Ana içeriğe atla

Yol bildiğimiz barıştır bizim

 Alevileri kışkırtmaya çalışanların unuttuğu veya unutturmak istediği bir şey var: Bu coğrafyadaki Alevilerin çoğu Kürt’tür ve Kürt olmanın çileleri ile de yüklüdürler... Alevilerin barıştan rahatsız olmaları, olmayacak bir şeydir... Kürt barışı, Aleviler için de bir yeni ufuktur. Aleviler kendileri için ancak bunu murat eder, bunu dillendirirler.

Hüseyin, Kerbela yolunda, “Doğrusu bu dünya değişip tanınmaz olmuş ve bütün iyiliklerine sırt çevirmiş; kabın dibindeki azıcık kalıntı sudan ve havası ağır olan otlaktaki gibi alçak yaşantıdan başka bir şey kalmamıştır” demişti. Biz de kendi hayatımızdan bildik bunu, Kerbela, bize insan olmanın, kendi gibi insan olmanın, inandığı gibi insan olmanın, inandığı gibi yaşamaya kavilli insan olmanın, ReaHaq (“Hak Yolu”) inancına ikrar vermiş insan olmanın, nefes alıp verdikçe ödenmesi, göğüslenmesi, yaşanması gereken bedeli oldu hep... 

12 İmamlar’ın hayatlarını bilir misiniz? İyilik ve doğruluk yoluna, ReaHaq’a adanmış tertemiz, adanmış, masum-u pak hayatlardır ve hepsi de şehit edilmişlerdir. Ya kalleşçe hançerlenerek, ya zehirlenerek, ya da Kerbela’da olduğunca vahşice... İnanmak bu bedel idiyse eğer, kaderleri bilmiş, yiğitçe göğüs germişlerdir... O ki, İmam Ali’dir, Hasan ile Hüseyin’in babasıdır ve son sözleri, “Füzlu ve Rabb’ilKa’be!” (Kabe’nin Rabbine andolsun ki kurtuluşa erdim!”) olmuştur... O ki, “Haksızlık karşısında eğilmeyiniz, hakkınızla birlikte şerefinizi de kaybedersiniz” diyendir ve O’nun bu sözlerini hayatı ve şehadetiyle bayraklaştıran İmam Hüseyin...

Ulu ozanlarımızın hayatlarını bilir misiniz? Hayatlarını “Ancak Hak’ka uymakla kamil olunur” (Hz. Hüseyin) düsturu ile yaşamışlardır... Onlar ki, “İkilik perdesi yoktur özümde/Birliktir gönlümde, özüm sözümde/Gece gün düşmüşüm Hak niyazında/Pir Sultan Abdal’ım, meydana geldim” diyenlerdir ve çıktıkları meydanlardan Seyyit Nesimi misali ellerinde işkence edilmiş bedenlerinden yüzülmüş derileri varken, “Gerçek Kabe’nin yolcusuyuz, ihramımız budur” diyenler, diyebilenlerdir... 

Bizim aklımız Dersim’de kaldı

Ya bizler? Bizler bu bedeli dosdoğru yaşamayı ne kadar becerebildik? Ne kadar ikrarımızın, sözümüzün ve kalplerimizde her daim sıcak bir yerde duran, gözlerimizden yaş olup akan o hayatlara göredir yaşamak dediğimiz? Bu sorulardır, her adımında insana eşlik etmelidir, ki hayatı doğru ve dürüstçe mi yaşıyor, bilebilsin...

Bizim aklımız Dersim’de kaldı. 38’de. Bize yaşattıkları Cumhuriyet’in Kerbela’sında. Kilidimizi, direncimizi o zaman kırdılar bizim ve artık bilemiyorum ben, biz ne kadar “biziz”, ne kadar aslolan yolun yürüyüşünde erimeye sebeptir varlığımız...  O terteleden (kırımdan) hatıradır, boynumda taşıdığım bu mermi. O kırımdan hatıradır bu suskunluğum ve yaşamak, ölmüşlerimiz aşkına sabır biriktirmek olmuştur bana, acı biriktirmek, hasret biriktirmek... “Medet ya Allah ya Muhammed ya Ali” diyerek ve bizi 38’de zulme karşı inancını ve insanlığını sahiplenmek sınavında bir başına bırakmış sandığımız evliyalarımızla, ermişlerimizle, ziyaretlerimizle yeniden kavilleşerek...

