaşlarının dahi vekil hesabı yapmak dışında bir anlam ve değer atfetmedikleri Emek ve Özgürlük İttifakı için de söylenmesi gereken çok şey var. TİP tartışmasına girmeyeceğim. Diğer ittifak üyesi partiler için de sadece, “Biraz ciddiyet!” diyeceğim. Kürtleri, “kitle çalışması” yürütülecek bir toplumsal kesim görmekten hala vazgeçmemiş olanlar var çünkü. Lenin’in “geniş kitle içinde dar kadro çalışması” perspektifini hayata geçirmeyi deneyecekleri işçi ve emekçi kesimler çok oysa. Mesela bir zamanlar devrimcilerin “kalesi” olan işçi ve emekçi semtlerinin AKP’nin oy deposu olduğunu herhalde duymuşlardır bir yerlerden. Varsa bir örgütlenme maharetleri oralarda mesai harcasalar, bunu da benden duymuş olsunlar, Kürtler nezdinde hayli sempati toplarlar...

Yeşil Sol Parti adıyla devam edecek gibi görünen HDP, izlediğim kadarıyla en azından yaşanan durumun adını, oraya buraya çekiştirmeden, dosdoğru telaffuz etti ve “Bu bir yenilgidir” dedi. Devamla, “halkımızla birlikte özeleştiri vereceğiz” açıklamaları yaptılar. Mithat Sancar ve Pervin Buldan da “eşbaşkanlık” için aday olmayacaklarını deklare etti.

Kuşkusuz mesele Sancar ve Buldan ile ilgili değil. Partinin yapısal bir nitelik kazanmış sorunlarıyla ve siyasetsizliğiyle ilgili. Dost acı söyler diyerek bu siyasetsizlik durumuna açıklık getirmeye çalışayım...

“Siyasetsizlik”, evet. O kadar baskıya, dışlanmaya, adeta “terör partisi” muamelesi görmelerine rağmen bir Ankara partisi, bir parlamento partisi haline gelmiş olmalarını, halktan ve halkın sorunlarından, talep ve beklentilerinden kopmuş olmalarını “siyaset” görenler varsa eğer, fedakar seçmenlerinin gözünde bunun çok ağır sözcüklerle tepki ve eleştirilere konu edildiğini söylemiş olayım. Kim bilir, bazısı ilk defa benden duyuyordur bunu...

Kendilerini itip kakan, içeri atan zeminin bir parçası olma gayreti demokratik siyasette ısrar mıdır yoksa gündelik çıkarlar hatırına verili statükonun bir parçası olmak ısrarı mı? Amed sokaklarına biraz kulak verirseniz eğer, insanların kafası çok da net değil.

Aday belirleme kriterleri nedir çoğunu tanıdığım, bazısı arkadaşım sayın HDP ilgili ve yetkililerinin? Kendilerini tabi tutacakları özeleştiri sürecinin bence en önemli yanıt isteyen sorularından biridir bu. Hadi bunu da benden duymuş olmasınlar: HDP seçmenine “Ceketimizi aday göstersek seçilir” muamelesi görmekten gına gelmiş durumda! Özellikle “ithal” ve seçimden sonra gezmeye dahi seçildikleri yerlere bir daha gitmeyen kişiler konusunda.

Türkiye gündemini oluşturan sorunlarla ilgili HDP’nin akılda kalan, insanların ilgi ve dikkatini çeken herhangi bir çıkışını, görüşünü, iddiasını, hatta vaadini hatırlayan var mı? Hani bir “Türkiye partisi olma” iddiası var ya, kağıt üzerinde dahi manasını kaybetmiş...

Dahasını söyleyeyim: Sözcüleri her yeri geldiğinde “Türkiye partisiyiz” dese de Kürtlerin partisi, Kürt partisi olduğunu Mısır’daki sağır sultanın duyduğu HDP’nin Kürt sorunuyla ilgili bir çözüm politikası, bir barış programı, derli toplu, başı sonu belli, tutarlı ve arkasında kapı gibi durduğu, savunduğu, Türkiye kamuoyunun, demokrasi güçlerinin desteğini kazanmak için seferber olduğu bir parti görüşü var mı? Nedir? Deva Partisi bile “ana dilde eğitim hakkını” savunuyorken HDP Kürt sorununda hangi çözümün mücadelesini vermektedir?

