Leylekler göçtü. Acaba tekrar geri gelecekler mi?

Mevsimler değişir, zaman akar, hayat devam eder… Yaz bitti işte, bu yaz da. Leyleklerin göçünden belliydi. Acaba tekrar geri gelecekler mi, gelecek yaz tekrar göç etmek üzere. “Küresel ısınma” deniyor ya hani, tuhafımıza giden, şaşırdığımız iklim değişiklikleri hayatın olağan akışının rutinleriyle ilgili bile düşünen insanların tereddüt etmelerine neden oluyor. Leylekler tekrar geri gelecek mi? Kışın kar yağacak mı? Ya bahar yağmurları? Yaz sıcağı yine bunaltıcı nemiyle birlikte mi çökecek üstümüze?

Kaç kişi hatırlıyor acaba, Temmuz ayına değin yer yer yağmur yağmaya devam ediyordu. Bazen düpedüz üşüdüğümüz rüzgarlar esiyordu ve biz “Ortasındayız mevsimin, ne zaman ısınacak havalar?” diye yakınıyorduk birbirimize. Öyle ya, madem yazdı, madem uzun sürmüştü kış ve özlemiştik kemiklerimizin ısınmasını, havuza girmeliydik, denize gitmeliydik, sahil yollarındaki parklarda mangal yakmalı, tatile çıkmalıydık…
Sıcaklar çökünce bu kez de sıcaklardan bunaldık. Yağmur ve rüzgar serinliğini özler olduk. Hasta eden klimalardan şikayet etmeye başladık. Acaip ya da tuhaf olan bir şey yok aslında, hayat işte ve insan dediğimiz, bu…

7 yaşındaki kızımdan biliyorum, kışı seviyor, ama eğer kar yağarsa… Geçen kış kar yağmadı ve “Bu ne biçim kış?” diye söylendi durdu. Onun için kar bile aradık Abant’a kadar gidip. Orada da yoktu. Kış uzayınca “Yaz gelsin” demeye başladı, madem kar da yağmıyordu, havalar ısınsındı bari, yaz gelsindi ve havuza, denize girebileydik. Bir de kısa kollu tişörtlerini, kısa şortlarını giyebilmek için tabii. Kışı da yazı da seviyor aslında ama bu ara baharı keşfetti. “En güzel bahar, ne sıcak ne de soğuk, hem de çiçekler açıyor, ağaçlar, çimenler yeşeriyor” diyor.

Mevsimler değişir, zaman akar, hayat devam eder ve biz “küresel ısınma” adını verdiğimiz insan kaynaklı felaketlerin bir parçası olduğumuz dünyayı, doğayı ne hale getirdiğinin ayrımına vardığımızda çok geç olacak belki…

Ara sıra, fırsat buldukça yaşadığım şehrin uzun zamandır görmediğim yerlerini gezmeye, görmeye düşüyorum yollara. Yollarda yorgun düşüyorum. Cebimdeki akıllı telefonun bir özelliğini keşfettim; yürüdüğüm mesafeyi ölçüyor ve her seferinde tebrik ediyor beni, kendi rekorumu egale ediyorum. Tansiyonum düşüyor bazen ve sığınacak bir gölge bulamıyorum. Gittiğim her yeri ilk defa görmüş gibi oluyorum, çünkü çok değişmiş oluyor. Araç kalabalığı, insan kalabalığı, bina kalabalığı da cabası. İstanbul işte…

En son Piyerloti’ye gitmiştim arkadaşımla. Yıllar sonra. Hiçbir şey hafızamda kaldığı gibi değildi. Manzarası bile değişmişti sanki. Piyerloti’ye çıkan yokuş boyunca, mezarlıktaki bazı ünlülerin mezarlarına levhalarla yol işaretleri koyulmuş olması tuhafıma gitti. Ölü iken bile “statü” farklarımız olması öteden beri tuhafıma gider…

Eminönü’nden Eyüp’e kadar uzanan Haliç kıyısı boyunca güzel bir park vardı. Yüksek teneke levhalarla kapatılmış sahil yolu. Eminönü-Eyüp arasına metro inşaatı varmış. Kıyının hemen yanı başında metro tüneli yapmak bana çok tehlikeli geldi. Zemin balçık çünkü oralarda. Kıyıyı kapalı görünce evimin bahçesine birileri el koymuş gibi geldi bana, bozuldum. Eski Balatlıyım ne de olsa. Mütevazı çatı katı evimde izlediğim manzara doyumsuzdu. Sabahları çıkıp yürürdüm bazen Eyüp bazen de Eminönü yönüne. Balat da çok değişmiş diyorlar. İlk fırsatta gidip göreceğim. Orada oturan arkadaşlarımı ziyaret edeceğim.
-Leylekler nereye gidiyorlar baba?
-Daha sıcak yerlere kızım.
-Yaz bitiyor mu yani?
-Evet kızım.
-Kışın kar yağar umarım.
-Umarım kızım.
-Leylekler tekrar geri gelecekler mi?
-Gelirler.
-Gelmezlerse yaz da gelmez. Yaz gelmezse kış da olmaz, değil mi?
-Evet kızım…

5 Eylül 2018

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İlla da İzmir...

#ŞehirNöbeti notları :)

Dersim'de hakim kanaat: Gülistan Doku...