Bizim hikayemiz, laf değil, bir acılı hikayedir Kerbela’dan bu yana. Her nefesinde sınandığımız bir hayat memat hikayesi. Bakmayın olmadık oyunlar oynanmış üzerimizde; biz ki zulüm nedir biliriz, inanmak ne demek, yolu olmak, ikrarı olmak ne demek ve ne demek hak bildiğimiz yolda kendince yaşamak çilesindeyken, inancı “gericilik, cehalet” olarak yaftalanmak, varlığı katline sebep ve ferman olmak... Ne demek... 

Aleviler barıştan mutludur

Biz bu tarihin içinden geldiğimiz içindir, her türlü ayrımcılıktan uzak, her türlü barıştan yana bir inanç ve ahlakın insanları olmaktır yol bildiğimiz hayat...

Kürt sorununda barış ve çözüm ihtimalinin ciddiyetini gören bazıları, 90’lı yıllarda ve her karışıklığa ihtiyaç duyduklarında olduğu gibi, yine ve bir kez daha gözlerini Alevilere çevirdiler... Bu barışta Alevilerin adı geçmiyormuş... Aleviler bu barıştan rahatsız imişlermiş... “Türkler ve Kürtler birleşip Alevilerin üzerine çökecekler”miş... Ve daha neler neler...

Bu sözlerin sahipleri bilmez mi acep, “birileri” nedense Alevileri hep kendi siyasi çıkarları zora girdiğinde hatırlamaktadır ve Aleviler bunu artık görmektedirler ve görmek zorundadırlar...

Alevilerin inancını, ibadetini yasaklayanlar kimlerdir? Alevileri muhafızı yapmaya yeltendikleri inkarcı düzenin içyüzünü görmezden gelmeye mahkum görmenin miadı çoktan dolmamış mıdır? 

Aleviler her halükarda barıştan yanadırlar, savaştan, şiddetten değil. İnkardan yana olmaları ise, inançlarına temelden sırt çevirmeleri anlamına gelir. Alevileri kışkırtmaya çalışanların unuttuğu veya unutturmak istediği bir şey daha var: Bu coğrafyadaki Alevilerin çoğu Kürt’tür ve Kürt olmanın çileleri ile de yüklüdürler...

Alevilerin barıştan rahatsız olmaları, olmayacak bir şeydir... Kürt barışı, Aleviler için de bir yeni ufuktur. Aleviler kendileri için ancak bunu murat eder, bunu dillendirirler.

Ben ki bir çilekeş Seyit Hasan’ım. Çoktan toprağa karışmış, yerle yeknesak olmuş da olsa bedenim, ruhumla hissediyor, görüyor ve söylüyorum ki, bu acılı topraklar hiçbir zaman özlemini taşıdığı bahar ve umut duygusunu böylesine güzelleştirmemişti... Aleviliğini bilen, bunu böyle bilir. Kuşkusu olan, dönüp acılı tarihine bir daha bakar... Kimseler başka türlüsünü hayal etmesin isterim: Barışın insanları olmaktır bizim yoldan sebep biriktirdiğimiz acıların yegane özlemi... Herkesin kimliği, değerleri ve inancıyla özgür yaşamasını dair... Çünkü yol bildiğimiz barıştır bizim; dünyanın bütün dillerinden ve inançlarından, barış...

Biz görmedik... Sizler ve sizlerin çocukları görürse, ruhumuz şad olur, arkada kalan yaşlı gözlerimiz sevinçle ışıldar... Dünya yüz çevirdiği iyiliklere döner yüzünü, savaşlar, haksızlık ve adaletsizlikler son bulur... Gönüller bir ve yurdumuzun geleceği aydınlık olur... Her köşesi kan ve dua ile anılan ziyaretler diyarı Dersim, Düzgün Baba’nın, Munzur Baba’nın, Sultan Hıdır’ın iyilik, güzellik, doğruluk, dürüstlük, temiz ahlak telkin eden yolunda küskün kaderiyle barışır, kendi gerçeğiyle değer bulur ve Pepuq Kuşu bir başka ağlamaya başlar efsanelerimizde...

