Ana içeriğe atla

Üç günlük dünya...


Büyüklerimiz derlerdi "üç günlük dünya" diye. Genellikle gözünü çıkar, menfaat, para pul bürümüş bencil insanların ihtiraslarına teslim olmuş halleri için. Bu üç sözcükten mütevellit cümle, aslında derin anlamlar taşıyordu; tabii, anlayabilen için...

Bu tür gözü dönmüş kişilere ahlak, edep öğrendiğimiz büyüklerimizin hatırlattıkları şeylerden biri de şuydu: Küçükken rahmetli dedemin Türkçe ile Kırmançki karışık söylendiğini hatırlarım, "Bir gün" derdi, "herkesin bedeni aynı toprağa karışacak."

Malum, "kefenin cebi yok" diye bir özdeyiş de var. Yok sahiden de. Paraya tapınan ve onun için en temel insani değerlerini bile yitiren türden insanlar da bir gün herkesle aynı toprağa karışacak ve kefenlerinde "cep" olmayacak.

Kapitalizm sadece bir "sistem" veya "düzen" değil, aynı zamanda bir "zihniyet", bir "düşünüş biçimi", bir hayat tarzı olarak da egemen hayatlarımıza. Kapitalist olmak illa dini imanı para olmuş bir sermayedar olmak demek değil. Bunu bir "düşünüş şekli" olarak ele aldığımızda, çevremize bakalım bir, kaçımız "kapitalist" değiliz acaba?

Tüketicilik, kimsenin kolayca kendini dışında tutabildiği bir rüzgar değil. "İhtiyaçlarımız", her an birileri tarafından koşullanıyor ve adeta o "ihtiyaçları" edinmek için didinmek haline geliyor hayatın anlamı. Bir sürüklenme hali hakim oluyor yaşamlarımıza. Sürüklenirken başkalaşıma uğruyoruz...

Bir gün bunun ayrımına varan insan, herhalde o zaman bir rahatsızlık duygusu hissetmeye başlıyor içinde. O, uyanan vicdanı, insanlığıdır: Sahi ben ne için yaşadım bu hayatı? Niçin bu kadar yalan söyledim, insanları aldattım, kırdım, üzdüm? Niçin bu kadar zalim, acımasız ve iki yüzlüydüm? Niçin?

Dünyanın aslında bir "üç günlük dünya" olduğunu bilince ve kimsenin kaçınamayacağı "kaderin", bir gün bedeni çırılçıplak toprağa karışmak olduğunu hatırlayınca, bu "sürüklenmeye" karşı duracak bir gücünüz, cesaretiniz de oluyor.

Ama size asıl bu güç ve cesareti verecek olan, çocuklarınızdır, çocuklardır. Çocuklar, evet. Onların saf, temiz, samimi, sevgi dolu, hesapsız ve sade dünyalarına bakarak öğreneceğiniz çok şey var.

Ben öğreniyorum...

7 Kasım 2018

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Murat öldü Cafer"

“Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... Önce “Murat çok hasta, hastanede” haberini aldım. Nesi var ki? Kanser... “Ne kanseri?” bile diyemedim. Alacağım cevaptan korktum. En kötüsü olmasından.  En kötüsüymüş... Hangi hastanede? Geleyim, göreyim, moral olur, iyi gelir belki, ne bileyim. “Gelsen de göremezsin ki. Yoğun bakımda. Entübe edildi. Belki bir mucize olur diye bekliyoruz işte.” Bir mucize olur belki. Bir mucize olsa. Bir mucize olsun... Daha çok genç yahu! Ölecek değil ya!  Öldü... “Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... İnsan evladı tuhaf bir varlık. Telefon ekranındaki “Murat öldü Cafer” mesajına bir süre bakakaldım öylece. Nasıl olduysa, bir üzüntü emojisi ile yanıt vermeyi akıl edebildim. Bir şey...

İlla da İzmir...

 Hep siyasi gündemin iç karartıcı sorunlarına dair yazacak, konuşacak değiliz ya... Dedim ve İzmir’deki imza buluşmasını paylaşayım sizinle istedim. Buyurun: Geçtiğimiz 16 Aralık cumartesi günü İzmir’de imza günüm vardı, Yakın Kitabevinde. Ne zamandır İzmir’e gitmek için “bahane” lazımdı; bundan âlâ bahane mi olur :) Fakat bir şanssızlıktır tuttu yakamdan ve bir türlü bırakmadı. Bakın nasıl... İzmir’de aile çevremden insanların yanı sıra birçok da arkadaşım var. Bir arkadaşım da yeni eve taşındı ve bizim “Kaptan” Mithat ayda birkaç kez gidiyor İzmir’e ve dönüşte Erhan’ın yeni evinin manzarasını öve öve bitiremiyor. Kaptan zevk sahibi adamdır, beğeni ölçüleri vardır, estetik duygusu gelişkindir; Siirtlidir ama bizim gibi (“bizim” derken kendimi kastediyorum, yanlış anlaşılmasın) köylü de değildir yani. O övüyorsa demek ki harbiden güzel manzarası var evin. Velhasıl bu da bizim arkadaş grubu için imza etkinliğinin yanında bir başka “bahane” idi. (Belki de asıl “bahane.”) Yakın Kitabe...

'Kontrol'lü mü? 'Tiyatro' mu? 'Darbe' mi?

Belki biraz uzun bir yazı olacak, ama mevzu önemli ve doğru anlaşılması gerek... 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde bu alçakça girişimi kınayan birkaç tivit attım ve çok "ilginç" ve düşündürücü tepkiler aldım. Darbe girişiminin ilk saatlerinde ve izleyen günlerde de darbeye karşı demokrasiyi savunmanın "ilkesel" bir anlamı, değeri olduğuna dair görüşlerimi yazmış, paylaşmıştım. Darbeye karşı demokrasiyi savunmak, ideolojik, siyasi görüşlerimiz, tercihlerimiz ne olursa olsun, hepimiz için bir "ortak payda" anlamı taşır; en azından, naçizane, yıllardır nefesim, kalemim yettiğince böyle olması gerektiğini savunuyorum. "İyi darbe-kötü darbe"? Bunu önemsemem boşuna değil. Zira biliyorum ve biliyoruz ki, toplumda öteden beri "iyi darbe, kötü darbe" şeklinde bir kötü yaklaşım tarzı var. "Düşman" bellediğine "karşı" ise o "iyi" darbedir ve kendisine karşı ise, "kötü." Bu, sadece kötü değ...