Mümkündür ki bazı HDP’li siyasetçiler hemen “Yanılıyorsun heval!” diye atılacaklardır: “Öcalan üzerindeki tecrit için bir sürü açıklama yaptık, çözümün muhatabı ve adresi Öcalan’dır dedik, İmralı tecridinin Ortadoğu barışının önündeki en büyük engel olduğunu söyledik, Türkiye’nin ekonomik sorunlarının, hayat pahalılığının da tecride son verilirse çözüme kavuşacağını söyledik. Daha sayayım mı?”

Yok heval, daha sayma. Çünkü bu söylediklerin benim siyasetsizlik, siyaset üretememe eleştirimi doğrulamaya yetiyor da artıyor bile...

Saray önünde toplanan AKP-MHP taraftarlarının Reis’in gazıyla Selahattin Demirtaş için “idam!” sloganları atması ne denli ürkütücü ve düşündürücü ise, HDP’nin Başak Demirtaş’ın haklı olarak sitem ettiği suskunluğu aynı ölçüde siyaseten ayıptır...

9 Haziran 2023 

P24 Blog - Muhalefetin siyasetsizliği



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Murat öldü Cafer"

“Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... Önce “Murat çok hasta, hastanede” haberini aldım. Nesi var ki? Kanser... “Ne kanseri?” bile diyemedim. Alacağım cevaptan korktum. En kötüsü olmasından.  En kötüsüymüş... Hangi hastanede? Geleyim, göreyim, moral olur, iyi gelir belki, ne bileyim. “Gelsen de göremezsin ki. Yoğun bakımda. Entübe edildi. Belki bir mucize olur diye bekliyoruz işte.” Bir mucize olur belki. Bir mucize olsa. Bir mucize olsun... Daha çok genç yahu! Ölecek değil ya!  Öldü... “Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... İnsan evladı tuhaf bir varlık. Telefon ekranındaki “Murat öldü Cafer” mesajına bir süre bakakaldım öylece. Nasıl olduysa, bir üzüntü emojisi ile yanıt vermeyi akıl edebildim. Bir şey...

İlla da İzmir...

 Hep siyasi gündemin iç karartıcı sorunlarına dair yazacak, konuşacak değiliz ya... Dedim ve İzmir’deki imza buluşmasını paylaşayım sizinle istedim. Buyurun: Geçtiğimiz 16 Aralık cumartesi günü İzmir’de imza günüm vardı, Yakın Kitabevinde. Ne zamandır İzmir’e gitmek için “bahane” lazımdı; bundan âlâ bahane mi olur :) Fakat bir şanssızlıktır tuttu yakamdan ve bir türlü bırakmadı. Bakın nasıl... İzmir’de aile çevremden insanların yanı sıra birçok da arkadaşım var. Bir arkadaşım da yeni eve taşındı ve bizim “Kaptan” Mithat ayda birkaç kez gidiyor İzmir’e ve dönüşte Erhan’ın yeni evinin manzarasını öve öve bitiremiyor. Kaptan zevk sahibi adamdır, beğeni ölçüleri vardır, estetik duygusu gelişkindir; Siirtlidir ama bizim gibi (“bizim” derken kendimi kastediyorum, yanlış anlaşılmasın) köylü de değildir yani. O övüyorsa demek ki harbiden güzel manzarası var evin. Velhasıl bu da bizim arkadaş grubu için imza etkinliğinin yanında bir başka “bahane” idi. (Belki de asıl “bahane.”) Yakın Kitabe...

'Kontrol'lü mü? 'Tiyatro' mu? 'Darbe' mi?

Belki biraz uzun bir yazı olacak, ama mevzu önemli ve doğru anlaşılması gerek... 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde bu alçakça girişimi kınayan birkaç tivit attım ve çok "ilginç" ve düşündürücü tepkiler aldım. Darbe girişiminin ilk saatlerinde ve izleyen günlerde de darbeye karşı demokrasiyi savunmanın "ilkesel" bir anlamı, değeri olduğuna dair görüşlerimi yazmış, paylaşmıştım. Darbeye karşı demokrasiyi savunmak, ideolojik, siyasi görüşlerimiz, tercihlerimiz ne olursa olsun, hepimiz için bir "ortak payda" anlamı taşır; en azından, naçizane, yıllardır nefesim, kalemim yettiğince böyle olması gerektiğini savunuyorum. "İyi darbe-kötü darbe"? Bunu önemsemem boşuna değil. Zira biliyorum ve biliyoruz ki, toplumda öteden beri "iyi darbe, kötü darbe" şeklinde bir kötü yaklaşım tarzı var. "Düşman" bellediğine "karşı" ise o "iyi" darbedir ve kendisine karşı ise, "kötü." Bu, sadece kötü değ...