Ak saçlı, ak sakallı, nur yüzlü dedem Seyit Hasan anlattı ve ben sadece yazdım... Deyin ki barışa dair duası ve yol’a dair nasihatidir onun... 



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Murat öldü Cafer"

“Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... Önce “Murat çok hasta, hastanede” haberini aldım. Nesi var ki? Kanser... “Ne kanseri?” bile diyemedim. Alacağım cevaptan korktum. En kötüsü olmasından.  En kötüsüymüş... Hangi hastanede? Geleyim, göreyim, moral olur, iyi gelir belki, ne bileyim. “Gelsen de göremezsin ki. Yoğun bakımda. Entübe edildi. Belki bir mucize olur diye bekliyoruz işte.” Bir mucize olur belki. Bir mucize olsa. Bir mucize olsun... Daha çok genç yahu! Ölecek değil ya!  Öldü... “Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... İnsan evladı tuhaf bir varlık. Telefon ekranındaki “Murat öldü Cafer” mesajına bir süre bakakaldım öylece. Nasıl olduysa, bir üzüntü emojisi ile yanıt vermeyi akıl edebildim. Bir şey...

İlla da İzmir...

 Hep siyasi gündemin iç karartıcı sorunlarına dair yazacak, konuşacak değiliz ya... Dedim ve İzmir’deki imza buluşmasını paylaşayım sizinle istedim. Buyurun: Geçtiğimiz 16 Aralık cumartesi günü İzmir’de imza günüm vardı, Yakın Kitabevinde. Ne zamandır İzmir’e gitmek için “bahane” lazımdı; bundan âlâ bahane mi olur :) Fakat bir şanssızlıktır tuttu yakamdan ve bir türlü bırakmadı. Bakın nasıl... İzmir’de aile çevremden insanların yanı sıra birçok da arkadaşım var. Bir arkadaşım da yeni eve taşındı ve bizim “Kaptan” Mithat ayda birkaç kez gidiyor İzmir’e ve dönüşte Erhan’ın yeni evinin manzarasını öve öve bitiremiyor. Kaptan zevk sahibi adamdır, beğeni ölçüleri vardır, estetik duygusu gelişkindir; Siirtlidir ama bizim gibi (“bizim” derken kendimi kastediyorum, yanlış anlaşılmasın) köylü de değildir yani. O övüyorsa demek ki harbiden güzel manzarası var evin. Velhasıl bu da bizim arkadaş grubu için imza etkinliğinin yanında bir başka “bahane” idi. (Belki de asıl “bahane.”) Yakın Kitabe...

'Kontrol'lü mü? 'Tiyatro' mu? 'Darbe' mi?

Belki biraz uzun bir yazı olacak, ama mevzu önemli ve doğru anlaşılması gerek... 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde bu alçakça girişimi kınayan birkaç tivit attım ve çok "ilginç" ve düşündürücü tepkiler aldım. Darbe girişiminin ilk saatlerinde ve izleyen günlerde de darbeye karşı demokrasiyi savunmanın "ilkesel" bir anlamı, değeri olduğuna dair görüşlerimi yazmış, paylaşmıştım. Darbeye karşı demokrasiyi savunmak, ideolojik, siyasi görüşlerimiz, tercihlerimiz ne olursa olsun, hepimiz için bir "ortak payda" anlamı taşır; en azından, naçizane, yıllardır nefesim, kalemim yettiğince böyle olması gerektiğini savunuyorum. "İyi darbe-kötü darbe"? Bunu önemsemem boşuna değil. Zira biliyorum ve biliyoruz ki, toplumda öteden beri "iyi darbe, kötü darbe" şeklinde bir kötü yaklaşım tarzı var. "Düşman" bellediğine "karşı" ise o "iyi" darbedir ve kendisine karşı ise, "kötü." Bu, sadece kötü değ...