Ne kadar bekliyorsak, zaman o'dur...
Bazen arşivimi karıştırıyor ve bazı "eski" yazılarımı paylaşıyorum. "Eski" ama "eskimemiş" yazılarım diyelim. Aşağıda okuyacağınız yazı onlardan biri. 2006 yılının ilk günlerinde yazdığım bir "Gündem" yazısı... Ne kadar günceldir, değildir, onu okurun takdirine bırakıyorum. Sanırım, "Ne kadar bekliyorsan, zaman o'dur" sözlerinde dile gelen, herkesin kendi duygu ve düşünce dünyasında bulmaktadır anlamını ve herhalde "güncelliğini" koruyan yönü de budur. Biz "umut" diyelim adına...
***
İnsanın, insan olmaktan ileri gelen, doğasındaki özelliklerindendir; merak eder, anlamak ister, araştırır. Orpheus'un "ölümcül" merakı, insanın bu yönünü ortaya koyan çarpıcı hikayelerden biridir. Efsaneye göre Orpheus, sırılsıklam aşık olduğu dünyalar güzeli eşi, bir gün ölünce, bu durumu kabullenemez. Tanrılara isyan eder, ama eşini dünyaya, hayata geri getirmesi artık mümkün değildir. Onu, hiç değilse görmek ister; tanrılara bunun için yakarır. Tanrılar Orpheus'un yakarılarını görmezden, duymazdan gelemezler. Onu huzurlarına çağırırlar bir gün. "Tamam" derler, "sana eşini göstereceğiz, ama bir şartımız var." Orpheus, tanrılar ne şart öne sürse, aşık olduğu kadını bir kez daha görebilmek uğruna, kabul edecektir zaten. Tanrıların şartları; Orpheus'un, eşini görebileceği bir yola girdikten sonra, asla dönüp arkasına bakmamasıdır. Eğer bakarsa eşini göremeyeceği gibi, çok ağır biçimde cezalandırılacaktır da. Orpheus bu şartı kabul eder. Yola düşer. Ama arkasında görmemesi gereken ne vardır acaba? Bu sorunun çekici gizemi o denli güçlüdür ki, eşine duyduğu aşk ve özleme galebe çalar. Ve dönüp arkasına bakar...
***
İnsanın, insan olmaktan ileri gelen, doğasındaki özelliklerindendir; merak eder, anlamak ister, araştırır. Orpheus'un "ölümcül" merakı, insanın bu yönünü ortaya koyan çarpıcı hikayelerden biridir. Efsaneye göre Orpheus, sırılsıklam aşık olduğu dünyalar güzeli eşi, bir gün ölünce, bu durumu kabullenemez. Tanrılara isyan eder, ama eşini dünyaya, hayata geri getirmesi artık mümkün değildir. Onu, hiç değilse görmek ister; tanrılara bunun için yakarır. Tanrılar Orpheus'un yakarılarını görmezden, duymazdan gelemezler. Onu huzurlarına çağırırlar bir gün. "Tamam" derler, "sana eşini göstereceğiz, ama bir şartımız var." Orpheus, tanrılar ne şart öne sürse, aşık olduğu kadını bir kez daha görebilmek uğruna, kabul edecektir zaten. Tanrıların şartları; Orpheus'un, eşini görebileceği bir yola girdikten sonra, asla dönüp arkasına bakmamasıdır. Eğer bakarsa eşini göremeyeceği gibi, çok ağır biçimde cezalandırılacaktır da. Orpheus bu şartı kabul eder. Yola düşer. Ama arkasında görmemesi gereken ne vardır acaba? Bu sorunun çekici gizemi o denli güçlüdür ki, eşine duyduğu aşk ve özleme galebe çalar. Ve dönüp arkasına bakar...
İnsanın anlamak ve anlamlandırmak çabasının en eski ve
güncelliğini, geçerliliğini insan var oldukça sürdüreceği kesin olan temel
problemlerinden biri de, zaman'dır. Zaman üzerine günümüze değin çokça
tanımlamalar yapılmıştır; ama bunların içerisinde gündelik hayatla doğrudan
irtibat kurabilenler, bence, daha anlamlı ve üzerinde düşünmeye değerdir.
Örneğin Richard Feynman; "Ne kadar bekliyorsak, zaman o'dur" diye
yazmış. Basit, ama bir o kadar da zaman'ı en iyi tanımlayan cümlelerden biridir
bu. Değil midir ki zaman, en çok "beklemek" süreçlerinde hissettirir
kendisini. En çok beklerken ayrımına varırız zaman kavramının. Mahpusluk
mesela, insan ve irade sahibi olmanın, acımasız ölçüleri olan sınanma
alanlarından biridir ve zaman, hiçbir yerde olmadığınca, an be an hissedilen
bir olgudur.
Bazen gerçekçi olmadığı veya gerçekleşme olanak ve olasılığı
bulunmadığı halde, biraz da "hayıflanarak" yaşadığımız zamandan
şikayet ederiz. "Filanca zamanda yaşamak vardı" deriz mesela. Oysa ne
gerçeklikten, ne kendinden ve ne de yaşadığın zamandan kopma olanağı vardır;
dolayısıyla bu, insani bir "özlem" olmaktan öteye gitmez. Ama açıkçası,
ne denli insani bir duygusal isyan da olsa, bir kendinden ve zamanından kaçma
isteği, çabasıdır. Böyle olduğu için de insandaki dönüştürme enerjisini tüketen
bir etkisi olduğunu söylemek gerekir. Çünkü, Sartre'ın dediğince; "Belki
güzel zamanlar vardı; ama bizimki, budur..."
Bütün bu zaman ve insan üzerine yoğunlaşmaların sebeb-i
hikmeti; yeni bir yıla girmiş olmanın, ister istemez her insanda şu veya bu
ölçüde etkili olabilen halet-i ruhiyesiyle ilgili elbette. Benim gözüm, felsefi
tartışmalardan ziyade, gerçekte şiirde, şiirlerdeydi. Şiir başka ve sanatın,
insanı en çıplak haliyle özüyle buluşturan alanı. Çok güzel şiirleri olan sağcı
şairler var; üzerinde ayrıca durulmaya değer bir konudur bu. İsmet Özel, Necip
Fazıl ve Attila İlhan gibi. Şu dizelerle zaman arasındaki ilişkinin ne olduğunu
bir çırpıda anlatamam belki ama, yılbaşı duygularını özetleyen etkiler
yarattılar bende, sizinle de paylaşmak istiyorum:
Sevmek, kimi zaman rezilce korkuludur
insan, bir akşamüstü ansızın yorulur
kimi zaman ellerini kırar tutkusu
birkaç hoyrat çıkarın yaşamasından
hangi kapıyı çalsa kimi zaman
arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu. (Attila İlhan)
...........................
Umudunun ayak seslerini okşuyoruz, yavrum.
...gök
şarlayarak devrilse ardımdan
-ölürsek bir partizan gibi ölmeliydik-
yürüsem parçalanmış bir ceset tazeliğinde
yürüsem beynimde kıpkızıl bir serinlik
sonra denizler devirebilirim dudaklarımdan
sonra aşk, sonra dirlik: partizan. (İsmet Özel)
...........................
Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;
Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.
Yolumun karanlığa saplanan noktasında,
Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum. (Necip Fazıl)
2006'dayız. Acılar kadar umutlarımız, kırıklıklarımız kadar
özlemlerimiz, zorluklarımız kadar başarmak azmimiz var. Yürüyoruz...
05.01.2006, Ülkede Özgür Gündem
Yorumlar
Yorum Gönder